- الصفحة الرئيسية
- المنشورات
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 76 Year: 2011
- Müslüman Kültürlerde Kadın Olma Kılavuzu
Müslüman Kültürlerde Kadın Olma Kılavuzu
Değerlendirme: Meryem İlayda Atlas
Nagihan Haliloğlu’nun “Müslüman Kültürlerde Kadın” okuma grubunda geniş bir yelpazede değişik kültürlerdeki “Müslüman kültürlerde kadın olma” tecrübelerinden yola çıkılarak Türkiye ile karşılaştırmalı bir perspektif alışverişi yapılıyor. Modernitenin kadınlar için hızla standartlaşan kodları ve kırmızı çizgileri ile gelenekçi ve muhafazakâr kültürlerin imkânları arasında Müslüman kadının farklı kültürlerdeki tecrübelerinin ve algılarının paylaşılması ortak farkındalık oluşumuna önemli bir katkı sağlıyor.
Okuma grubunda ele alınan Müslüman kültürlerde kadınları iki yönden tartışmak mümkün. Birincisi, Müslüman kadınları hem kendilerini ifade etme biçimleri, hem de kendileri hakkında edilen ifadeler üzerinden, Müslümanların göçmen veya azınlık olmadığı bir coğrafyada, yani İslâm coğrafyasında tartışmak… İkinci nokta-i nazar ise Müslüman olmayan kültürlerde yaşayan, hatta anadilini konuşarak doğma büyüme o ülkenin vatandaşı olan, aslında genel olarak Batı’daki Müslüman kadınlar üzerinden bir tartışma yürütmek. Ve elbette bu iki kategoriyi hem kendi içinde hem de Türkiye’deki benzerlikler, farklılıklar ve paralellikler ile karşılaştırmalı olarak tezahür ettirmek…
Arap ülkeleri, İran, Hindistan, Türkiye gibi yerleşik Müslüman kültürlerdeki kadınlar için varolan problemleri Batılı tezlerle duymaya alışkınız. Kadının özgürleşmesini; örtünmemek, özgür ilişkiler gibi aslında bu topraklarda yaşayan Müslüman kadınlar için pek de bir şey ifade etmeyen ölçmelere tabii tutan Batılı tezler, genellikle kör noktalar üzerinden tartışmayı götürerek, kültürel çeşitliliğin imkânlarını bizlere sunmakta fakir kalıyor. Çünkü Batı düşüncesinden mülhem kadın modernleşmesi, rüzgarın yalnızca Batı’dan esmesini arzu ediyor.
Okuma grubunda tartıştığımız Başörtüsü İçinde Aşkkitabı bu alışveriş için çok güzel bir örnekti. Kitabın Asya kökenli ve İngiltere doğumlu yazarı Shelina Zehra Jonmohammed, otobiyografik hikâyesini anlattığı anı-romanda Londra’da yaşayan ama kendi geleneklerini de muhafaza eden bir kültür içinde hem İslâm’ın değer yargılarını ihlal etmeden, hem de geleneğin basmakalıplarını benimsemeden evlilik yapmak isteyen genç bir kadının başından geçenleri anlatıyor. Shelina, toplumun, ailesinin, çevresinin kendisi için uygun bulduğu adaylarla birer kahve içerek hem onları tanımaya, hem de kendisini anlatmaya çalışıyor. Aşkı arama hâlleri olarak nitelendirdiği bu macerası aslında ilk bakışta basit gibi görülen evlilik amaçlı görüşmelerden ibaret gözükse de pek çok paradoksu içinde barındırıyor. Kitapta, hem modern toplumun Oxford mezunu bu genç hanıma yakıştırdığı basmakalıplar, hem de bu hanımın ait olduğu geleneğin İslâmî olmayan değerlerini yaşatması, bunları kadınlar üzerinde tahakküme değin vardırması –mesela güzellik, boy, pos gibi İslâmî değil; daha ziyade kapitalist değer yargılarının neden Müslüman toplum içinde hiç rahatsız olunmadan uygulanageldiği– sorgulanıyor.
Lakin Shelina, içinde büyüdüğü toplumun geleneksel değerlerinden Batılılaşmış pek çok Doğulu gibi nefret etmiyor, mesela hem aile kurumunun kutsallığına inanıp hem de bu kurumu korumak ve yaşatmak için bütün yükü kadınların omuzlarına yükleyen, sadece kadınlara öğüt veren, erkekleri hep “seçmek” kadınları ise “seçilmek” durumunda bırakan değer yargılarına “ölsün bitsin, kahrolsun” gibi bir tavır sergilemiyor. Tam tersine onları kendi dinamikleri içinde anlarken ve modern hayatın Müslüman kadına karşı ön yargılarını güzel bir şekilde analiz ederken, yaşadığımız çağda keskin bir modern/Müslüman/geleneksel kadın tipleri çizmemizin imkânsızlığına işaret ederek bütün bunlardan mülhem ama hepsinin dışında yeni bir Müslüman kadın kimlik inşasının kaçınılmazlığına işaret ediyor.
Mesela Oxford mezunu olmanın, Londra’nın nimetlerinden yararlanmanın, dil bilmenin, seyahat etmenin, ama 18’inden sonra ailesini terk etmeyi düşünmemenin bunlarla beraber evliliğin meşru bir dairede gerçekleşmesini savunmanın birbirlerine oksimoron ve hayretler verici şeyler olmadığını ve bunların tam da böyle olması gerektiğini söyleyenin modern hayat değil; İslâm’ın öz değerleri olduğunun vurgusunu yapıyor. Bunları buyurgan ve saldırgan bir üslupla değil, sabır ve tahammül gösteren, kararlı üslupla söylüyor. Fakat sadece kadınlara öğütler vererek ailenin kutsiyetini koruyabileceğini düşünen geleneğin gölgesiyle akıl sahibi Müslüman bir kadın olarak modernitenin kadınları zincirleyen değer yargıları arasında Shelina’nın nefes almak ihtiyacı hiçbirimizin gözünden kaçmıyor.
Bu kitap, okuma grubunda belki de genç hanımların en çok özdeşlik kurdukları kitaplardan birisi oldu. Çünkü Shelina’nın anlattığı Londra’daki Müslüman kültür ile İstanbul’un dindar genç hanımları aşağı yukarı benzer kodları başka şekillerde yaşıyor. Üstelik de bir tek geleneksel kodların Müslüman kadınlar üzerinde oluşturduğu baskılar değil, modern hayatın değer yargıları da yaşam şekli tartışmaları, başörtüsü yasakları –Shelina’nın 11 Eylül sonrası Londra’daki ofisine tesadüfen siyah giyinerek gittiği için karşılaştığı tepki gibi– benzer gerginliklere işaret ediyor. Belki Londra’da 11 Eylül sonrası ortamla Türkiye’deki siyah giyinmeye karşı oluşan “kara çarşaflılar” söyleminin oluşma süreçleri birbirinden çok farklı, ama temelde bu tepkiler aynı korkulara hizmet ediyor. Benzer korkular, farklı coğrafyalarda benzer refleksler üretebiliyor. Shelina’nın hatıratında değindiği konuların aslında bir unintended consequenceolarak zaten oluşmuş “yeni bir Müslüman kadın tipinin” varlığı ve imkânları Türkiye’deki tartışmalarda da karşılık buluyor.
Bu algı paralelliği bizlere “kadınlık-kadınlığın inşa edilmesi” noktasında feminizmin referansını kullanan ama aile değerlerini, anne-babanın-yuvanın kutsallığını unutmamakla beraber, seyahat etmenin, okula gitmenin, dil öğrenmenin veya evde oturmanın referanslarını kendisi üreten hatta bu imkânlar karşısında duyulan hayretten de rahatsız olan Müslüman kültürlerde kadınlarınartık ne salt geleneğin çizdiği dairede, ne de modernitenin çağdaşlık tekelinde nefes alabildiğine işaret ediyor.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO