- الصفحة الرئيسية
- المنشورات
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 63 Year: 2007
- Çocuğu Anlayan Edebiyat
Çocuğu Anlayan Edebiyat
SAM Panel
7 Nisan 2007
Değerlendirme: Neslihan Demirci
Oturum Başkanı: Erhan Erken
• Mevlâna İdris, Yazar
Masallar Gerçekler Çocuklar
Masallar Gerçekler Çocuklar
• Melike Günyüz, Erdem Yay., Genel Yayın Yön.
Çocuk Kitaplarındaki Öğreticilik ve Çocuk Ruhu
Çocuk Kitaplarındaki Öğreticilik ve Çocuk Ruhu
• Osman Turhan, İllüstratör
Çocuğun Hayal Dünyasını Resimlemek
Çocuğun Hayal Dünyasını Resimlemek
• Hatice Işılak, Birdirbir Dergisi Editörü
Çocuk Dergiciliği ve Din Eğitimi
Çocuk Dergiciliği ve Din Eğitimi
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi geçtiğimiz ay içeriğiyle farklı bir toplantıya ev sahipliği yaptı. “Çocuğu Anlayan Edebiyat” başlıklı panel, çocuklar için yazılan-çizilenlerin çocuk oyuncağı kolaylığında olmadığı fikrinden yola çıkarak çocuk edebiyatı kavramının gündeme getirilmesi ve bu alandaki verimlerin niteliğine dair sorunların irdelenmesi için ilk adımdı.
Çocuk edebiyatı deyince hem edebiyat zevkini duyuran, hem çocuğu merkezine alan, ötelemeyen; çocuğa bir şeyler anlatmayı değil, çocuğu anlamayı ilke edinen edebiyatı kast ediyoruz. Çocuklar için yazmanın çetrefilli tarafı da burada: Büyüdükçe uzaklaştığımız bu dünyanın kendi dilini ve mantığını kavrayabiliyor muyuz? Küçük Prens’in “büyük insanları” olarak bizler, “onlar için” yazdığımızı iddia ettiğimiz metinlerde, onların zengin hayal dünyasına ne kadar hitap edebiliyoruz?
Erhan Erken’in oturum başkanlığını üstlendiği panelde, bir yanda geçmişten bugüne gözle görülür biçimde artan yayın çeşitliliği, öte yanda tüketim mekanizmasının en cazip hedef kitlesine yönelik ürünlerin niteliği ve okuma kültüründen uzaklaşmaya eğilimli sanal dünyanın çocuklarına neyin, nasıl sunulacağı gibi sorunlar tartışıldı.
Kitaplar çocukların eğitmeni mi?
Panelin ilk konuşmacısı Melike Günyüz, on üç yıldır profesyonel olarak icra ettiği yayıncılık mesleğinin toplumda yerini yeni bulduğunu söyleyerek söze başladı. Melike Hanım’ın konuşması iki temel soruna dayanıyordu: Anadili eğitimi açısından çocuk edebiyatının önemi ve çocukla kitabın yollarını birleştirmek konusunda yetişkinlerin payına düşenler.
Çocuk kitapları öğretici mi olmalıdır? Bu soru, bir cevaptan ziyade çocuk kitaplarında kaçınılmaz biçimde öğretici unsurların yer alacağı gerçeğiyle karşılanıyor. Yazarın kendine ait düşünce dünyası ister istemez satır aralarına siner. Bu hususta Melike Hanım, “Metinler mutlak değildir; sözcüklerden oluşur. Metinlerin anlam kazandığı yer bizim zihnimizdir.” cümleleriyle, metinleri zararlı/zararsız, eğitici/sakıncalı şeklinde tasniflemek yerine, çocuğa eleştirel okuma alışkanlığının kazandırılması gerektiğinin altını çizdi.
Kitap seçimi konusunda ebeveynlerin zihni karışık; çocuklarla yetişkinler arasında bir çatışma süregelmekte. Melike Günyüz’e göre en yerinde çözüm, tercihi çocuklara bırakmak. Çünkü çocuklar sevmedikleri metinleri zaten okumazlar; çocukların seçimlerine güvenmek gerekiyor. Yayın dünyasına ait veriler, çocukların üç tür kitaptan zevk aldıklarını gösteriyor: Bunlar, polisiye-macera türündeki kitaplar, komik içerikli metinler ve çocuğun kendisini kahramanıyla özdeşleştirdiği kurgular.
Modern dünyanın kabulleriyle beraber toplum yapımız da hızla değişiyor; bu değişim sürecinin bütün handikaplarından nasibini alıyor. Değişen yalnızca hayat tarzımız değil elbette. Yeni neslin gerçekliği algılayışı kadar bilgiye ulaşma tarzları da kabuk değiştiriyor; öyle ki çocukla yetişkin arasındaki bilgi farkı günden güne ortadan kalkıyor. Artık her şey edebiyatın sınırları içinde. Bu noktada çocukların nasıl bir malzemeyle karşılaştığı önemli. Hem bugünün çocuklarını kuşatacak, hem de kendimize ait kültürel kodlarla beslenmiş eserlere ihtiyacımız var.
Sonuç olarak kitaplardan ebeveynin yerini tutmasını, çocukları eğitmesini beklemek, çocukla kitap arasına kendi ellerimizle derin bir uçurum koymak demek. Çocuklara duyurmak istediğimiz mesajları doğrudan vermek yerine, metnin alt katmanlarına yerleştirmek gerekiyor. Bu konuda “Esasen bir dil ve edebiyat ürünü olan kitaba, eğitim işlevi yüklemek, mesajı hangi dozda, hangi içerikte ve hangi üslupta sunduğumuza bağlıdır. Kitap, bir yaşından itibaren çocuğun elindeki en sevdiği oyuncağa dönüşmedikçe çocuklarda kitap sevgisi yeşermez.”diyen Melike Günyüz, güzel bir hikâyenin içine eğitici öğelerin nasıl yedirileceğini örneklemek üzere pop şarkıcısı Madonna’nın yazdığı, özenli bir çeviri ve titiz bir baskıyla yayınlanan Bay Peabody’nin Elmaları adlı kitabı okudu.
Gerçekliğin iç yakıcılığı karşısında masallar
“Çocuklar için edebiyat”ın temsilcilerinden Mevlâna İdris, sözlerine “Edebiyatın içinden değil, arkasından bir konuşma olacak.” diye başladı. Çünkü her geçen gün dozu artan kaos ortamında edebiyatın nerede durduğunun sorgulanması gerekiyordu. “Gerçekliğin iç yakıcılığı karşısında masallar nereye kadar ulaşabilir?” Cevapsız kalan sorularla yalnızca edebiyata yüklenmek haksızlığına da sıvanmadığını belirterek bir insan teki olarak kendine yönelttiği soruları da bize aktardı: “Neye bakıyorum? Edebiyatın penceresinden çocuğa bakıyorum. Niçin bakıyorum? Hoşuma gittiği için bakıyorum. Nasıl bakıyorum? Kendi çocukluğum ve üzerine eklenen dünyanın bende bıraktığı benle bakıyorum. Ne ile bakıyorum? Edebiyatla, masalla, şiirle, denemeyle bakıyorum.”
Mevlâna İdris konuşmasını, yargılar ve değerlendirmeler yerine çoğunlukla sorularla örmüştü. Sanat ürünlerinin uzayda bir atık tabakası oluşturma ihtimalinden; okuma-yazma bilmeyen, kitapla, filmle yüz yüze gelmeyen kabilelerde yaşayanların medeniyetin kucağındaki bizlere zavallı gözüyle bakma ihtimalinden dem vurdu. Bir kez olsun sormalıydık: “Bunca yapıp ettiklerimiz hakikati görmemizi, hissetmemizi, ona dokunmamızı kolaylaştırıyor değil de zorlaştırıyor olabilir miydi?”
Bugün çocukların vaktini dolduran her şey bu sorgudan nasibini almalıydı: “Çocuk gerçekten bizim vermeyi amaçladığımız şeyi istiyor olabilir mi? Bir evde, annenin çocuğuna sarılmasından daha büyük bir duyguyu harflerin, renklerin ya da her türlü oyuncağın verebileceğine gerçekten inanmalı mıyız? Durmadan hoplayıp zıplayan ve akıl almaz görüntülerle çocuğu kuşatan bir çizgi film karakteri gerçekten de çocuğun bir arkadaşı ile yaşayacağı anların yerini doldurabilir mi? Yoksa daha ötesi mi?”
“Demek ki sanat ve onun bütün birimleri de içinde olmak üzere, kendimizin bile bize yetmediği anlar var. Demek ki aslında kendimiz ve çocuklar için geride bırakmamız, parçalamamız gereken bir dünya var.” Bu cümlelerle Mevlâna İdris çocuk ve edebiyat üzerine dinleyicileri çıkardığı felsefî yolculuğun sebebi hikmetini de fısıldıyordu.
Yazar konuşmasının ardından, kendisine bunca soruyu sorduran duyarlılığıyla kaleme aldığı “Çocuk Kırmızı” adlı masalını dinleyicilerle paylaştı.
Her çocuk ressam doğar
Zaman Gazetesi’ndeki çizimleriyle tanınan Osman Turhan, farklı cenahlarındaki fikir birliğine rağmen nitelikten yoksun kitapların piyasada arzı endam etmesinin bir paradoks olduğunu dile getirerek sözlerine başladı. Her şeyden önce çocuğu anlayan yazar, yayıncı, çizer, anne-baba ve öğretmene ihtiyaç olduğunu, aksi takdirde bu yolda “çocuğu anlayan edebiyat” kavramının ortaya çıkmayacağını ekledi.
Turhan’ın konuşması boyunca en fazla vurguladığı husus, çocuğun hayal dünyasını canlı tutmaktı. Çizer, çocuğun saf, önyargısız, tamamen duygularını yansıttığı resimlerin önemsenmesi gerektiğini, çocuğun hayal dünyasının özellikle okul öncesi dönemde çizilen resimlerde gizlendiğini dile getirdi. Okula başladıktan sonra ise resimlerin donuk, vasat ve birbirine benzeyen çizgilere dönüştüğü gözleniyor. Bu konuda bir aforizması bile var: “Her çocuk ressam doğar, yavaş yavaş körelir, sıradan insana dönüşür.” Mevcut eğitim sistemi başta olmak üzere, sosyal hayatın kuralları, bilgisayar oyunları ve medya ürünleri gibi pek çok etken çocuğun hayal gücünü daraltıyor. Bu yüzden çocuğun, hayatı oynayarak, resmederek, okuyarak keşfetmesine fırsat vermek, bu keşif sürecine fazla müdahale etmemek gerekiyor.
Modern hayatın dayatmaları karşısında hayal gücümüz kısırlaşıyor. Osman Turhan’ın ifadesiyle, “İnsan büyüdükçe hayalleri küçülüyor.” Öte yandan, çocuklar kitaplardaki resimleri -bazen çizerinin bile hayal sınırlarının ötesinde- okuma, yorumlama yeteneğine sahip. “Çocukların saf hayal dünyasını koruduğumuz sürece onları anlayacağız ve onlar için nitelikli kitaplar üretebileceğiz.” diyen Turhan bir tehlikeye dikkat çekti: İyi bir metin, iyi bir resimlemeyle ve kaliteli bir kitap tasarımıyla buluşmadığında, ortaya çıkan uyuşmazlık bununla sınırlı kalmıyor. Noktalar çoğalıyor, bu tip kitaplarla muhatap olan çocuk estetik anlayış düzeyi aşağıya çekiliyor.
Çocuk dergiciliği, nasıl?
Birdirbir dergisi editörü Hatice Işılak konuşmasında hem Türkiye’deki çocuk dergiciliği faaliyetlerine, hem de çocuklara yönelik dinî yayıncılığa değindi. Çocuk dergilerini üç grupta ele aldı: Batı kaynaklı dergiler, Batılı dergilerin yerli versiyonları ve dinî kültürü esas alan dergiler. İlk iki gruptaki dergiler, çocuklara mensubu olmadıkları kültür kodlarını uyarlamaya çalışarak taklit kültürünü körüklüyor. Son grupta yer alan, belirli hassasiyetler gözeten dergiler ise belirli güçlüklere göğüs germeyi göze alarak yola çıkıyor: İlkin kökleri geçmişe dayanan dergiler gibi bir arkaplana sahip değiller, yollarını el yordamıyla çizmeye çalışıyorlar. Ayrıca reklâm, baskı, dağıtım gibi ticarî açıdan pastanın şanslı dilimlerini kucaklayan dergilerin sahip olduğu medya desteğinden de mahrum olarak yola çıkıyorlar. En önemlisi, bir misyonları var; bu misyonu gerçekleştirmek için etkili bir dil, içerik ve format oluşturmak zorundalar.
Hatice Hanım, bütün bu zorlukları sıralarken hiçbirinin başarısızlık için gerekçe gösterilemeyeceğine inanıyor. Bu engelleri aşmak için hangi kaynaklardan medet umulacağının bilincinde. Öncelikle muhataplar esas alındığında, kendine has terminolojiye sahip din diliyle, çocuk dilini bağdaştırmak gerekiyor. Burada da ortak akıl devreye giriyor. Zaten dergi kelimesinin dermekten gelen kökeni de, eski kullanımıyla mecmua kelimesinin cem’ etmekten gelen kökeni de işin sırrını ele veriyor: Ortak aklı ortaya çıkarmak. Farklı renkleri temsil eden kalem sahipleri ve danışılacak kişiler -bu ekipte çocukların bulunması da elzem- ortaya çıkacak ürünü farklı uçlarından omuzlayacaklar. Ayrıca bu farklı renklerin okurda bir ahenk duygusu uyandırması gerekiyor. Derginin süreli oluşu, her geçen sayının eleştirisiyle yeni sayının bir adım daha geliştirilmesini sağlıyor. Hatice Işılak, “Dostunuzu severseniz, dilinden anlamaya başlarsınız.” derken, çocuklarla aynı frekansı yakalamanın önemini işaret etti.
Işılak, dinî yayınlarda nicelik ve nitelik açısından görünen boşluğu doldurma gayretiyle çalakalem kotarılan kitaplar yerine acelecilikten kaçınarak daha fazla emek sarf edilen ürünlere duyulan ihtiyacın altını çizerek sözlerini noktaladı.
“Çocuğu Anlayan Edebiyat” sloganıyla yola çıkan, konuşmacılarımızın birbirinden farklı tarzlarıyla zenginleştirdikleri panelde konukların soruları da gündemin gelişmesine katkı sağladı.
Çocuklarımızın zihin dünyalarına ilişkin sorularımızdı bizi bir araya toplayan. O akşam salondan ayrılırken kazançlıydık: Yepyeni sorularımız vardı. Cevaplara yönelik yeni adımlarda buluşmak dileğiyle…
“…
Yürüyordu sokakta. Kırmızıydı.
Pilotlar yerlerine oturdular. Başlarını sola çevirip neye baktılarsa baktılar. Grileştiler, havalandılar, uçaklar arasındaki koordinatları gözeterek hedefe doğru uçmaya başladılar.
İlk bomba düşmeden önce.
Vardı bir şehir, vardı bir şeyler.
Çocuğun vardı bir annesi. Annenin de vardı bir çocuğu. Vardı bir kedileri. Bir okul, bir bahçe, içine doğdukları bir ev, evin önünde bir sokak. Köşede bir fırın. Ekmekte bir buğu. Akşam eve sevinçle dönüp çocuklarına sarılmak isteyen bir baba. Okulda dünyanın yarıçapını, bir sayının karekökünü, bir üçgenin iç açılarını, bir oyunun terlerine ekleyen çocuklar vardı. Bir dilbilgisi kuralını dalgınlıkla laboratuardaki bir deney tüpünün içine boşaltan kara gözlü çocuklar. Bir şiir dizesinden Akdeniz’e usulca giren çocuklar. Onlara bakarken kendi çocukluğuna, çocukluğundaki bir ayakkabının altı parçalanmış zamanına dönen bir öğretmen... İlk bomba düşmeden önce. Daha uçaklar gelmeden önce.
Kırmızı çocuk, daha her zamanki hızıyla yürürken, sokaklarda akarken, dünyaya her zamanki gibi bakarken...
…”
Mevlâna İDRİS (Çocuk Kırmızı)
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO