Fahreddin Râzî Sonrası İlimler Tasnifi Literatürü III. Oturum

A. Taha İmamoğlu, Şükran Fazlıoğlu

14 Şubat 2015

Değerlendirme:Ahmet Tahir Nur

Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi, Fahreddin Razi Sonrası İlimler Tasnifi Literatürü toplantı dizisinin üçüncü oturumunda Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Şükran Fazlıoğlu ile Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı’ndan Yrd. Doç. Dr. Abdullah Taha İmamoğlu’nu konuk etti. İlk konuşmacı Şükran Fazlıoğlu, Molla Lütfi olarak bilinen Lütfullah b. Hasan et-Tokadî’nin (ö. 904/1498) eseri el-Metâlib el-ilâhiyye fî mevzûâti’l-ulûm el-lugaviyyeüzerine bir sunum gerçekleştirdi. Başlangıçta Molla Lütfi’nin hayatından kısaca bahseden Şükran Fazlıoğlu, Fatih Sultan Mehmed dönemi alimlerinden Ali Kuşçu (ö. 879/1474) ve Sinan Paşa’nın (ö. 891/1486) öğrenciliği ve Şeyh Vefa’nın müridliği yanında Molla Lütfi’nin hafızu’l-kütüblük vazifesinde de bulunduğuna dikkat çekti.

II.Bayezid’e sunulmuşolan el-Metalib el-İlahiyye’nin Molla Lütfi’nin olgunluk eseri olduğunu ifade eden Fazlıoğlu, daha sonra Molla Lütfi’nin etkisinin görüldüğü eserleri zikretti. Buna göre, el-Metâlib el-ilâhiyye, Taşköprîzâde’nin Miftâhü’s-Sa‘âdeadlı ilimler tasnifi eserine doğrudan ve önemli bir etkide bulunmakla birlikte, Ragıp Paşa ve Sıddık Hasan Han Kannevcî’nin (1307/1890) eserleri üzerinde de etkili olmuştur. Molla Lütfi, el-Metâlib el-ilâhiyye’sinde lugavî ilimleri 73, Arabî ilimleri 29 ve şer‘î ilimleri 44 adet olarak zikretmiştir. Molla Lütfi’nin vaz‘ ilmine verdiği önem ve el-Metâlib el-ilâhiyye’de ilm-i vaz‘ı ilk defa müstakil bir ilim olarak ele alması neticesinde, bu eser bir vaz‘ kitabı olarak da görülmüş ve kendisinden sonraki vaz‘ çalışmaları üzerinde etkili olmuştur. Eserde dil ilimlerinin vaz‘ kavramı merkeze alınarak tanımlanması, daha sonraki dil ilimlerinin tariflerine de etki etmiştir.

Metodolojik olarak her ilmin mevzu, mebadi, mesail, garaz ve faidesini veren Molla Lütfi, her zaman bu yönteme bağlı kalmazsa da cüzden külle gidişte parça bütün arasındaki ilişkiyi hep göz önünde bulundurur. Bu sebeple ilimler tasnifine dilin kaynağı olan sesi ifade eden ilm-i meharicü’l-huruf ile başlayarak hemen peşinde lafız başlangıcını ifade eden ilm-i vaz‘ı ele alır. Eserinde mantık ilmini ve terimlerini kullanan Molla Lütfi, innî ve limmî arasındaki ayrımı göz önünde bulundurur. Tarihi sürecin dilin asli yapısını bozduğunu söyleyerek dil ilimlerinin tasnifinde külli kanunlar yanında pedagojik gerekçeler sunar.

İkinci konuşmacı Abdullah Taha İmamoğlu, Celaleddin es-Süyûtî’nin (ö. 911/1505) en-Nukâye fî Mevzûâti’l-ulûmadlı ilimler tasnifi eseri üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Suyûtî’ye atfedilen Mekâlidu’l-ulûmadlı eserin ise ona ait gözükmediğini belirterek bu kanaatini iki metin arasında çeşitli yönlerden karşılaştırmalar yaparak gerekçelendirdi.

Henüz tam olarak tespit edilemeyen sayıda eser bırakmış olan Suyûtî, bir görüşe göre 799, başka bir görüşe göre de 990 eser kaleme almıştır. Yirmi iki yaşında telif ettiği ve ‘bir şeyin taşan veya seçilen kısımları’ anlamındaki Nukâyeismini verdiği eserinde Suyûtî, bütün ilimlerden derleyip toparladığı on dört ilmi ele alır. Suyûtî’nin Nukâye’ye yazdığı İtmâmü’d-dirâye li Kurrâ-i Nukâyeadlı şerhinin kütüphanelerde Nukâye’den daha fazla nüshası bulunduğu görülmektedir.

Suyûtî’nin Nukâye’de yer verdiği on dört ilim sırasıyla usûlü’d-din (kelam), tefsir, hadis, usûl-i fıkıh, feraiz, nahiv, sarf, hatt, meani, beyan, bedii, anatomi (teşrih), tıb ve tasavvuftur. Eserin mukaddimesinde on dört ilmi niçin bu şekilde sıraladığını anlatan Suyûtî, usûlü’d-din ile başlamasını bu ilmin en şerefli ilim (eşrefü’l-ulûm) oluşu ve insanın mükellefiyeti açısından da en önemli mesele olan itikad ve marifetullah ile doğrudan ilgili oluşuyla açıklar. Usûl-i fıkhı zikredip fıkhı zikretmemesini bir şeyin usülünün aslından daha üstün oluşuyla açıklayan Suyuti, fıkıh ilminden bir nev‘ olarak tanımladığı feraiz ilmini usûl-i fıkıhtan sonra en şerefli ilim sayar. Nahiv ilmini alet ilimlerinin en faydalısı olarak görerek bu ilmin sarftan daha faydalı oluşunu beyan ve meaninin nahiv üzerine inşa edilmesiyle açıklar. Meani ilmini nahvin meyvesi ve zarafeti olarak sunarak beyan ilmini zatın kendisinin onunla kastedildiği ilim olarak tanımlar ve her iki ilmi de belagat ilminin bir parçası sayar. Bu iki ilme tabi olan bir başka ilim olarak bedii zahiri güzellikleri araştırırken tasavvuf batıni güzellikleri araştırır. Son olarak, tıp zahiri ve dünyevi hastalıkların ilacıyken tasavvuf batıni hastalıkların ilacıdır. Suyûtî, mukaddimede saydığı on dört ilmin alt dalları sayılabilecek ilimlere ve onların kavramlarına Nukâye’nin devamında yer verir.

Konuşmacıların sunumlarından sonra oturum, katılımcıların soru ve cevaplarıyla sona erdi. İlm-i vaz‘ın bir yandan ilimler tasnifinde bir ilim olup diğer yandan da ilimler tasnifinin kaynağı olması meselesi hakkında sorulan bir soru üzerine vaz‘ kavramının geniş anlamıyla hem dini ilimlerde kanun koyma hem de dil ilimlerinde dil kurallarının koyulmasını ifade ettiği, bu yönüyle temeddün kavramı ile doğrudan ilişki içerisinde olduğu ortaya kondu.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.