Bir Garip Yolcu: Hasan Aycın

Hasan Aycın

29 Aralık 2007       
De­ğer­len­dir­me: Hatice Büşra Gülcan
 
Ha­san Ay­cın 1955 yı­lın­da Ba­lı­ke­sir’in As­lı­han­te­pe­cik kö­yün­de doğ­du. 1984’de İs­tan­bul’a gel­di ve bu­ra­ya yer­leş­ti. Mü­şa­he­dat ad­lı ese­rin­den ve çe­şit­li rö­por­taj­la­rın­dan bes­len­di­ği kay­nak­la­rın izi­ni sü­re­bi­le­ce­ği­miz Ha­san Ay­cın’ın do­ğum ta­ri­hi çok es­ki de­ğil. La­kin so­lu­du­ğu ha­va, ya­şa­dı­ğı or­tam ve an­lat­tı­ğı in­san­lar, bir za­man­lar va­rol­muş ve şu an­ki mua­dil­le­ri ile kı­yas­lan­dı­ğın­da ma­sal­sı özel­lik­le­re sa­hip bir za­man di­li­mi­ne ait san­ki. De­rin­le­me­si­ne ka­te­dil­me­si ge­re­ken bu dün­ya Ha­san Ay­cın’ın çiz­gi­le­rin­de bi­ze göz kır­pı­yor. O çiz­gi­ler ba­kan ki­şi­yi sar­ma­la­yıp gö­tü­rü­yor, âlem âlem gez­di­ri­yor. Ay­cın’ın çiz­gi­le­ri bir sı­ğı­nak, bir te­fek­kür ma­ğa­ra­sı.
Sa­nat Araş­tır­ma­la­rı Mer­ke­zi Ara­lık ayın­da Bir Ga­rip Yol­cu: Ha­san Ay­cın baş­lık­lı bir pa­nel dü­zen­le­di. Pa­ne­list­ler Si­bel Eras­lan, Ömer Le­ke­siz ve İh­san Ka­bil’di. Otu­rum baş­ka­nı Sa­lih Pul­cu, su­nuş ko­nuş­ma­sın­da, Ay­cın’ın ge­le­ne­ğin dün­ya­sın­dan gel­di­ği­ni fa­kat ge­le­ne­ği ol­ma­yan bir yo­lu aç­tı­ğı­nı ifa­de ede­rek Ay­cın’ın sa­na­tı­nın ken­di­ne mün­ha­sır ol­ma­sı­na dik­kat çek­ti. Ay­nı dö­nem sa­nat­çı­la­rın­dan min­ya­tür us­ta­sı Nus­ret Çol­pan ile Hat­tat Ali Toy’dan da sa­tır ara­sın­da bah­se­den Pul­cu, sa­na­ta fark­lı yo­rum­lar ge­ti­re­bi­len bu isim­le­rin, ta­kip­çi­le­ri ol­ma­ma­sın­dan duy­du­ğu üzün­tü­yü di­le ge­tir­di. Ta­le­be­li­ği, ta­kip­çi­lik de­ğil us­ta­sı­nın sa­na­tı­nı dö­nüş­tür­me­yi ger­çek­leş­ti­re­bi­le­cek an­lam gü­cü­ne, ce­sa­re­te sa­hip ola­bil­mek şek­lin­de yo­rum­la­yan Pul­cu, ye­ni bir pen­ce­re­den bak­ma­nın, ge­le­nek­ten, an­lam-dün­ya­mız­dan kop­ma­yı ge­rek­tir­me­di­ği­ni be­lirt­ti. Özü­müz­de za­ten va­ro­lan eş­siz ve hiç­bir za­man es­ki­me­ye­cek ger­çe­ği, fark­lı bir üs­lup­la mey­da­na ge­tir­me­nin çok önem­li ol­du­ğu­nu vur­gu­la­dı ve ge­le­nek­sel du­yar­lı­lı­ğı, geç­mi­şin bi­ri­ki­mi­ni, gü­nü­müz eser­le­ri­ne, fark­lı üs­lup­la­ra ta­şı­ya­bil­me­nin öne­mi­ne de­ğin­di. Sa­lih Pul­cu’nun tak­di­mi­nin ar­dın­dan gü­nü­müz in­san­la­rı­nın an­lam dün­ya­sı­nın gi­rift ve çık­maz so­kak­la­rı­na ka­pı­lar aç­mış, uçu­rum­la­rın­dan köp­rü yap­mış gü­zel in­san Ha­san Ay­cın’ın edip yö­nü­nü de­ğer­len­dir­mek üze­re, pa­ne­lin ilk ko­nuş­ma­cı­sı Si­bel Eras­lan, sa­nat­çı­nın Sâ­hip­kı­rân baş­lık­lı ki­ta­bıy­la il­gi­li iz­le­nim­le­ri­ni ak­tar­dı. Bir ere­nin ço­cu­ğa an­lat­tı­ğı ma­sal olan Sâ­hip­kı­rân’ı din­le­yen ço­cu­ğun da bu ma­sal­dan ha­re­ket­le ya­şa­ya­ca­ğı bir ha­ya­tı ve an­la­ta­ca­ğı bir ma­sa­lı ola­cak­tır di­yen Eras­lan ki­ta­bın için­de­ki se­rü­ve­ne ka­rış­ma­dan ön­ce­ki bu gi­ri­şin oku­yu­cu için ya­şa­nan­la­rın ne­re­den ge­lip so­nun­da ne­re­ye va­ra­ca­ğı ile il­gi­li bir ipu­cu­nu da ba­rın­dır­dı­ğı­nı ifa­de et­ti.
Sâ­hip­kı­rân’ın, çok bo­yut­lu bir dün­ya­nın fi­zik öte­si me­kân­la­rın­da do­la­şan, ada­let se­ver cen­gâ­ver bir kah­ra­man ol­du­ğu­nu be­lir­ten Eras­lan, onun dün­ya­nın bir kö­şe­sin­den baş­ka bir kö­şe­si­ne ge­çiş ya­pan, tah­mi­nen Mek­ke’de Eb­re­he za­ma­nın­da ya­şa­yan bir zat ol­du­ğu­nu söy­le­di. Si­bel Eras­lan’a gö­re Sâ­hip­kı­rân ki­mi za­man gök­yü­zü­ne ya da me­kân­dan ve za­man­dan be­ri alem­le­re ait hi­ka­ye­le­rin için­de­dir. Eras­lan ki­tap­ta­ki bu ani ge­çiş­le­rin, oku­yu­cu­yu bir me­kâ­na hap­set­me­den, ay­nı za­man­da bir ütop­ya­lar ül­ke­si kı­va­mın­dan uzak, ak­si­ne ya­şa­dı­ğı­mız ha­yat­ta iz­dü­şüm­le­ri­ni gö­re­bi­le­ce­ği­miz sa­de­lik ve zen­gin­lik­te ol­du­ğu­nun al­tı­nı çiz­di. Sâ­hip­kı­rân’ın dün­ya­sın­da her şe­yin bir is­mi ol­du­ğun­dan bah­set­ti ve Hz. Adem’e gön­der­me­ler­de bu­lun­du­ğu­nu ifa­de et­ti. Sâ­hip­kı­rân’ın at­la­rı­nın ve ka­dın­la­rı­nın özel­lik­le zik­re­dil­di­ği­ni di­le ge­ti­ren Si­bel Eras­lan ma­sal­da an­la­tı­lan­la­rın, sev­me­nin, se­vil­me­nin, la­yık ol­ma­nın, sev­gi­nin ta­dı­nı al­ma­nın ve sev­gi­ye ka­vuş­ma­nın yo­lu­nun; ha­ya­tın ve Ya­ra­dan ta­ra­fın­dan bi­ze bah­şe­di­len­le­rin hak­kı­nı ver­mek ol­du­ğu­nu ifa­de et­ti. As­lın­da her şey tek bir şe­ye işa­ret eder, bi­ze an­la­tı­lan hep bu­dur di­yen Eras­lan’a gö­re an­la­tı­lan ka­dar an­la­tan da önem­li­dir. İş­te Ha­san Ay­cın yü­ce ya­ra­tı­cı­nın o ha­tır­la­tı­cı sı­fa­tı­nı en gü­zel şe­kil­de yük­le­ne­rek, o hep bil­di­ği­miz ger­çe­ği, çiz­gi­le­ri ka­dar do­yum­suz bir üs­lup­la bi­ze sun­muş­tur.
Pa­ne­lin ikin­ci ko­nuş­ma­cı­sı Ömer Le­ke­siz il­kin sa­nat­çı ile ese­ri ara­sın­da­ki me­sa­fe­den, son­ra da Ay­cın’ın çiz­gi­le­ri ile ara­sın­da­ki me­sa­fe­siz­lik­ten bah­set­ti. Bu­nun se­be­bi­nin Ha­san Ay­cın’ın sa­na­tı­nın onun ha­ya­ta ba­kış açı­sı, ya­şa­yış bi­çi­mi; sır­da­şı ve yar­dım­cı­sı ol­ma­sı­na bağ­la­yan Le­ke­siz da­ha ön­ce Pul­cu ve Eras­lan’ın da işa­ret et­ti­ği gi­bi, Ha­san Ay­cın’ın ha­ya­tı­nın ve sa­na­tı­nın vah­de­te işa­ret et­ti­ği­ni ve  “ha­ya­tı­nın sa­na­tı, sa­na­tı­nın da ha­ya­tı” ol­du­ğu­nu söy­le­di. Sa­nat­çıy­la il­gi­li anı­la­rı­na da yer ve­ren Le­ke­siz, Ay­cın’ın bir yer­den ge­çer­ken, o ye­ri geç­mi­şi ile bir­lik­te so­lu­ya­rak ya­şa­yan, çok­ça te­fek­kür eden mi­za­cı­na de­ğin­di. Ay­cın’ın za­man için­de za­man, me­kân için­de baş­ka âlem­le­re ge­çe­bi­len ve bun­la­rı yi­ne ay­nı za­man­da, me­kân­da bir­leş­ti­re­bi­len ya­nı­na atıf­ta bu­lu­nan Ömer Le­ke­siz bu özel­li­ği­nin sa­na­tın­da özel­lik­le Sâ­hip­kı­rân’ın ya­pı­sın­da çok net gö­rü­le­bil­di­ği­ni ifa­de et­ti. Ha­san Ay­cın’ın çi­zim­le­rin­de­ki sim­ge­le­rin on­to­lo­jik kay­na­ğı­nın İs­lâm ta­sav­vu­fu ol­du­ğu­na dik­kat çe­ken Le­ke­siz, bu sim­ge­ler­den ba­zı­la­rı­nın özel­lik­le üs­tün­de dur­du. Ömer Le­ke­siz ay­na ve göl­ge sim­ge­le­ri­ni ele ala­rak ay­na­nın, in­san/âlem ger­çe­ği­nin te­za­hü­rü ve­ya­hut ger­çek­li­ği­ni boz­muş, ört­müş in­san me­ta­for­la­rı ola­rak kul­la­nıl­ma­sın­dan; göl­ge­nin de, in­sa­nı ken­di ger­çe­ği­ne yak­laş­tı­ran ve uzak­laş­tı­ran bir me­ta­for ola­rak kul­la­nıl­ma­sın­dan bah­set­ti. Sö­zü bu­ra­dan Fur­kan su­re­si­nin 45. ve 46. ayet­le­ri­ne bağ­la­yan Le­ke­siz, Ay­cın’ı sün­ne­tul­lah­tan ya­ni göl­ge­nin uza­tıl­ma­sı ve kı­sal­tıl­ma­sın­dan bes­len­di­ği­ni be­lirt­ti. Za­ten bir göl­ge­le­me ey­le­mi ola­rak ni­te­len­dir­di­ği çiz­gi­le­ri­ni de bu çer­çe­ve­de or­ta­ya koy­du­ğu­nu ifa­de et­ti.
Son ola­rak İh­san Ka­bil, Ay­cın’ın çiz­gi­le­ri­ni, can­lan­dır­ma si­ne­ma­sı ba­kı­mın­dan ele al­dı. Seç­miş ol­du­ğu yir­mi beş çiz­gi­yi hem çiz­gi film se­nar­yo­su bağ­la­mın­da, hem de çiz­gi­le­rin ifa­de et­tik­le­ri an­lam­lar bağ­la­mın­da de­ğer­len­dir­di. Pul­cu ve Le­ke­siz’in de işa­ret et­ti­ği gi­bi, İh­san Ka­bil de Ay­cın’ın ba­zen ol­duk­ça sa­de, ba­zen de gi­rift çi­zim­le­rin­den ör­nek­ler gös­ter­di. Ha­san Ay­cın’ın ka­le­mi­ni gö­rü­nen, gö­rün­me­yen ve kat­man­la­şan âlem­ler­de oy­na­ta­rak, ger­çek ve ger­çek­li­ğe da­ir ge­rek si­ya­sî ge­rek gün­de­lik ha­yat­tan bir ke­si­ti ne de­re­ce kuv­vet­li kul­lan­dı­ğı­nı vur­gu­la­dı.
Pa­ne­lin so­nun­da ise 1970’te Ton­guç Ya­şar ve Se­zer Tan­suğ ta­ra­fın­dan ha­zır­lan­mış Amen­tü Ge­mi­si Na­sıl Yü­rü­dü ad­lı ani­mas­yon film sey­re­dil­di.

EDİTÖRDEN

2024 Güz Programı

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.