- ANA SAYFA
- ARAŞTIRMA MERKEZLERİ
- KAM
- İki Mimar Viyana’yı Geziyor
KAM YUVARLAK MASA TOPLANTILARI
İki Mimar Viyana’yı Geziyor
Salih Pulcu, Ahmet Kerim Pulcu
25 Şubat 2012 Cumartesi 18:00 Salon: ZEYREK SALONU
KAM “Özel Etkinlik” programında, Ocak ayında Avusturya’ ya bir gezi düzenleyen Mimar-Grafiker Salih Pulcu ile Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde eğitim gören oğlu Ahmet Kerim Pulcu’nun Avusturya izlenimlerini dinleyeceğiz. Konuşmacılar, Avrupa’nın mimari açıdan en önemli şehirlerinden biri olan Avusturya’nın başkenti Viyana’yı ve Avusturya’nın sosyal ve iktisadi hayatını fotoğraflar eşliğinde anlatacaklar. Bu keyifli sohbet, 25 Şubat Cumartesi günü saat 18:00’de Zeyrek salonunda gerçekleşecek.
***
Salih Pulcu: “Viyana, tüm tarihiliğine rağmen canlılığı ve yaşanırlığı ile dikkat çekiyor”
Değerlendirme: Zeynep Gökgöz
Biri öğrenci, biri akademisyen, biri de mesleğini yapmasa da gönlü alanında üç mimar ocak ayında Viyana’ya bir gezi gerçekleştirirler. Bu üç mimar Viyana Teknik Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi gören Ahmet Kerim Pulcu, Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Halil İbrahim Düzenli ve şu an grafikerlikle iştigal eden Salih Pulcu’dur. İçlerinden Halil İbrahim Düzenli konuşmada hazır bulunmasa da ismine sıklıkla yapılan vurgu ile o akşam aslında aramızda sayılırdı.
Sunum Salih Pulcu’nun üç uyarısı ile başladı: “Öncelikle bu sunum, sadece KAM’a değil, vakfın diğer merkezleri SAM, TAM ve MAM’a da atıflarda bulunarak merkezler üstü bir nitelik taşıyacaktır. İkincisi, bu sunum Viyana’nın tarihî mekânlarını, saraylarını, parklarını, bahçelerini, kafelerini, meydanlarını, opera ve tiyatro binalarını merak edenleri aydınlatıcı bilgiler içermemektedir. Üçüncüsü, geziye çıktığımızda böyle bir konuşma niyeti taşımadığımızdan gezdiklerimizi, gördüklerimizi sizinle paylaşırken beklentilerinizi yüksek tutmamanız önemle rica olunur!”
Dedikleri gibi de yaptılar. Biz ne Belvedere’yi ne Sisi efsanesini dinleyebileceğimiz Hofburg Sarayı’nı ve tiyatrosunu ne Devlet Opera Binası’nı ne Sanat Tarihi Müzesi’ni ne de meşhur dönme dolabı görebildik. Schönbrunn Sarayı, Stephan Katedrali, Parlamento ve Veba Anıtı ile 1900’lerin başında Viyana Okuluna karşı çıkanların bir araya geldiği Secession Binası’nın ise en azından fotoğraflarını görebildik, hikâyelerini dinleyemeden... Bize turistik bir turun vaat ettiklerini değil, kendi çizdikleri rota üzerinden bir şehrin sokaklarında mimari bakış, duyuş, düşünüş nasıl işlerin, bir anlamda şehir analizi nasıl yapılırın dersini verdiler.
Viyana’da yaşayan biri olarak Ahmet Kerim Pulcu’dan kısaca şehrin özelliklerini dinledik öncelikle: “Viyana yüzyılın başında Avrupa’da nüfusu milyonu geçen dört şehirden biri iken Birinci Dünya Savaşı ile nüfusunun dörtte birini kaybeder. Şu anda ise nüfusu iki milyona yaklaşmış durumdadır. Tuna Nehri kuzey-güney doğrultusunda şehri ikiye böler. Batıda kalan kısım eski kenttir; doğu ise yapılaşmanın yoğun olduğu, şehrin genişlediği kısımdır. Yirmi üç bölgeye ayrılan şehrin her bir bölgesi için bir numara verilir. 1. Bölge, yani Innere Stadt eski şehirdir ve 1850 yılına kadar şehir sadece bu bölgeden oluşmuşken zaman içinde genişler.” İstanbul’un aksine Viyana’da gökdelenlerin olmaması, seyyahlarımızın panoramik bir manzara yakalamalarını güçleştirmiş; bunu “şehirlilerin ekonomik durumlarının bir göstergesi (!)” sayarak manzarayı ancak şehrin biraz dışındaki Kahlenberg Tepesi’ne çıkarak seyre dalmışlar. Şehrin tümünü görebileceğiniz bu tepe, aynı zamanda Osmanlı ordularının konuşlandığı yer olmasıyla da hatıraları canlandırıcı bir etkiye sahip; tabii kimine iyi, kimine kötü...
“Gotik, Barok, Neoklasik, Art Nouveau ve eklektik yapıların yanı başında günümüz mimarlarının en sıra dışı örneklerini görmek ilgi çekici”
Şehrin ana merkezine vardıklarında (her ne kadar turist yakınlarımızdan ve Ekşi Sözlük’ten edindiğimiz Viyana’nın dünyanın en kasvetli şehirlerinden olduğu şeklinde bir yakıştırma bilgiye sahipsek de) Avusturya’nın başkentinin tüm tarihiliğine rağmen canlılığı ve yaşanırlığı dikkatlerini çekmiş. Özellikle tarihî yapıların hemen yanına yöresine kurulan modern mimari örneklerin çok başarılı bir şekilde çevresi ile uyuma sokulduğunu ve bu uyumun özellikle karşıtlıklar üzerinden sağlandığını görmek onları şaşırtmış. Hassaten de proporsiyonlara en üst seviyeden itina edilmiş; tıpkı Hans Hollein’in ve Adolf Loos’un binalarında olduğu gibi. Binaların içine girdiklerinde ise yaşantı biçimlerindeki farklılıkların mimariyi nasıl etkilediğini görme imkânı bulmuşlar. Gotik, Barok, Neoklasik, Art Nouveau ve eklektik yapıların şehrin dört bir yanındaki yoğunluğuna rağmen bunların hemen yanı başlarında günümüz mimarlarının en sıra dışı örneklerini görmek ilgilerini çekmiş.
“Eski binaların ultra modern katları: Eskiyi korumak ancak mekânın yaşamasıyla mümkün olabilir”
Şehrin tarihî kısmının tüm sıkışmışlığına ve kıstırılmışlığına karşı geliştirilen çözümleri ayrı ayrı etüt edilmeye değer buluyor Salih Pulcu. Bunlardan ilki, yukarıda bahsi geçen eskinin yanına yenisini yerleştirme başarısı. İkincisi, eskiyi hiçbir şeyine dokunmadan koruma tavrı yerine, korumanın ancak mekânın yaşamasıyla mümkün olabileceğini fark etmiş olmaları ve bunun üzerinden çözüm üretmeleri. Eski binaların üzerine ultra modern katlar çıkma gibi. Bu katlar şehrin en yüksek fiyatlı daireleri olup hem eklemlendikleri binanın restorasyon maliyetini karşılıyor hem de binaya prestij katıyor. (Sakın bizdeki kat çıkma hadiseleri zihninizde canlanmasın!)
Üçüncüsü, en küçük ya da metruk ya da olmayacak gözüken yerleri değerlendirme başarısı. Mesela bir metro istasyonunun üzerine inşa edilen kütüphane örneği: Hauptbücherei Wien. Metronun ne gürültüsünü ne de sarsıntısını hissettiğiniz, ayakların yükseltilmesi ile havada bir alan yaratılarak ve de binayı ortadan ikiye ayırarak metronun da gün ışığını alması sağlanan bir yapı denenmiş. Dış kısımda gençlerin “takıldığı” merdivenleriyle buluşma noktası işlevini de üstlenmiş ki zaten bir istasyon oluşunun bunu kolaylaştırıcı etkisi malum.
Bir başka örnek gasometreler. 1886-99 yılları arasında şehrin gaz ihtiyacını karşılamak üzere bina edilen dört tarihî yapının, çeperlerine hiç dokunmaksızın gaz tanklarının kaldırılması suretiyle boşalan iç kısımlarına dört ünlü mimarın inşa ettiği yapılarla sağlanan eski-yeni birlikteliği hayran kalınası. Dört ünlü mimardan Jean Nouvel konut, Coop Himmelb(l)au alışveriş merkezi, Manfred Wehdorn öğrenci yurdu ve Wilhelm Holzbauer ofis olarak dört alanı ayrı ayrı değerlendirmiş. Bu yuvarlak yapıların içlerinde ne taşıdıklarını hissettirmeyen kuruluşlarına karşılık Himmelb(l)au’nun kendi tasarladığı kısmın dışına eklediği ultra modern yapı, burada bir şeyler olduğunun altını şiddetle çizmekte ki gene karşıtlık vurgusu üzerinden.
Belki, alan çözümlemelerine değilse de, bir önceki örnekteki gibi içinde ne olduğunu hissettirmeyen yapılara en iyi örnek, Fernwärme Wien, yani çöpten enerji üretim merkezi. Dışı tamamen eğlence merkezi iddiasını taşıyan, içindeki sevimsizliğe hiçbir göndermesi bulunmayan bir bina.
“Mimari sadece mimarına ait değildir, sanatın diğer dallarıyla paslaşması da değerine değer katar”
Bu yapının cephesine çok benzer örnekleri ressam Hunter Wasser’in Gaudivari cephe düzenlemelerinde de görmek mümkün. Mimari sadece mimarına ait değildir, sanatın diğer dallarıyla paslaşması da değerine değer katar. Bunun bir örneğini Werburg Evlerinde de görüyoruz. Bauhaus etkisiyle yapılan kolektif çalışma örneklerinden. Sanatı toplumsallaştırma, savaşla dağılan insana yeni bir düzen verme misyonunu üstlenen, aynı zamanda sanayi ile kan bağı kurarak sanatın çoğaltılmasına önem veren bir akım. Avrupa’da üç yerleşke yapıyorlar, biri de Viyana’da. Şehrin biraz dışında yer alan yapılarda Adolf Loos ve Clemens Holzmeister’ın da imzası var. Boşluk-doluluk oranlarının ressamlarca belirlendiği, her türlü süsten arındırılmış, ev -içinde yaşanılan bir yer- olduğu için pencereleri olabildiğince küçültülmüş yapılar. Sosyal konut projesi olarak tasarlanan ve ilginçtir malikânelerin yanına konuşlanmış bu evlerin tamamında ikamet hiçbir zaman gerçekleşmemiş. Ama girişteki “Bu binaların sakinleri nerede ikamet ettiklerinin bilincindedir” yazısı da tüm ironikliği ile yerinde duruyor.
“Kâğıt üzerinde geçerli prensipler, fiiliyata döküldüğü anda geçersizleşebilir”
Bu örnek bize kâğıt üzerinde geçerli prensiplerin fiiliyata döküldüğü anda nasıl geçersizleşebileceğini gösterirken aynı durum bir başka yapıda, hem de bir Zaha Hadid projesinde karşımıza çıkıyor. Yaşayan ve bilinirliği en yüksek mimarlardan olan Hadid’in Spittelau’da 2000’li yıllarda gerçekleştirdiği zengin kesime hitap etmesi planlanan konut projesi de beklenen ilgiyi görmemiş; öğrenci yurduna çevrilmiş ve kullanışsızlığı sebebiyle tam doluluk oranı yine sağlanamamış. Bir tren istasyonunun üzerine konuşlanan, ayaklar üzerinde yükselen tamamen asimetrik bir kuruluşa sahip kompleks sadece ilginçliği ile öne çıkıyor. Bu tip yapılar, değişik bir mimari dil oluşturma iddiası taşıyan, farklı olmayı önceleyen, sermayenin kendini göstermek istediği cila yapılara birer örnek teşkil ediyor; gerisi yoktur ve de boştur…
“İşte resim bu, hakikat burada”
Şehre geri dönersek, başarılı birkaç modern mimari örneği dendiğinde öncelikle anılması gereken, MUMOK olarak da bilinen Ludwig Vakfı Modern Sanatlar Müzesi. Yapı hem içeriden hem de dışarıdan o kadar dikkat çekici ki ziyaretçilerin sergilenen eserlerden ziyade binanın fotoğraflarını çektiklerini öğreniyoruz. Diğer önemli bir müze, MUMOK’un tam karşısında yer alan Leopold Müzesi. Müze Meydanı’nda yer alan bu iki müze ve diğerlerinde gördükleri eserler karşısında, iki-üç saat boyunca çok fazla görsele maruz kalmanın bir sonucu olarak, heyecanlarını kanıksama ve gördüklerinin anlamsızlaşması tehlikesiyle karşı kaşıya kalan seyyahlarımız, ardından tek bir resimle, Rafael’in bir tablosuyla nasıl canlanıp “İşte resim bu, hakikat burada” hissini yaşadıklarını da anlattılar.
“Trajik olanın kaotik olacağına inancımız bizi doğrudan çözümsüzlüğe itiyor”
Viyana’da sadece şehircilik ve mimari olarak değil, yaşantı olarak da getirilen çözümlere ve karşılıklı güvene dayalı ilişkiler, plan-program, temizlik gibi öne çıkan özelliklere de vurgu yapan Salih Pulcu, buradaki handikabımızın içinde yaşadığımız kurgunun tek gerçeklik olduğu ve bundan başkasının olamayacağına inancımızdan kaynaklandığı tespitinde bulundu. Trajik olanın kaotik olacağına inancımız bizi doğrudan çözümsüzlüğe itmekte. “Kral çıplak” diyenlerin düştükleri vahamet de cabası.
“Son derece minimal düzenleme ve tasarım öğeleriyle kiliseler, ibadet edilesi mekânlardı”
Sunumun sonlarında karşımıza çıkan, belki kendilerinin karşısına da ilahî bir şekilde çıkartılan(!) (çünkü listelerinde yer almayan yapılardı bunlar) üç kiliseye dair tespitleri de önemli veriler içermekteydi. Farklı Hıristiyan mezheplerine ait bu üç yapı, son derece minimal düzenleme ve tasarım öğeleri içermelerine karşılık, bir o kadar da amacına hizmet eden bir kuruluşa sahipler. Neydi bu amaç? İnsanda ibadet etme iştiyakı uyandırma. Salih Pulcu “ibadet edilesi mekânlar” başlığı altında topladığı bu yapıların bize vermesi gereken ipuçlarının altını çizdi. Bir kere bu yapılar, “Biz buradayız” diye bağırmayan, insanda arınma duygusu uyandırmayı amaçlayan, yeni bir dil kullanmayı da başarabilmiş yapılar. Yaratıcısı ile ilişki kurmayı başarmalarının sebebi sadece daha iyi mekânsal araçlara sahip olmaları olabilir miydi? Düşünülmesi gereken belki de en hayati soru bu idi.
Bana ayrılan sınırlar içinde konuklarımızın Tuna boyu yaptıkları geziye dair izlenimlerini, Wachau Vadisi’nin doğal ve tarihî güzelliklerini anlatmaya fırsat bulamadım. Aynı seyyahlarımızın, ellerindeki listede yer alan geriye kalan yirmi yapıyı ziyaret etmek için sürelerinin yetmediği gibi!
Bilim ve Sanat Vakfı (Foundation for Sciences and Arts)
Küresel Araştırmalar Merkezi (Centre for Global Studies)
Adres: Vefa Cad., No: 41, 34134, Vefa/İstanbul
Tel: +90 212 528 22 22 / 801-802
Faks: +90 212 513 32 20
E-Posta: [email protected]
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ