Türkiye Çözüm Sürecinin Neresinde? Güneydoğu’dan İzlenimler

Yılmaz Ensaroğlu

25 Eylül 2013
Değerlendirme:
Yunus Bağırmaz

Son günlerde ülke gündemini en çok meşgul eden konuların başında “Kürt Meselesi”ile ilgili atılan adımlar geliyor. Cumhuriyet’in tek tip bir ulus yaratma projesinden günümüze miras kalan bu meselenin çözümüyle ilgili teşebbüsler yeni değil. Ancak teşhislerin yanlış konmasından dolayı yapılan tedaviler bir işe yaramadığı için mesele bugünkü “kangren” vaziyetini alarak kronikleşti. Çözüm sürecinde ne aşamaya geldiğimiz konusunda görüşlerini dinlemek üzere KAM, eylül ayında çok değerli bir ismi, SETA Hukuk ve İnsan Hakları Direktörü Yılmaz Ensaroğlu’nu davet etti. Sürecin en önemli ayaklarından biri olan ve Türkiye’nin her bölgesindeki farklı toplumsal grupları biraraya getirerek yüz yüze konuşmalarını sağlayan “Âkil Adamlar Heyeti”nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi başkanlığını da yürütmüş olan Ensaroğlu, bölgeyi ziyaretleri sırasında edindiği izlenimleri de bizimle paylaştı.

Ensaroğlu, aradan geçen uzun zamana karşın meselede gözle görülür bir mesafe kat edilemeyişini, Cumhuriyet tarihi boyunca bütün siyasi sorunları birer güvenlik/asayiş sorununa indirgeyen ve dolayısıyla militarist/güvenlikçi bir tavır takınan devlet anlayışının varlığına bağladı. Uzun yıllar boyunca bölgeyle ilgili tek bilgi kaynağının Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği’nin açıklamaları olmasından dolayı halkın kahir ekseriyetinin bölgede yaşananlardan bihaber kalmasını ve neticede bir önyargı oluşmasını, yaşanan karmaşanın en büyük sebebi olarak zikretti. Yeni sürecin öncekilerden farkına da dikkat çekti: Konuşarak ve daha demokratik/barışçıl yöntemlerle siyaset üzerinden meseleye çözüm üretmeye çalışan siyasi bir irade olması ve kullanılan yeni enstrümanlarla beraber herkesin acemisi olduğu bir sürece girilmesi.

Güneydoğu Anadolu Heyeti, bölgede toplumun her kesiminden yaklaşık 11.000 insanla görüşmüş ve bu temaslar neticesinde ülkemizin batısında hararetle tartışılan bölünme/ayrılma gibi kavramların bölge insanının gündeminde dahi olmadığını bizzat gözlemlemiş. Ensaroğlu, barış konusunda bölgede tam bir mutabakat havası olduğunu, ancak sürecin kesintiye uğrama ihtimalinden halkın çok büyük bir endişe duyduğunu ve oluşacak yeni düzene adaptasyon konusunda zihinlerde bazı soru işaretleri olduğunu aktardı.

Konuşmasında Cumhuriyet’le beraber halifelik gibi önemli bir kurumun ortadan kaldırılması ve otoriter-laik sistemin dayatmalarıyla beraber Kürtlerin zihnen devletle hiçbir ilişkilerinin kalmadığını belirten Ensaroğlu’na göre, devlet inkâr, asimilasyon, ret, tehcir ve tenkil politikalarıyla Kürtler arasında bir uluslaşmabilinci ve talebi oluşmasına sebebiyet verdi. 12 Eylülcülerin vurduğu darbe, PKK’ya sempati duymayan kitlelerin dahi “Dağa çıkmaktan başka çare kalmadı” şeklinde düşünmelerine yol açtı. 1990’lı yılların sonlarına kadar yaşanan hadiselerle beraber Kürt meselesinin bir “modern kimlik sorunu” hâline geldiğini söyleyen Ensaroğlu, an itibarıyla ortada bir “korucu sorunu”, “iç göç meselesi” gibi kavramlardan öte “uluslararasılaşmışbir sorun” olduğuna vurgu yaptı. Sorunun güvenlikçi politikalar ekseninde halledilme çabasının siyasi, hukuki, iktisadi ve insani alanda açtığı yaralara dikkat çekti.

Ensaroğlu’na göre, AK Parti’nin tek başına iktidar olmasıyla beraber başlayan AB üyelik müzakereleri ve Kopenhag Kriterleri’ne uyum ekseninde gerçekleştirilen reformlarla beraber Kürtçeyle ilgili birtakım yasakların ve olağanüstü hâlin kaldırılması nispi bir rahatlama getirdi. Asıl önemli nokta ise Tayyip Erdoğan’ın Ağustos 2005’te Diyarbakır’daki konuşmasında “Kürt Sorunu” diyerek Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez başbakanlık düzeyinde sorunun ismini koyması ve helalleşme sinyali vermesiydi. Ancak bu konuşmanın altı doldurulamadığı gibi AK Parti reformlardan yana çok ciddi bir fren yaptı, hatta zaman zaman geri vitese takarak terörle mücadele gibi bazı hususlarda kötü yasal düzenlemelere imza attı. Ensaroğlu 2009’da “Kürt Açılımı”, “Demokratik Açılım” ve nihayetinde de “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” şeklinde gelişen süreçte hükümetin kendini iyi anlatamadığına, ancak bu tarihten sonra açılım sürecinin en büyük getirisinin sorunun sosyalleşmesi olduğuna, sürece en büyük darbenin ise KCK operasyonlarıyla vurulduğuna dikkat çekti. Çünkü bu operasyonlarla toplumda etkili birçok kanaat önderi de gözaltına alındı. Yine bundan sonra gerçekleşen anadilde ifade kriziyle de yargı-kolluk işbirliğiyle sürecin sekteye uğratılmasına yönelik bir operasyon yapıldı ki bu operasyon hâlen devre dışı kalmış değil.

Gelinen noktada bölge halkının tamamının sürece desteğinin tam olduğunun altını çizen Ensaroğlu, özellikle çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bazı bölgelerde kamusal alanda büyük bir daralma olduğuna ve buralarda PKK’nın hem eylem hem de söylem bazında hegemonya sağladığına işaret ettikten sonra, bu durumun oluşan yeni havayla tedricen değiştiğini ve PKK dışı unsurların da yavaş yavaş seslerini çıkarmaya başladıklarını söyledi. Reformlar konusunda PKK’nın çıtayı sürekli yükselttiğine dikkat çeken Ensaroğlu, hayata geçirilen bazı reformların da zamanlama konusunda başarısız olduğunu, mesela TRT6 kurulduğu dönemde sayıları 10’u bulan Kürtçe kanalın zaten uydudan yayın yaptığını, dolayısıyla yapılacak reformların anlamlı bir çerçeveye oturması gerektiğini belirtti.

Ensaroğlu, halktan gelen talepler ve görüşler temel alınarak hazırlanan Âkil İnsanlar Heyeti’nin Güneydoğu Anadolu Raporu’nda vatandaşlık ve anadil gibi belli başlı konular olduğunu söyledi. Bu bağlamda yeni anayasa çalışmalarıyla beraber bu süreci ele aldığımızda birçok konuda farklı düşünen mevcut dört partinin ortak bir metin üzerinde uzlaşmaya varması imkânsız gibi görünüyor. Ensaroğlu Türkiye gibi çok kültürlü toplumların anayasa yapım süreçlerinde genellikle tedrici bir ilerleme kaydettiğini, dolayısıyla oluşturulan komisyonun mutabakata varılan maddeleri anayasaya geçirmesi, kalan konularda ise yeniden müzakere sürecinin başlatılması gerektiğini belirtti. Son olarak, büyük önem atfedilen Demokratikleşme Paketi konusunda beklentilerin çok da yüksek tutulmaması gerektiğine, 2014’te çifte seçim olacağından hükümetin fazla risk almayacağına dikkat çekti.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.