MOLA
Mahyalar
Ramazan gecelerinde, İstanbul gökleri de, yüreklerden taşan Tanrı aşkı gibi selâtin camilerinin minareleri arasında nurdan örülmüş “Safa geldin, Ya Ramazan, Elhamdülillah, Bismillah, Ya Hazreti Allah, Ya Mennan, Ya Kerim, Şefaat Ya Resulullah, Ya Ali”lerle süslenirdi. Sanki ışıklar elenerek zerreler haline gelmiş, sonra inci dizileri gibi parlayarak birbirine yaklaşmış, sonra da toplanmış, şekillenmiş, kutsal bir yazı bazen de bir resim olmuşlardı. Evet, ışıktan resimler de çizerlerdi mahyacılar. O zaman gül, lâle, şebboy, çadır, Kız Kulesi, balık, cami, minber, hilâl, köşklü kayık, üç çifte piyade resimleri, ressamlaşan bir esinle uçarak gökyüzünün sonsuzluğunda minareler arasında konmuş denebilirdi. Ben çocukluğumda en ziyade gül resmine bayılırdım. Sonra kayık mahyaları da… Sanki bu köşklü kayıkların içine mü'min ruhları almışlar, nur içinde cennet kapılarına götürüyorlar gibi bir düşünceye de dalardım belki.
Bu mahyalar nasıl kurulurdu? Çok usta olan mahyacılar, daha gündüzden o gece kuracakları mahyanın yazısını veya resmini dört köşe kağıtlar üzerine çizerek planını hazır ederlerdi. Sonra, akşam olunca, bir minareden öbür minareye bir ana ip uzatır ve bu ana ipin aşağısına başka ipler sarkıtırlardı. İşte ışıklı kandiller eldeki plana göre sarkıtılacağı iplerin ucuna bağlanıp makaralı düğümlerle teker teker boşluğa kaydırılır, ana ipin çekilmesi ile de iki minare arasındaki yazı veya resim belirirdi. Eskiden bu kandillerde zeytinyağı kıllanılırdı, camilerde olduğu [35] gibi. Fakat bu kandiller fitilleri bitince sönerlerdi. Şimdi elektrik kullanıldığından, mahya kandillerinin sert bir rüzgârla sönmesi ihtimali ortadan kalkmış bulunuyor.
Mahyacıların bir de Kadir ve Arife gecelerinde minarelere kaftan giydirmeleri vardı. Bu, minarelerin külâhından şerefelerin alt kısmına kadar aydınlatılması demekti.
Evlerde kayık mahyayı Nuh’un gemisine [36] benzetenler var mı idi bilmem. Fakat ben belki de, Kırkçeşme’deki mescidin bahçesindindeki kavuklu mezar taşlarını bile çocuk hayalimle ışıldatır, rüyalarımda o mescitle beraber göklere çıkarırdım. Hazreti Yusuf’un boşlukta duran akik ve zümrüt parıltılı tahtı gibi bir yüksekliğe çıkardı muhayyilem. Anneannemin bana anlattığı masalların fantastik levhaları ile gökteki bu yalabık resimleri birbirine karıştırdığım da olurdu. Bu pırıl pırıl ışıyan resim mahyalarda hayalimin kanatlarını şiir ufuklarına uçuran ilk sanat tepkilerim, ilk sanat uyanışlarım idi. Bu mahyalar bana ninemden çok kere dinlemiş olduğum Zümrütüanka masalından daha ziyade şiirin ve meçhulün kapılarına açıyor, ilk ilham kıpırdanışlarını beş altı yaşımın bir köşeciğinde zihnime nakşediyordu. Bunun için Ramazan'daki bu mahyaları seyretmekten her zaman zevk duymuşumdur. Çocukluğumda ailemden aldığım din terbiyesinin etkisi ile gökte asılı duran nurlu “Allah” kelimesinden duyduğum vecde benzer bir haz ile…
Kaynak: Halit Fahri Ozansoy, Eski İstanbul Ramazanları, İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri, 1968, ss. 34-36.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO