Vefa Semti Sempozyumu: Cuma

7 Kasım 2006 Salı

Bilim ve Sanat Vakfı’nın Eminönü Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlediği ulusal sempozyum “Vefa Semti: Dünü, Bugünü, Yarını”, 3-5 Kasım 2006 tarihleri arasında Vakfın Vefa’daki merkezinde yapıldı. Hava muhalefetine ve Avrasya Maratonu’na rağmen 600’e yakın kayıtlı dinleyicinin takip ettiği sempozyumun 16 oturumunda sunulan 50’yi aşkın tebliğle Vefa semti her yönüyle ele alındı.
Bilim ve Sanat Vakfı Başkanı Mustafa Özel ve Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er tarafından yapılan açılış konuşmalarının ardından, yapımcılığını Bilim ve Sanat Vakfı’nın, yönetmenliğini ise Murat Işık’ın yaptığı Vefa belgeseli gösterildi. Başkanlığını Oktay Aslanapa’nın yaptığı Tarihsel Süreçte Vefa Semti başlıklı açılış oturumunda tarihçi, sanat tarihçisi ve mimar üç değerli ilim adamının sunduğu tebliğlerle sempozyumun birinci günü sona ererken, gelen misafirlere semtin ismiyle adeta özdeşleşen boza ikram edildi.
Sempozyumun birinci gününde yapılan konuşmalarda öne çıkan hususları sizlerle paylaşalım:
Sempozyumda bir beldenin kaderinin konuşulacağını belirterek sözlerine başlayan Vakıf Başkanı Dr. Mustafa Özel, açılış konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu beldenin kaderini konuşmak, bir anlamda bu şehrin kaderini konuşmak; bu şehrin kaderini konuşmak, bu ülkenin kaderini konuşmak; bu ülkenin kaderini konuşmak ise, bu insanlığın kaderini konuşmak demektir. Bu sempozyumda insan eliyle hazırlanan, kurulan ve yeşertilen yerlerin yine insan eliyle nasıl yıkıldığına şahit olunacaktır… Şüphesiz her insanın doğup büyüdüğü yere vefa göstermesi esastır. Hele bu yerin ismi Vefa olunca işin rengi daha bir değişiyor.” Turgut Cansever’in “Bilgiye dayanmayan bir eylem meşru değildir” sözünü hatırlatan ve bu eylemlerin verimli de olamayacağını vurgulayan Özel, Vefa Sempozyumu’nun bu tür projeleri hazırlamada bilgi dayanağı teşkil etmesi adına bir adım oluşturması temennisinin ardından Vefa üzerine yazdığı bir şiirle sözlerine son verdi.
Belediye Başkanı Nevzat Er ise, bir önceki sene gerçekleştirdikleri Eminönü Sempozyumu’nun ardından, Vefa üzerine tertiplenen böyle bir organizasyonu oldukça anlamlı bulduğunu belirterek ve önümüzdeki yıl Süleymaniye üzerine uluslararası bir sempozyum düzenleneceği müjdesini vererek başladığı konuşmasında, Vefa’nın bir sanat ve maneviyat merkezi olması bakımında İstanbul’un merkezi olduğunu vurguladı. “Evleri, konakları ve bizatihi Ebu’l-Vefa Hazretleri, bu beldenin bir merkez olduğunu gösteren delillerdir. Ancak bu beldenin sanat ve maneviyat özelliklerini bugüne aktararak güncellemek gerekmektedir.” sözleriyle konuşmasını sürdüren Er, geçmişle muhasebenin iyi yapılabildiği takdirde geleceğe daha iyi yatırım yapılacağını belitti ve sempozyumu tertip eden Bilim ve Sanat Vakfı’nı kutlayarak konuşmasına son verdi.
Sempozyumun açılış oturumunun ilk konuşmacısı ise, video kaydıyla aramıza katılan Prof. Halil İnalcık idi. Vefaiye’nin Osmanlı Tarihindeki Önemi başlıklı konuşmasında İnalcık, Aşıkpaşazade’nin kitabında “Baba İlyas müridiyim Şeyh Ebu’l-Vefa tarikatındanım” diyerek kendisini tanıtmasına atıfta bulunarak, Babaîyye-Vefâiyye tarikatlarına geniş yer ayırdı: “Moğolların saldırısı üzerine kaçan Babayîler, Anadolu’nun her tarafına yayılmış ve burada Vefaîlerle kaynaşmışlardır. Babayî-Vefaî Şeyhlerinden olan meşhur Şeyh Edebali, döneminin aynı zamanda bir fıkıh âlimi olarak Osmanlı beylerine birliğin sağlanması hususunda danışmanlık yapmıştır... Kendisi de bir Babayî-Vefaî dervişi olan Aşıkpaşazade, kendisini Fahru’l-Meşâyih Ahmet bin Aşık Paşa olarak isimlendirir ve neseb olarak El-Evladu’r-Resûl…Ebu’l-Vefâ el-Bağdâdî’ye dayandırır. Ancak bu durum bir tartışma konusudur. Fatih devrinde Ebu’l-Vefâ’ya büyük hürmet gösterildiğinden ve bugünün Cibali’sinde bulunan bir zaviyenin kendisine bağışlandığından bahseder. İkinci Beyazıt da babası Fatih Sultan Mehmet gibi Ebu’l-Vefâ’ya değer vermiştir. Nitekim kendisi Seyyid Velayet’in tabutunu açarak yüzünü görmek istemiştir. Vefâîlere gösterilen bu bağlılık 15. ve 16. yüzyıl boyunca devam edecek ve Osmanlı’nın yaptığı harplerde, peygamber sancağı yanında Vefâiyye tarikatının sancağı da yer alacaktır.”
Açılış oturumunun ikinci konuşmacısı Prof. Semavi Eyice, tarihî suriçi İstanbul’unda bulunan Vefa semtinin uzun bir müddet devlet ricalinin, sanat adamlarının ve şairlerin bulunduğu önemli bir merkez vazifesi gördüğünü belirttiği Bizans’tan Osmanlı’ya Vefa başlıklı tebliğinde şunları vurguladı: “Esasen Bizans döneminde çukur arazinin yanında bulunan Vefa semtinin karakteri hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Burada daha sonra camiye çevrilen (Kilise Camii ya da Mollar Gürani Camii) bir kilisenin var olduğunu biliyoruz. Yine burada Romalılardan kalma Bozdoğan Kemeri var ve bu kemer üzerinde II. Mustafa’dan kalan bir kitabe de bulunuyor. Ancak esas Roma kalıntılarının 8-10 metre derinlikte olduğu tahmin ediliyor ve bu derinliğe inen bir arkeolojik kazı çalışması henüz yapılmadı. Bizans döneminde bu mekânın, limana da yakın olması dolayısıyla alışveriş merkezi olduğu düşünülse de, bugüne kadar böyle bir alana rastlanamadı… Vefa, özellikle Osmanlılar zamanında önem kazanmıştır. Fatih Sultan Mehmet fethin hemen ardından buraya Ebu’l-Vefa Hazretleri için bir külliye yaptırmıştır. Bu külliyenin Fatih’in bizatihi kendi vakfiyesi olması başlı başına dikkati cezbeden bir durum ve Ebu’l-Vefa’ya gösterilen büyük değeri ortaya koyuyor. Ebu’l-Vefa Camii hakkında kayda değer bilgimiz çok az. Nitekim 1776 yılında cami tamamıyla yıkılmış ve yerine dönemin moda üslubu olan barok üslubuyla yeniden inşa edilmiştir. Külliyede bulunan zaviye odaları da deprem sırasında önemli ölçüde zarar görmüştür. Cami en nihayetinde 1994 yılında yoğun uğraşlar sonucu yeniden inşa edilmiştir… Vefa’da bulunan üç önemli sebil bu bölgedeki canlılığın bir göstergesidir. Yine burada şu anda mevcut olmayan sıbyan mektepleri, Yahya Çizel Camii, Revai Çelebi Camii ve Peyzan Yusuf Paşa Türbesi bulunmaktaydı. Vefa konaklarıyla da meşhur bir yerdi. Bunlardan Kayserili Ahmet Paşa ve Nuri Bey konakları bugün istimlâk edilerek kurtarılmıştır. Vefa’nın önemli bir özelliği de İstanbul’un en zengin ve en kalabalık hazirelerine sahip olmasıdır. Özellikle Molla Gürani Camii’nin alt tarafı tarihi kişilerin mezarlarına ev sahipliği yapmaktadır.”
Oturumun son konuşmacısı Doç. Turgut Cansever ise, Cumhuriyet devrinde Vefa’yı ele aldığı konuşmasına, Fatih Camii ve bundan sadece elli yıl sonra inşa edilen Beyazıt Camii arasındaki mimari farklılığa vurgu yaparak başladı. Bir mimar olarak bu kadar kısa bir süre içerisinde böyle büyük bir değişimin nasıl gerçekleşebildiğinin cevabını Vefa Camii ve külliyesinde bulduğunu ifade eden Cansever: “Vefa külliyesi Fatih devrinin aksine bir bütün olarak değil, parça parça vücuda getirilmiş; önce ev, sonra camii, ardından külliyeler yapılarak bunlar birbirine eklemlenmiştir. Beyazıt Camii’nde de benzer şekilde bir yekvücutluk söz konusu değildir.” Cansever yaptığı mimari tahlillerle, Osmanlı medeniyet anlayışını karşılaştırmak ve birbirine bağlamak suretiyle, bu dönemde Ebu’l-Vefa örneğinde medeniyetin tohumlarının atıldığını ortaya koydu.
Cumartesi günü oturumlarının ayrıntısı için tıklayınız:
-
Pazar günü oturumlarının ayrıntısı için tıklayınız:

خيار المحررين

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


تابعنا

الاشتراك في النشرة الإخبارية لدينا لتلقي الأخبار والتحديثات.