Zayıf Râvîlere (Duafâ) Dair Literatürün Hadis Araştırmaları İçin Sunduğu İmkânlar

Mustafa Macit Karagözoğlu

2 Kasım 2013
Değerlendirme:
Fahreddin Yıldız

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Mustafa Macit Karagözoğlu, Medeniyet Araştırmaları Merkezinin organize ettiği Tezgâhtakiler serisinin misafiri olarak “Duafâ Literatürü: Doğuşu, Gelişimi, Başlıca Özellikleri ve Rivâyetü’l-Hadis Kitaplarıyla İlişkisi” başlıklı doktora tezinin bir kısmını sundu. Karagözoğlu, sunumuna konuyla ilgili genel bir çerçeve çizerek başladı. Hadis ilmi, esas gayesi olan ve Hz. Peygamber’e nispet edilen bilgilerin sıhhatini tespit için başlıca iki metot kullanmaktadır: (1) Ravilerin tetkiki. (2) Hadis metninin ve muhtevasının incelenmesi. Hadis usulünde bunların ilkine “isnat tenkidi” ikincisine “muhteva tenkidi” denilmektedir. Akademik olmayan yaygın kanaatin aksine “tenkit” kavramı “eleştiri” ile değil “araştırma” ile eşdeğerdir. Dolayısıyla “hadis tenkidi”, “hadis eleştirisi” anlamına gelmemektedir.

İsnat tenkidi ve ravilerin durumlarıyla ilgili eserleri üç grup hâlinde incelemek bir gelenek hâlini almıştır: (1) Güvenilir raviler hakkındakiler (sikât). (2) Zayıf ve sağlam ravileri bir arada ele alanlar. (3) Haklı veya haksız tenkide uğramış ravileri inceleyenler (duafâ). Bunlardan ilk ikisi detaylara ve gerekçelere inmediği ve ulaşılan hükmü serdetmekle yetindiği için raviler hakkındaki bilgiler açısından yetersizdirler. Duafâ kitapları ise ravinin neden zayıf olduğunu gerekçeleriyle açıklamak durumunda oldukları için detaylı bilgiler içerirler. Dolayısıyla hadis ve sıhhat araştırmaları için doyurucu kaynaklardır. Duafâlar sadece zayıf raviler için değil sikalar için de önemli birer kaynaktır. Çünkü zayıf ravinin niye zayıf olduğunu ifade etmek aslında onun nasıl sika olabileceğini anlama imkânı sağlamaktadır.

Duafâ literatürünün kendi içindeki gelişime, özellikle “zayıf raviyi tespit” hüviyetine ne zaman kavuştuğu veya bundan ne zaman uzaklaştığına bakacak olursak karşımıza kronolojik ve sistematik açıdan örtüşen ana hatlarıyla dört dönem çıkacaktır. İlk safhayı Buhârî (ö. 256/870), Cüzcânî (ö. 259/873), Ebû Zür’a (ö. 264/878), Nesâî (ö. 303/915) gibi âlimler oluştururken ikinci safhayı ise Ukaylî (ö. 322/934), İbn Hibbân (ö. 354/965) ve İbn Adî (ö. 365/976) gibi duafâ literatürünü hadis tenkidinin merkezine getirmiş münekkitler oluşturmaktadır. Karagözoğlu, Ukaylî’nin Kitâbu’d-Duafâ ve’l-metrûkîn’i, İbn Hibbân’ın Kitâbu’l-Mecrûhîn’i ve İbn Adî’nin el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl’inin üzerinde dikkatle durulması gerektiğini dile getirdikten sonra müelliflerin muhtemelen birbirlerini görmediği, dolayısıyla biri diğerinin tekrarı olmayan bu teliflerin, duafâ literatürünün hakkıyla anlaşılabilmesi açısından hayati önem taşıdığını belirtti. Üçüncü dönem, raviler hakkında tafsilata yer vermemesi bakımından birinci döneme benzerliğiyle dikkat çekmektedir. Bu ara dönemi anlamak için şöyle bir anekdot yeterlidir. Duafâ müelliflerinden Dârekutnî’ye (ö. 385/995) bir öğrencisi zayıf raviler hakkında kitap yazmak istediğini söyleyince o “Elinde İbn Adî’nin el-Kâmil’i yok mu?” der. Öğrencisi “Evet” deyince “Onun üstüne bir ilave yapılmaz.” diye cevap verir. Dördüncü ve son dönem, İslâm medeniyetinin pek çok açıdan yeni tanımlamalarla karşılaştığı bir dönemdir. Bu süreçte İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 751/1350) Kitâbu’d-Duafâ’sı, Zehebî’nin (ö. 748/1347) Mîzânü’l-i‘tidâl’i ve İbn Hacer’in (ö. 852/1449) Lisânu’l-mîzân’ı gibi başyapıtlar görmekteyiz. Ancak ravi sayıları önceki üç dönemden çok daha fazla olan bu eserler muhteva itibarıyla ikinci dönemin gerisindedir.

Karagözoğlu, çizdiği bu genel çerçeveden sonra ikinci dönemin önemine temas etti. Bu dönemi ehemmiyetli kılan başlıca husus dönemdeki taz‘îf faaliyetinin gerekçeleriyle birlikte gerçekleştirilmesidir. Şöyle ki metniyle birlikte ele alınan bir rivayet, sika ravilerden gelen başka bir rivayete muhalefet ediyorsa bu durumda ravinin hatalı nakilde bulunduğuna, dolayısıyla zayıflığına hükmedilir. Öte yandan İbn Adî bir raviyi ele alırken onun hakkında Buhârî, Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ve Yahya b. Saîd el-Kattân (ö. 198/813) gibi üç önemli münekkidin düşüncelerini isnatlı olarak vermektedir. Kronolojik ve sistematik açıdan karşılaştırma imkânı sunması ve Yahya b. Saîd el-Kattân’ın pek çok görüşünün kaybolmadan günümüze gelmesini temin etmesi bakımından İbn Adî ayrı bir önem taşımaktadır.

Metin tenkidinin yapıldığı başlıca literatürün mevzuat kitapları olduğu kabul edilmektedir. Duafâ literatürü, ele aldığı ravileri rivayetleriyle birlikte incelediği için bir bakıma mevzuat türüne kaynaklık etmektedir. İbn Adî’nin el-Kâmil’inden somut örnekler vererek sunumunu tamamlayan Karagözoğlu, duafâ literatürünün günümüz hadis çalışmalarına yapabileceği katkılar üzerinde durdu. Erken devir hadis tenkidi faaliyeti hakkında veriler sunması, taz‘îf faaliyetini gerekçeleriyle birlikte yapmış olması, sened ve ravi tenkidi arasındaki ilişkiyi göstermesi gibi özellikleriyle duafâ literatürü, günümüz hadis tenkidi çalışmalarına önemli katkılarda bulunma kapasitesine sahiptir.

Duafâ literatürü isnat tenkidiyle doğrudan, muhteva tenkidiyle dolaylı olarak ilgilidir. Ancak sened, metin ve muhteva tenkidi birbirinden farklı şeylerdir. Hadisin içeriğinin Kur’an’a aykırı olması muhteva tenkidiyle ilgili iken farklı lafız kullanımları, anlamı değiştirmeyecek metinsel farklılıklar metin tenkidinin alanına girmektedir. Karagözoğlu, araştırmaları sonucunda duafâ literatüründe beklentisinin aksine muhteva tenkidinin metin tenkidinden az olduğunu tespit etmiştir. Bir diğer önemli husus da duafâ literatürünün zayıf ravileri değil, tenkide uğramış ravileri içermesidir. Zira isim benzerliklerinden kaynaklanan karışıklıkları önlemek başta olmak üzere birçok farklı gerekçeyle sika raviler duafâ kitaplarında yer alabilmektedir. Ukaylî’nin bütün otoritelerce sika kabul edilen Ali b. el-Medînî’yi (ö. 234/848-49) duafâ arasında sayması buna somut bir misaldir.

Karagözoğlu, araştırması süresince dikkatini çeken bir başka meselenin de münekkitlerin otoriteleşme süreçleri olduğuna temas edip sunumunu sonlandırdı. Ona göre, Yahya b. Maîn’in “Biz bir hadisi otuz vecihten yazmadıkça kendimizi onu öğrenmiş saymazdık” sözünden hareketle, eğer hadis ilminde otorite veya münekkit tanımı yapılacaksa bu tanımda yer alması gereken temel unsurun, “bir rivayetin farklı tariklerine sahip olup onları mukayese edebilme kabiliyeti” olmalıdır.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.