“Arap Baharı”nın İlk Demokratik Deneyimi: Tunus Seçimleri

Muzaffer Şenel, Hasan Kösebalaban, Ufuk Ulutaş

2 Kasım 2011
Değerlendirme:
Abdullah Ayasun

Nasıl ki 1919, Ortadoğu denen modern politik ve jeopolitik olguya hayat ve şekil veren tarihî bir eşik ise, kuşkusuz 2011 yılı da sömürgeci güçlerin şekillendirdiği bölgede halkların kendi iradeleri ile yeni bir döneme kapı araladıkları tarihî bir ana işaret eder. Henüz yeni başlayan bu sürecin neler getireceği tam olarak bilinmemekle birlikte hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı aşikâr. Domino etkisiyle bütün bölgeyi kasıp kavuran, rejimleri deviren “Arap Baharı”nın –bir başka ifadeyle Arap devrimlerinin– patlak verdiği, tarihin yeniden yazıldığı yer ise nispeten istikrarlı bir ülke olan Tunus.

Bu bağlamda 23 Ekim’de “Arap Baharı”nın meyvesi olarak Tunus’ta yapılan ilk demokratik ve özgür seçimler, dünya kamuoyunda özel bir ilgiye mazhar oldu. Küresel Araştırmalar Merkezi de “Arap Baharı”nın seyrine ilişkin turnusol kağıdı işlevi görmesi beklenen seçimleri gözlemci sıfatıyla yerinde takip eden İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Hasan Kösebalaban ve Muzaffer Şenel ile SETA araştırmacısı Ufuk Ulutaş’ı bilgi ve gözlemlerini dinlemek üzere davet etti. Ülkenin farklı bölgelerinde sandık başlarında görevlendirilen konuşmacılar, farklı siyasî gruplarla yaptıkları görüşmeleri ve Tunus’taki genel siyasî atmosferi oldukça önemli ayrıntılara da yer vererek anlattılar.

Hasan Kösebalaban, “Arap Baharı” ile birlikte, Kıta Avrupası’na yakınlığı ile dikkat çeken ve sadece coğrafî değil, kültürel ve iktisadî açıdan da Avrupa’nın Afrika’ya açılan kapısı mahiyetindeki 10 milyon nüfuslu Tunus’ta uluslararası güçler arasındaki rekabetin kızıştığına ve Fransa’nın hegemonik konumunun sarsıldığına dikkat çekti. Ekonominin hâkim gücü olan Fransa, yabancı yatırım pastasının neredeyse %90’ını tek başına elinde tutuyor. Kültürel anlamda da varlığını hissettiriyor, öyle ki halkın çoğu gündelik hayatta Arapça yerine Fransızcayı tercih ediyor. Nahda lideri Raşid Gannuşi’nin buna karşı önlem alınacağını ve iktisadî dilin tekrar Arapçalaşması gerektiğini seçim kampanyasında defaatle dile getirmesi boşuna değildi.

Kösebalaban’a göre Fransa, Tunus’taki devrimden en çok zarar gören ülke konumunda. Fransa’nın gösteriler patlak verdiğinde Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin bin Ali tarafında yer alması, çıkarlarını koruma güdüsünden ileri geliyordu. Ancak bu katı tutumu, Fransa’nın kaybedenler arasında yer almasına sebep olabilir. Nitekim seçimin galibi Nahda’nın verdiği ilk sinyaller, Tunus dış politikasında esaslı bir değişime işaret ediyor. Hareketin temel felsefesi, Tunus’un tek bir ülkeye ya da bloğa bağımlı olmasını önlemek. Bin Ali dönemindeki Fransız bağımlılığına gönderme yapan Nahda’nın yeni söylemi, Tunus’un çıkarlarına hizmet edecek şekilde daha fazla aktör ve bölge ile pro-aktif bir diplomatik ilişkiyi ve karşılıklı bağımlılığı temel alıyor. Bu bağlamda, Arap Dünyası’na model ülke olarak lanse edilen Türkiye dışında, post-kolonyal dönemde diktatörlük sonrası serpilen İslâmî demokrasilerin iyi birer temsilcisi olan Malezya ve Endonezya ile ilişkilerini geliştirmek istiyor. Yeni dönemde durgun ekonomiyi canlandırmak için yabancı yatırımı da teşvik edecek biçimde daha fazla sayıda ülkenin kamu ihalelerine katılacağını ifade ediyor. Yine de Ufuk Ulutaş’a göre Fransa’nın etkisinin ve hâkim pozisyonun değişmesi bir kuşak daha alacaktır.

Tunus diğer Arap ülkelerine nazaran oldukça eğitimli bir genç nüfusa sahip. Ancak eğitimli gençlerin beklenti ve taleplerine cevap verebilecek bir sosyoekonomik sistem mevcut değil. Muzaffer Şenel’in ifadesine göre ülkede 2 milyonu aşkın işsiz var ve bunların 700 bini gençlerden oluşuyor. Genç işsizlerin 200 bini üniversite mezunu. İş sahibi olanların ise çoğunluğu eğitimleriyle alakasız işlerde çalışıyor. Demokratik bir yapı olmadığı için sosyal anlamda dikey bir hareketlilik, yani yükselme sözkonusu değil. Bu sosyal tıkanıklık, sistemi de bir anlamda kilitliyor. Devrimin işte böyle bir sosyoekonomik arkaplanı var Şenel’e göre. Zaten meydanlarda atılan sloganlar da Tunusluların beklentilerini özetliyordu: özgürlük, adâlet, ekmek ve onur.

Tunus’un iç siyasî dengelerine odaklanan Şenel ve Ulutaş’ın verdiği bilgiye göre ülkedeki temel siyasî fay hattı İslâmcılık-laiklik ekseninde ilerliyor. Prensip olarak herkes demokrasiden yana olduğunu ifade ediyor ve kimse Zeynel Abidin Bin Ali günlerine dönmek istemiyor. Ancak seküler modernistler ülkenin geleceğinden endişeli.

Ulutaş, seçim propagandasına dair ilginç bir noktayı aktardı: Temel sloganı “özgürlük, kalınma ve adâlet” olan ve ülkenin her yerinde seçime girebilen tek parti olarak dikkat çeken Nahda, AK Parti’nin seçim kampanyasından istifade ederken, seküler elitlerin temsilcisi olan İlerici Demokratik Parti (PDP) de CHP’nin laiklik etrafında şekillenen seçim kampanyalarını model aldı ve seçim stratejisini Nahda karşıtı bir söylem üzerine inşa etti. “Tehlikenin farkında mısınız?” şeklindeki ilanları bu noktada dikkat çekiciydi. Öte yandan Ulutaş, her partinin kendi pozisyonuna göre Türkiye’nin başarısını yorumladığını anlattı. Buna göre Tekettül Partisi iktisadî kalkınmayı model alırken, PDP Türkiye’nin başarısının sırrını laik demokratik yapısında görüyor; Nahda’ya göre ise Türkiye, demokrasi, liberal ekonomi ve İslâm’ın başarılı bir şekilde mezcedildiği model bir ülke.

Kösebalaban’ın vurguladığı gibi Gannuşi, İslâmî demokrasi ve liberalizmin fikir babalığını ve teorisyenliğini yapan bir isim. AK Parti ise bu teorinin hayata geçmiş halini temsil ediyor ki zaten Gannuşi, AK Parti deneyimini model alacağını açıkça ifade etti.

Kösebalaban’a göre, Tunus’taki gösterilerin ve Bin Ali sonrasında iktidara gelişine kesin gözüyle bakılan Nahda’nın Batı medyasına yansıma şekli, bu ülkelerin politikalarına da ışık tutuyor. Bu çerçevede, ABD medyası Nahda hakkında ılımlı söylemiyle dikkat çekerken, Fransız medyası İslâmî eğilimli partiyi terörize ederek Batı için tehlikeli olduğu yönünde propaganda yürüttü. Wall Street Journalgazetesindeki bir makalede, Nahda’ya şans tanınması gerektiği, aksi takdirde marjinalize olup el-Kaideleşebileceği uyarısı Washington’ın resmî yaklaşımına da ayna tutuyor. ABD, Batı’daki muhtemel bir Nahda iktidarına karşı çekimser ve tedirgin yaklaşımın aksine, Tunus’ta demokrasi olgusunun denenmesinden yana. Zira Tunus deneyimi, başarısız olması durumunda dahi başka ülkeleri menfi etkilemeyeceği için “risksiz” olarak görülüyor. Amerikan iyimserliğinin arkasında başka hesaplar da mevcut. Devrim öncesinde iktisadî alandaki varlığı oldukça sınırlı olan Amerika, Nahda’ya tanıdığı opsiyonla bu alandaki ilişkilerini geliştirmeyi hedefliyor.

Son olarak konuşmacılar, Tunus’u diğer Arap ülkelerinden farklı kılan hususlara –güçlü orta sınıf, eğitimli ve nispeten homojen bir nüfus– değinerek iktisadî açıdan bu ülkenin hızla kalkınabileceğini belirttiler. Etnik, mezhepsel ve sekteryen fay hatlarıyla bölünmemiş olan bu ülkede İslamcılık-laiklik eksenindeki kutuplaşmanın demokrasi içinde eritilebilir olduğuna da dikkat çektiler.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.