- الصفحة الرئيسية
- المنشورات
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 64 Year: 2007
- Seyrüsefer- Dağlar nasıl da özlenirmiş bir ülkede Danimarka izlenimleri
Seyrüsefer- Dağlar nasıl da özlenirmiş bir ülkede Danimarka izlenimleri
Halime Seher Çevik
Danimarka, malum karikatür ile ünlenmiş minnacık bir İskandinav ülkesi. Beş milyon kadar nüfusu var; bir de bana en az onlar kadar varmış gibi gözüken göçmenleri. Sokaklarda pek sık rastladığım çok güzel genç, hamile annelerin çok oluşu ise, hükümetin “azalıyoruz ey Danimarkalılar, çoğalın” politikasının bir sonucu. Tabii bunun doğal sonucu olarak Danimarka Avrupa’nın doğum oranı en yüksek ülkesi.
Yeşil ve ıssız
Uçağımız, başkent Kopenhag’a yağmurla indi. Çok sık yağmur alan ülke hâliyle yemyeşil ve yeşilliği kadar da ıssız. Kopenhag ülkenin en büyük şehri olmasına rağmen insan kendini küçük bir kasabada yaşıyormuş gibi hissediyor. Belki de bu, İstanbul’u tüm kalabalığıyla yaşamanın etkisindendir. Türk, Marokan (Fas) Hint ve Pakistanlılar da olmasa terkedilmiş zannedebilir insan bu ülkeyi. Yaz mevsiminin uzun günlerinde güneş saat 22:00’de batmasına rağmen, o güzel ve uzun akşam üstlerinde bir çizgi film karesi gibi minyatürvari, düzenli ve envai çeşit çiçekleri, ağaçları olan bahçeli güzel, şirin evlerin bulunduğu sokakları dolaşırken sokakların, bahçelerin ve evlerin insansız görünüşleri çok rahatsızlık verici. Ki otobanlarda biraz nefeslenmek için arabanızı bir benzin istasyonuna çektiğinizde de insansızlık yine canınızı sıkacaktır.
İyi ki varsın Andersen
Kibritçi kız masalını bilmeyenimiz yok gibidir neredeyse. Bu masalın müellifi Andersen Danimarkalıdır. Küçük Denizkızı masalıysa Danimarka’nın sembolü. Bu masala istinaden deniz kıyısındaki yontulmuş küçük denizkızı heykeline dünyanın birçok ülkesinden ziyaretçi geliyor ve zannımca benim gibi hayal kırıklığına uğruyor bu küçük heykel karşısında. Oysa masal daha büyük. Danimarkalılar ise denizkızını gündemde tutup turist çekmek için epey çabalılar; hatta bir keresinde denizkızı heykeli korsan tesettüre bile sokulmuş. Yani Danimarkalılar bir sabah uyandığında küçük denizkızı heykeli birileri tarafından pür tesettür hale getirilmiş.
Hepimizin genelde bildiği ve kullandığı kral çıplak sözü ise Andersen’in Kralın Yeni Elbiseleri masalında geçmektedir. Bunu da hatırlatmadan duramadım.
Andersen’in doğduğu kent Odense ise Danimarka’nın en güzel kentlerinde biri. Derler ki, Kraliçe II. Margarethe’nin her kentte bir evi var. Odense’de de bir sarayı var. Saray dediysek, küçük köşk gibi bir mekân. Etrafı harika bir yeşillikle düzenlenmiş tabii. Burası ülkenin ikinci büyük kenti, bol heykelli şirin bir kent.
Vikingler: Haydi Yallah Hop Hop!
Yaşı bana yakın olanlar bu çizgi filmi hatırlar ve Vikingler’in kürek çekerken attıkları naraları: Haydi yallah hop hop! Meğer çocukken severek seyrettiğim Vikingler Danimarkalıların atasıymış; savaştıkları ise İngilizler. 1013 senesinde İngiltere’yi ele geçirmişler nihayet. İzlanda da 1944 yılına değin Danimarka’ya aitmiş.
I. ve II. Dünya savaşında tarafsızlığını ilan etmesine rağmen Hitler’in işgalinden kurtulamamış bir ülke ama farklı tarafı, Hitler’le savaşmayıp ordusunu ortadan kaldırmış, donanmasını kendisi batırmış.
Varları yokları denizdir ve tabii dolayısıyla gemicilik ve balıkçılık üzerine bir medeniyetleri vardır; hâliyle suya yazı yazılmıyor! Şimdiyse dünyada kişi başına düşen milli gelir seviyesi en yüksek ülkelerden biri. Eğitim seviyesi hayli yüksek ve sanayileşmiş bir toplum. 1973’ten beri Avrupa Birliği’nin kurucu üyesi.
Esbjerg kentinde oluşturulmuş bir deniz müzesinde denizle, gemicilikle alakalı en ufak, en değersizmiş gibi gözüken şeyleri bile müze bünyesine almışlar. Burayı gezerken epey hayıflanıyor gördükleri karşısında insan, ülkesini düşünüyor ve en çok da Sultanahmet Camii’ndeki muhteşem çinileri. Çünkü müzede koruma altına alınmış, yaklaşık 150 yıl kadar önceki bir çininin görüntüsü, basit figürleri ile şaşırtıyor ve acı acı gülümsetiyor. Ve zaman zaman camilerden çalındı haberini aldığımız çinilerin yaklaşık 500 yıl önceki muhteşemliğini anlamaya yardım ediyor. Müzenin en ilginç yanı bence, sadece resimlerde gördüğüm balıkları bizzat müşahede etmekti.
Kuzeydeyiz
Demirperde ülkelerine yakınlığından olsa gerek televizyonlarda gördüğümüz Avrupa ışıl ışıllığından biraz uzak. Göçmenlerin oturduğu apartmanların hepsi birbirine benziyor. Sıradan ve soğuklar ve tabii tek renk. Herkese tazyiksiz sıcak su ve tek renk ev. Etrafı devasa çimenli bir boşlukla kaplı apartmanlar.
Danimarka’da evlerde musluktan akan su çok kireçli. Bardak ve tabaklarınız birkaç kullanımdan sonra kireçlenmeye maruz kalıp matlaşıyor. Evlerde diğer bir ilginç özellik ise tavanda ampul düzeneğinin olmaması. Yerli halk köşelere yerleştirdikleri ayaklı lambalarla aydınlanıyor; zaten evde yaşayanın Danimarkalı olup olmadığını bu lambalardan anlıyorsunuz. Kaldırımda yürürken yüreğiniz yeter de loş, perdesiz bir evin camına başınızı kaldırıp bir göz atarsanız içerde kitap okuyan ya da bilgisayar başında bir Danimarkalı ile göz göze gelebilirsiniz. Bu, o evde tek başına yaşayan bir Danimarkalıdır.
Nerde perdeli bir ev görürseniz bilin ki bu evde yüzde doksan Müslümanlar yaşıyordur. Ha bir de tavandan sarkan bir ışıkla aydınlanmış, perdeli hatta tül perdeli bir ev görürseniz burada yüzde yüz bir Türk aile yaşıyordur.
Apartmanlardaki bir diğer ilginç özellik ise asansör boşluğunun yanında bir çöp boşluğunun olması… Nasıl mı? Evdeki çöpünüzü asansörün yanındaki kapağı açıp o boşluktan bırakıyorsunuz. Apartmanların altında büyük çöp depoları var. Çöpler bu depolardan toplanıyor ama kapağı açtığınız anda pis kokuya maruz kalmamak için çöpünüzü atana kadar burnunuzdan nefes almamalısınız.
Öğrenci mi? Yok kalsın!
Danimarka çok istisnai durumlar hariç dışardan öğrenci kabul etmeme eğiliminde. Göçmenlerin çoğalmasından, öğrenci de olsa, rahatsız olsa gerekler. Bugüne değin T.C. uyruklu bir öğrenciyi ülkelerine eğitim için kabul etmemiş. Bu belki de Türkiye ile eğitim anlaşmalarının olmamasından kaynaklanıyor. Boşuna, bir kursa gidip Danimarkaca öğreneyim sonra da bir üniversiteye girip okuyayım, diye Danimarka vizesi almaya kalkmayın; konsolosluk üniversiteden izin almanızı isteyecektir, üniversite ise vize almanızı! Size de iki arada bir derede kalmak düşer. Yüksek lisans yapmak isterseniz çok iyi İngilizce bilmeli ve yılda 110.000 kronu gözden çıkarmalısınız. Tabii bunun için üniversiteden yine izin gerekli.
Doktoraya kabul edilirseniz maaş bile alabiliyorsunuz; tabii kabul edilirseniz! Şartlarını hiç yazmayayım. Uluslararası yarışmalarda birinci olmuş en zeki öğrencileri bile eğitime kabul etmiyor; varın gerisini siz düşünün.
Yerli öğrenciler ise kapağı (Almanya gibi) daha büyük ülkelere atma telâşında.
Ülkenin, halen sosyal bir devlet olması hasebiyle iyi yapılanmış bir eğitim sistemi var. Eğer Danimarka vatandaşı iseniz, çocuğunuzu altı aylıktan itibaren çok rahat kreşlere yerleştirebilirsiniz. Bir iş sahibi olması için her türlü imkânı sunuyorlar vatandaşlarına. Çocuklara, özellikle de göçmen çocuklara dillerini öğretmede çok çalışkanlar ve tabii bu da anadilsiz göçmen çocuklar ortaya çıkartıyor. Vatandaşı öğrenciler için birçok kolaylıkları var ve tabii ki ÖSS yok!
Çekilin ördekler geliyor!
Danimarka irili ufaklı yüzlerce adadan oluştuğundan her yol denize çıkıyor; deniz olmayan yerlerde ise denizden başka sular, kanallar… dolayısıyla da ördekler var. Ülke başıboş ördeklerin cenneti! Başıboş dediysek hepsi Danimarkalı ve mutlaka aşıları yapılmıştır. Su kenarlarında, otların arasında uzun uzun vakvaklayan ve caddelerde karşıdan karşıya salına salına geçen ördekler bu ülkede oldukça olağan. Hatta şöyle bir hikâye anlatılır: Türkler bu ülkeye ilk geldiklerinde ördekler azalmaya başlamış. Yapılan araştırma sonunda, ördeklerin yakalanıp yendikleri ortaya çıkınca basın epey bir vaveyla koparmış. Çünkü hiçbir Danimarkalı bahçesinde yetişen elmayı bile koparıp yemez. Garip değil mi; hem de çok.
İsveç’in ışıkları
Başkent Kopenhag’tan İsveç’in Malmö kentine gitmek arabayla yirmi dakika. Ülke kendi kentleri arasında, ada ülke olması hasebiyle, yer yer köprülerle bağlantıyı kurduğu gibi İsveç’le de karayolu bağlantısını bir köprüyle sağlıyor. Malmö’ye giderken önce deniz altından yol alıyorsunuz, sonrasında ise uzun 17 kilometrelik bir köprüden geçiyorsunuz. Arada bu denli kısa bir mesafe olunca hâliyle gece karşı kıyıdan İsveç’in ışıklarını seyredebiliyorsunuz.
Bu koku da ne?
Bilmem ilgilendirir mi ama Carlsberg ve Tuborg Danimarkalılara ait bira markaları. Danimarkalılar biradan epey para kazanıyorlar. Bir şehirden başka bir şehre giderken arabanızın havalandırmasından sızarak burnunuzun direğini sızlatan koku ise, domuz gübresi atılmış ve sulanmış büyük arpa tarlalarıdır. Doğal olsun diye genelde bu tür gübre kullanılıyor ki bu kokuyla pek sık karşılaşıyorsunuz. Seralarda sebze üretimi yapan Danimarka çiftçileri de çok kazananlar arasında; çünkü Temmuz ayında domatesin kilosu üç euro olabiliyor. Tabii, Danimarka’nın Avrupa’nın en pahalı ülkelerinden biri olduğunu da belirtelim.
Bisikletim var
Arabanız varsa, Danimarka’da dönüş ve geçişlerde sağınızı da kollamalısınız; çünkü yolların sağı bisiklet yoludur ve bisikletliler çok fazladır. Bisikletler yayadan sonra geçiş hakkına sahiptir. Herkesin bisikleti vardır nerdeyse. Anneler, babalar bebeklerini önü veya arkası bebek arabası gibi düzenlenmiş bisikletlerde taşır. Gecenin bir yarısı, Türkiye’de olsa gündüz bile bisikletle zor geçebileceğiniz ıssız bir yolda bisikletli güzel hatunları veya çok yaşlı insanları seyir halinde görebilirsiniz.
Öldünüz mü
Ne kadar yaygın olduğunu bilmiyorum ama bir hastanede hasta ziyaretinde duyduklarım kan donduracak cinsten. Mevta sahipleri şöyle bir soruya muhatap kalıyormuş: “Mevtanızı alacak mısınız?” Eğer almaz ve hastaneye bırakırsanız cenaze masraflarından kurtuluyorsunuz; lakin mevtanız, kadavralıktan sonra çöpe gidiyor. Mevtayı yaktırmak da ekonomik cenaze kaldırma yöntemlerinden biri.
Grönland
Ada Danimarka’nın sömürgesi ve özerkliği var. Önce bunu belirtelim. Grönland’da insan yaşar mı, merak ettiniz mi hiç? Evet yaşıyor ama Grönland Danimarka’nın bir sürgün yeri gibi. İnsanlar buraya para kazanmak için kısıtlı sürelerle gidiyor; işgücüne ihtiyacı var. Grönland’a kadar gitmedim ama gidenlerle konuştuğumda, az da olsa Türklerin de bulunduğunu ve genelde gıda işiyle meşgul olduklarını öğrendim. Bir de Türkçe öğrenmeye itibar eden yerli halktan kimseler olduğunu.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO