- الصفحة الرئيسية
- المنشورات
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 71 Year: 2009
- Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd’de Estetik
Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd’de Estetik
Ayşe Demirkaynak Taşkent
7 Ekim 2009
Değerlendirme: Zeynep Gökgöz
Bunca güzellikler inşa etmesini bilmiş ecdadımız bunların sırrına varacağımız kuramsal metinleri biz torunlarına neden bırakmamış diye hayıflanır dururuz. İnandıkları gibi yaşamasını bilmiş, yapıp etmelerini bu minvalde gerçekleştirmiş olanlardan ne kadar uzağa düşmüşüz ki elimizde açıklamalı kullanma kılavuzları olmadan işin içinden çıkamaz hâle gelmişiz.
Hayıflanmak yerine elde var olan verileri toplayarak bir yerlerden başlamayı yeğleyen Ayşe Taşkent, “Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd’de Estetik” başlıklı doktora tezini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Bölümü’nde bu yıl itibariyle tamamlamış. İslâm felsefesinde estetik teori kurmanın imkânına ve inşa sürecine katkıda bulunmayı hedefleyen bu çalışmada, ilk iş olarak modern estetik şablonları kullanma kolaycılığı yerine filozofların kendi şablonlarını görünür kılmak amaçlanmış. Modern estetik kuramlardan yararlanmak hem tezin iddiasına ters düşmeyi hem de mantıksal olarak günümüzden Ortaçağ’ı okuma yanlışını getirecekti. Ayrıca bu başlangıç “duyusal bilginin bilimi” şeklinde bir tanımın kısıtlayıcılığından da kurtulmak demekti ki böylece anlam alanı “duyularla algılanamayan güzellik”i de içerecek şekilde genişletilebilecekti.
Sadece filozofların metinlerini temel alan, ama hem onların devraldıkları mirası anlamak hem de kendi çağlarını doğru okuyabilmek için araştırmalarını Antikçağ ve Ortaçağ felsefesine dair okumalarla genişletmek durumunda kalan Taşkent’in sırf bu üç filozofu konu edinmesinin sebebi ise Aristoteles’in Poetika’sı üzerine kaleme aldıkları eserler.
Başta da sözünü ettiğimiz gibi estetik ya da güzel kavramlarını merkeze alan metinlerin bulunmayışı Ayşe Taşkent’i de zorlamış. Bunun için her üç filozofun eserinde şu sorulara cevaplar arayarak kendine bir yol haritası çizmiş:
- İslâm filozofları estetik ya da güzele ilişkin düşüncelerini hangi kavramlar etrafında ele almışlardır?
- Güzele dair bir araştırma ontolojik bağlamda ele alınıp Tanrı’nın güzelliği ile ilişkilendirilebilir mi?
- Filozofların bütün bir âlemin güzelliğine ilişkin yaklaşımları nasıldır?
- Güzele zıt kavramlar var mıdır, nelerdir?
- Her üçünün de Poetika’ları, sanat felsefesine yaklaşımlarını anlama noktasında bize yeterli veri sağlayabilir mi?
- Filozoflar sanat ile hayal gücü arasında nasıl bir ilişki kurarlar?
- Aristoteles’in mimesis kavramının benzerini üçünde de bulmak mümkün mü ya da farklı bir taklit kuramı inşa edilebilir mi?
- Poetika’nın İslâm Dünyasında mantık külliyatı içerisinde yer alışı, filozofları Poetika ile mantık arasında nasıl bir ilişki kurmaya yöneltmiştir?
Ayşe Taşkent tezini bu sorulara aradığı cevaplar doğrultusunda beş bölüme ayırmış:
1. Kavramsal Arkaplan: Grek Estetiği
2. Tanrı ve Güzel: Estetiğin Teolojik Temelleri
3. Âlem ve Güzel: Estetiğin Kozmolojik
Görünümleri
Görünümleri
4. Sanat Felsefesinin Psikolojik Açıdan Ele Alınışı
5. Poetika: Şiir Sanatının Mantıksal Kavranışı
Çalışmanın genel kavramsal çerçevesini kurmanın amaçlandığı ilk bölümde Platon düşüncesinde kalokagathia teriminde ifadesini bulan iyi-güzel ilişkisi; Aristoteles’in bütün sanatları taklide dayandırdığı mimesis kuramı; Plotinus’un emanasyon teorisi ile güzel ve aşk arasında kurduğu bağ, Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd’de buldukları karşılıklarla paralel okumalara zemin hazırlıyor.
İslâm felsefesinde “güzel”in metafizik açıdan ele alınışı Tanrı ile kurulan ilişki noktasında ontolojik bir değerlendirmeyi zorunlu kılar. Filozoflar İlk İlke’yi el-Cemâl, el-Behâ‘, el-Ziyne‘ ya da el-Cemâlu’l-Hakk (Gerçek Güzellik), el-Cemâlu’l-Mahz (Mutlak Güzellik) ile niteleyerek bize bir terminoloji sunarlar. Tanrı’nın güzelliğine, yetkinliğini ve mutlak iyiliğini de ekleyerek iyilik (hayır), yetkinlik (kemal), güzellik (cemal) kavramlarını birbirine eşitlemeleri, onların sistemlerinde metafizik, etik ve estetik değerleri ayrılmaz bir bütün hâline getirir.
Tanrı’nın mutlak güzel, iyi ve yetkin olan zâtından dolayı ondan varlığa gelen her şeyin güzel, iyi ve mükemmel olması da zorunlu olacaktır. Sudûr süreci ile varlık kazanan âlem hiyerarşik bir düzen içerisinde aşağı doğru inerken iyilik, yetkinlik ve güzelliğin azalması devam ederek maddeye kadar gelinir. Tüm varlıklar gâiyyet prensibiyle Evvel’e doğru bir yönelişe geçerler ki bu her varlığın kendi mükemmelliğini arzulaması sebebiyle olur.
Güzele ilişkin metafizik değerlendirmelerin yapıldığı bu bölümlerden sonra Taşkent bizi filozofların sanat kuramlarını oluşturmasında esas teşkil eden tahyîl ve muhâkâtkavramlarıyla tanıştırdı. Sanatçı duyulur formları hayal gücünde işleyerek yeni formlar ortaya koyar. Sanatçı sanat eserini yaratmada nasıl mütehayyile gücüne dayanmak zorundaysa, sanat izleyicisi de eserin karşısında haz (lezzet) ya da hayret (ta‘cib) gibi duygular üretme noktasında mütehayyile gücüne gereksinim duyar.
Muhâkât kavramı ise Aristoteles’in mimesis kavramıyla benzeşse de taklidin dışında içerdiği anlamlarla daha geniş bir içeriğe sahip. Teşbih (benzetme, kinaye), tahyîl (hayale dayalı tasvirler, temsiller), tasvir (resmetme, bir şeyin benzerini yapma), temsil (örnekleme) terimlerinin de katılımıyla genelde sanatsal etkinliğe, özelde şiir sanatının gerçek ile ilişkisine işaret eden muhâkât kavramı “taklit etmek” anlamına gelen ilk kullanımından uzaklaşmıştır.
Tezinin son bölümünü şiir sanatının kavramsal kavranışına ayıran Taşkent, bu kısmın çok teknik bilgiler içerdiğini söyleyerek sunumunu burada kesmeyi uygun buldu. Ancak bilinmesi gereken önemli bir dipnot olarak Organon külliyatı içine Aristoteles şarihlerince sonradan dâhil edilen Poetika’nın İslâm filozoflarınca mantık ile ilişkilendirilmesinin zenginleştirici bir etkisi olduğunu da eklemeden geçemedi.
Bir İslâm estetik teorisinin ontolojiden, kozmolojiden, epistemolojiden ayrı düşünülemeyecek şekilde ve birbiriyle ilişkilendirilerek ele alınması belki de İslâm filozoflarını Batı estetik kuramcılarından ayıran farkların en başatı olarak karşımızda duruyor. Ve bu tez, aralamış olduğu perdenin kalınlığı nedeniyle övgüyü hak ediyor.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO