15 - Dünyada Türk Tarihçiliği

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Önce “Tarih öldü” dediler. Sonra otopside anlaşıldı ki, tarihin katilleri olarak gösterilen küreselleşme, postmodernizm ve çokkültürlülük bizzat kendileri tarihsel birer fenomendi. Ardından kimliklerin hafızayla ilişkisi, geçmiş anlatılarının toplum, kültür ve siyaset düzleminde istimali ve suistimali, hatırlamanın ve bastırmanın psikolojik işleyişi gibi konular bir anda entelektüel dünyayı istila etti. Bu istila popüler kültüre, özellikle sinema ve diziler dünyasına sıçradı. Bosna ve Kosova’nın geleceğinden AB’nin genişlemesine, mikromilliyetçiliklerden azınlık haklarına kadar dünyada bütün siyasal ve sosyal tartışmalar tarih eksenli tartışılmaya başlandı. Tarihin dönüşü muhteşem oldu.

Tarihin sonu”nun defalarca deklare edildiği şu son yirmi yılda yaşanan büyük çalkantılar, kısacası, dünyanın çehresini değiştirdi. Sadece yaşanan dünya değil, insanla ve toplumla ilgilenen bilimlerin dünyası da sarsıldı. Soğuk Savaş sonrası dünyada, özellikle Avrupa’nın doğusunda olup bitenler entelijensiyayı ve akademyayı modernleşme, Batılılaşma, gelişme, değişim gibi kavramlar üzerinde yeniden düşünmeye sevk etti.  

Büyük anlatıların çöküşü hızlandığı gibi çift kutuplu uluslararası ilişkilerin taktığı prangalardan boşanan zihinler millî tarih hapishanelerinin duvarlarını aşındırmaya başladılar. Evvelden aldığı darbelerle sendelemekte olan Avrupa-merkezci perspektifler hiç olmadığı kadar zemin kaybetti. İletişimde yaşanan devrimlerle devridaimini artıran küreselleşme, postmodern bakış açılarını her havada teneffüs edilir hale getirdi. 

Toplumsal teoride yaşanan zihniyet değişimi tarihçileri de etkiledi. Çünkü tarih sadece dünle ilgili değildir, bugünle ve yarınla iletişmeden duramayan bir bilgi alanıdır. Tarih geçmişi yazar, ancak bunu yazıldığı günün ve yazdığına bakacağı ertesi günün zaviyesiyle yapar.  

Türkiye tarihinin Tanzimat’tan Cumhuriyet’e uzanan sürecine de eskisi gibi bakma imkanı kalmadı. Bernard Lewis ve Niyazi Berkes’le bayraklaşan teleolojik okumanın diktiği umdeler yıkıldı. Artık bu dönemle ilgili tarih incelemeleri geleneksel-modern karşıtlığına ve bu karşıtlıktan kaynaklanan kesin ve keskin bir kopuşa değil, devamlılığa vurgu yapacak. Daha önemlisi, bu devamlılıktan anlaşılan illa seküler ulus-devletle sonuçlanmaya mahkum bir mecburi reformlar silsilesi tarihi olmayacak.  

Osmanlı devrinin gerçekleri basit dikotomilerle açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Moderniteyle ilgili yeni perspektifler sayesinde modernlik artık varyasyonlara sahip açık uçlu bir insanlık durumu olarak algılanabiliyor: Modernlik bir defada ve herkes için aynı formda tamamlanabilecek bir proje değildir. Modernleşme basitçe bir Batılılaşma eğilimi de değildir. Batılı modernite örnekleri tarihsel öncelliklerine ve halen referans olarak kullanılmalarına rağmen tek yegâne otantik modeller değildir. Modernleşmenin bir ülkede alacağı şekli tarih, kültür ve medeniyet bağlamları belirliyor. Her toplum, modernleşme denilen ve radikal kurumsal dönüşümleri de kapsayan süreci kendi şartları dâhilinde tecrübe ediyor. 

Osmanlı metamorfozu artık tarihçiler için yerli kökleri olmayan ve yalnızca kapalı bir çevrenin Batı Avrupa’dan kurumlar ithal etmesinden ibaret bir süreç değildir. Osmanlı tarihine bakılan prizmalar değişmiştir ve bu bakımdan paradigmatik bir dönüşüm yaşanmaktadır. Dünya siyasetinde Demir Perde’nin kalkması gibi, tarihçinin gözündeki perdeler de kalkmış ve tarihsel bilgiyle eski modeller arasında algıladığı şizofrenik uyuşmazlıklar, kavramsal çerçevelerin değişmesiyle beraber buharlaşmaya başlamıştır. Avrupamerkezci tarihler Avrupa’nın hegemonik gücüyle ne kadar irtibatlı i(diy)se, dünyada itibarı değişen coğrafyaların tarihten aldıkları pay da değişecektir. Elbette ikibinli yıllarda Türkiye’nin kendine gelmesinin, kendiliksiz halinden kurtulmasının da bütün bu gelişmelerde etkisi vardır. 

Son otuz yılda Osmanlı tarihçiliği uluslararasılaştı ve çoğulculaştı. Osmanlı tarihçiliğinin yapıldığı yerler çoğaldığı gibi, çalışmalar konuları itibariyle fevkalade çeşitlendi. İkibinli yıllarda bu çoğalışın ve çeşitlenişin hızını takip etmek bile zorlaştı. TALİD’in bu sayısı bu çokluğun ve çeşitlenmenin an itibariyle durumunu resimliyor. 

Daha önce de buna benzer çalışmalar yapıldı (XIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 4-8 Ekim 1999, Kongreye Sunulan Bildiriler, III. Cilt, II. Kısım, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2002 ve Yeni Türkiye, Türkoloji ve Türk Tarihi Araştırmaları Özel Sayısı I, yıl 8, sy. 43, Ocak-Şubat 2002) ise de, kapsam ve güncellik bakımından yeni bir denemeye ihtiyaç vardı. Bir ülkenin belli bir alandaki literatürünün envanterini yorumlamanın zorluğu izahtan varestedir. 2009 yazından itibaren başlayan makale talepleriyle bu sayı elinizdekinden daha şümullü olarak planlanmış olduğu halde, bazı yazarlar bu zorluk sebebiyle yazılarını bitirememişlerdir. Onları da daha sonra yapılacak benzer bir çalışmada okuyabilmek dileğiyle, sizi Türk tarihçiliğinin dünyanın farklı yerlerindeki durumunu aktaran yazılarla başbaşa bırakıyoruz. 

“Dünyada Türk Tarihçiliği”ni konu edinen bu sayıda yazı yazan, çeviri yapan ve kendisiyle söyleşi yapılan yirmi yedi isim bulunmaktadır. Yazı, söyleşi ve çevirilerle bu sayının çıkmasına katkıda bulunan herkese, hakemlere, bilhassa bu sayının şekillenmesindeki çok kıymetli katkılarından dolayı sayının editörü İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Dr. Abdulhamit Kırmızı’ya şükranlarımızı sunuyoruz. Ayrıca görüş ve önerilerini eksik etmeyen yayın kurulu ve redaksiyon ekibimize de teşekkür ediyoruz. 

Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi bir sonraki sayısında “İstanbul Tarihi”ni konu edinecektir. Yeni sayılarımızda buluşmak temennisiyle…

Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.