- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 65 YIL: 2007
- Kurtuluşun İki Yüzü: Hakikat ve Siyaset: 350. Ölüm Yıldönümünde Kâtip Çelebi
Kurtuluşun İki Yüzü: Hakikat ve Siyaset: 350. Ölüm Yıldönümünde Kâtip Çelebi
Açış Konuşması: Mustafa Özel
Oturum Başkanı: İhsan Fazlıoğlu
Bir Ömür Böyle Geçti: Kâtip Çelebi, Hayatı ve Eserleri / Fikret Sarıcaoğlu
Kâtip Çelebi’nin Islah Düşüncesi / Eşref Altaş
Kâtip Çelebi’nin Aklî İlimler Tasavvuru ve Medrese Eleştirisinin Eleştirisi / Emrullah Bulut
17 Kasım 2007
Değerlendirme: Meryem Üke
Tarih, coğrafya ve bibliyografya sahalarında önemli eserler kaleme almış Kâtip Çelebi (1609-1657) vefatının 350. yıldönümünde Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen “Kurtuluşun İki Yüzü: Hakikat ve Siyaset, 350. Ölüm Yıldönümünde Kâtip Çelebi” paneli ile anıldı.
Açış konuşmasına, bir klasik düşünürümüzü ister 350. ister 1350. yılında olsun anmak isteyişimizin kurtuluşumuza vesile arama çabamızın neticesi olduğunu belirterek başlayan Mustafa Özel’e göre Kâtip Çelebi, sorduğu sorular itibariyle klasikleşmiş bir düşünürdür. XVI-XVII. yüzyıl Japonya’sını ve Çin’ini yalnız döneminde değil, bugün için de en iyi anlatan müelliftir. Bu özelliğini, o diyarlardan gelen tüccarları ve seyyahları dikkatli dinlemenin yanında onlara sorduğu iyi sorulara borçludur. Dolayısıyla cevaplardan önce sorularımız önem arzetmektedir.
Panelin ilk tebliğinde Fikret Sarıcaoğlu, Kâtip Çelebi’nin hayatını öğrenmek için onun Cihannüma ve Süllemü’l-Vüsul’de müsvedde, Mizanü’l-Hak’ta ise son hâlini alan otobiyografilerine müracaat edilebileceğini belirterek bunun büyük bir şans olduğunu ifade etti. Zira, o dönemdeki bir çok müellif, otobiyografisini kaleme almıyordu.
Bu kaynaklardan edinilen bilgilere göre Kâtip Çelebi’nin asıl adı Mustafa’dır. Babası Enderun’da yetişen Abdullah isimli bir zattır. Şubat 1609’da Fatih’te doğan Kâtip Çelebi beş-altı yaşına geldiğinde özel hocalardan ders almaya başlar. 20 küsur yaşında hayatının dönüm noktası olan Kadızade Mehmed Efendi ile tanışan Kâtip Çelebi böylelikle ilim yolunda ilerlemede karar kılar. Gazali’nin İhya’sını, Şerhü’l-Mevâkıf, Dürer ve birkaç eseri daha Kadızade’den okur.
Babası ile birlikte ilk kez 1624’te Tercan seferine çıkan, hayatının 10 yıldan fazlasını seferlerde geçiren ve coğrafya bilgilerini bu seferlerde toplama imkânı bulan Kâtip Çelebi’nin, katıldığı son sefer ise 1634-35 Revan seferidir. Daha sonra Kadızade’nin teşvikiyle kitaplarına ve derslerine geri döner. Düzenli bir medrese hayatı olmayan Kâtip Çelebi, kendisine üstat kabul ettiği A‘reç Mustafa Efendi, Ayasofya dersiamı Kürt Abdullah Efendi, Süleymaniye dersiamı Ahmed Efendi, Vaiz Veliyyüddin Ermenaki gibi hocalardan da ders alır. Mısır’da Şeyh İbrahim Lakani’den sened ahzeder, yani hadis zincirinin senedinde kendi adı yer alır. 1644’te ise ders vermeye başlar. Önce mukaddeme-i fünun sonra Fenari, Ferâiz, Kadı Mir ve Dürer gibi dersler okutur.
Kâtip Çelebi, Vişnezade Mehmed İzzetî’nin verdiği bilgiye göre 27 Zilhicce 1067/6 Ekim 1657’de vefat eder. Kabrinin ilk şekline Ş. Yaltkaya ve Kilisli Rıfat Bilge 1943’te bastıkları Keşfü’z-zünun’da yer vermişlerdir. Günümüzde İMÇ bloklarının arasında kalan kabri 1957’deki 300. anma yılı için 1953’te yeniden yapılmıştır. Kâtip Çelebi’nin mezarının 1900’lü yıllara kadar varlığını korumasının büyük bir önemi haiz olduğunu belirten Sarıcaoğlu, sadrazamların bile bir sonraki muhalif hava ile kabirlerinin yıkılabildiğine, böyle bir ortamda Mizanü’l-Hak yazmış Kâtip Çelebi’nin kabrinin ayakta kalmasından ona gösterilen itibarın derecesini de anlayabileceğimize dikkat çekti.
İlmi; tasa ve kötülüğü kovan, gaflet ve tembelliği yok eden, kini ve anlaşmazlığı kaldıran, insan ve milletleri yücelten bir araç olarak tanımlayan Kâtip Çelebi’ye göre bütün iyiliklerin temeli olan ilmin gayesi hakikate ulaşmak ve ahlâkı düzeltmektir. Kâtip Çelebi’nin şahsiyeti, ilmi kişiliği ve eserleri hakkında da bilgi veren Sarıcaoğlu’nun belirttiği üzere, eserlerinin müellif nüshalarında dahi kendi ismi yer almayan Kâtip Çelebi’nin 23 eseri mevcuttur; bunlardan tarih, coğrafya, siyaset, ilm-i muhadarat (antoloji), biyografi, bibliyografi ve matematiğe ait toplam 19 kitabına ulaşılmıştır. Burada Takvimü’t-tevarih, Tuhfetü’l-kibar ve Cihannüma gibi eserlerini yeni haritalar ve açıklamalar ekleyerek basan İbrahim Müteferrika’nın, Kâtip Çelebi’yi Kâtip Çelebi yapan ve tüm dünyadaki haklı ününe kavuşturan bir isim olduğu da vurgulanmalıdır.
Panelin ikinci tebliğinde Eşref Altaş Düsturu’l-Amel, Mizanü’l-Hak veKeşfü’z-zünun bağlamında Kâtip Çelebi’nin ıslahat düşüncesinden bahsetti. Altaş’a göre, Kâtip Çelebi kendi dönemine kadar takip edilen felsefe, şeriat ve Hint-İran-Türk geleneğinin ve İbn Haldun’un tavırlar teorisinin bir sentezini özellikle Düsturu’l-Amel adlı eserinde yansıtmıştır.
III. Murad döneminde yazılmaya başlayan ıslahat eserlerinde bozulmanın kaynağı olarak, vergilerin yükseltilmesi ve halkın vergi yükünün artması, ateşli ve hafif ateşli silahların kullanılması ile başlayan askeri sistemdeki değişiklikler ve Anadolu isyanları gösterilmektedir. Altaş, eserini kaleme alırken kendisinden önce yazılan bu eserlerden de istifade eden Kâtip Çelebi’nin Düsturu’l-Amel’i yazma hikayesini şu şekilde anlattı: IV. Mehmed hazinede ortaya çıkan açığı belirlemek ve sebeplerini bulmak için bir divan kurulmasını ister. Tarhuncu Ahmet Paşa’nın gayretleriyle bir divan toplanır. Kâtip Çelebi, nam-ı diğer Hacı Halife de bu divanda konuşulanları not almakla görevlidir. Burada Osmanlıların nizam-ı âlem iddiasının bozulmaya yüz tuttuğunu fark eder ve bu bozuklukları dile getirmek, bunlara seyirci kalmamak için sorunların çözümünde pratik yol gösterici bir kitap olarak bu eseri yazar.
Eserinde Galen tıbbını topluma uyarlamaya çalışan Kâtip Çelebi’ye göre insanın dengeli ve huzur içinde yaşayabilmesi için nasıl ahlat-ı erbaa dediğimiz dört unsurunun uyum içinde olması gerekiyorsa, toplumun da huzurlu ve dengeli olabilmesi için onu oluşturan temel unsurlarının -asker, esnaf ve halkın- uyumlu olması gerekmektedir.
Altaş’a göre, Kâtip Çelebi devletin ıslahı için israfın önlenmesini, dindar perhizkâr bir sultanın gerekliliğini, vergilerin kaldırılmasını ve emanetin ehline verilmesini öngörmektedir.
Son konuşmacı Emrullah Bulut, İslâmî ilimler ve tarihle pek alakası bulunmayanların Kâtip Çelebi’yi Keşfü’z-zünun ve Düsturu’l-Amel gibi eserleriyle değil genellikle meşhur medrese eleştirisi ile tanıdıklarını belirterek konuşmasına başladı. Medrese tarihi ya da Osmanlı bilim tarihi kitaplarında gerileme paradigması içerisinde Kâtip Çelebi’nin merkezî isim olduğunu belirten Bulut, tebliğine şu şekilde devam etti: Kâtip Çelebi, İmam Gazzâli, Fahreddin Razi, Îcî, Kutbuddin Şirazî, Kutbuddin Razi gibi isimlerle teşekkül eden ilim geleneğinin Molla Fenarî, Ali Kuşçu, Mîrim Çelebi gibi isimlerle Anadolu’ya taşındığını fakat daha sonra Haşiye-i Tecrid ve Şerhü’l-mevâkıf gibi derslerin eğitimden kaldırılmasıyla aklî ilimlerin ve onların yerine koyulan fıkıh derslerinin doğru dürüst verilemediğini söylüyor.
1860’larda Mizanü’l-Hakk’ın gazetelerde tefrika edilmesi ile o dönemde gündeme gelen gerileme paradigmasında Kâtip Çelebi de yerini almaya başlıyor. Gerileme fikri II. Meşrutiyet’ten sonra mektep-medrese ikiliğinin artması ile yaygınlık kazanıyor ve Kâtip Çelebi ismi daha bir belirginleşiyor. 1916’dan sonra kaleme alınmaya başlanan medreselerle ilgili yayınlarda Muallim Emin Bey ve Arif Hikmet Bey Kâtip Çelebi’nin Haşiye-i Tecrid gibi eserlerin eğitimden kaldırılmasına yönelik eleştirisini isim vermeden kullanıyorlar. Böylelikle Kâtip Çelebi’nin düşüncesi ismi olmadan eğitim tarihi yazılarına konu oluyor. Kâtip Çelebi ismi 1936’da Ş. Yaltkaya ve Uzunçarşılı hoca nezaretinde hazırlanan 16 sayfalık bir lisans tezi ile ortaya çıkıyor. Bundan sonra Ş. Yaltkaya, O. Nuri Ergin, A. Adıvar, H. Ziya Ülken, İ. Hakkı Uzunçarşılı gibi isimler Kâtip Çelebi’ye dayandırdıkları “medreselerin gerilemesi” düşüncesini ortaya koyan yazılar yayınlarlar. Ve Kâtip Çelebi yalnız iki kelam eserinin kaldırılmasını eleştirirken Cumhuriyet döneminde yazılan yazılarda onun ismi üzerinden matematik ve astronomi eserlerinin de medrese eğitiminden kaldırıldığı, aklî ilimlere önem verilmediği iddiası yaygınlık kazanır.
Muallim Cevdet ise durumun bu anlatılanlar gibi olmadığını, Kâtip Çelebi’nin kaldırıldığını söylediği eserlerin yerine daha üst metinlerin okutulmaya başlandığını söyler.
1980’den sonraki E. İhsanoğlu, C. İzgi gibi isimlerin yaptığı araştırmalar ve yayınlarda da medreselerden kanunen bu şekilde kaldırılan eserler olduğunu gösteren deliller bulunmamaktadır. O halde Kâtip Çelebi ne demek istiyordu? Bulut’a göre Kâtip Çelebi; Gazzâli, Razi, Îcî ile gelen ilim geleneğinin bozulmaya başlamasını eleştiriyor ve bu bozulma ile medrese-tekke çatışmasının ortaya çıktığını, geleneğe dönüldüğünde böyle problemlerin yaşanmayacağını düşünüyor; her şeyden önce bir bürokrat olmasından dolayı olayları değerlendirmede sosyolojik ve siyasal bir yaklaşım sergiliyordu.
İhsan Fazlıoğlu bu üç tebliğin sonunda yaptığı değerlendirmede şu konulara değindi: 1600-1659 yılları arasında devlet büyük bir mali kriz içindedir. Sultan bürokrasi çatışması ve bunların temelinde de bir iman çatışması bulunmaktadır. Bu çatışma sürecinde ilim adamı hakikati, bürokrat ise siyaseti arar. Kâtip Çelebi de ilimle uğraşan bir bürokrat olarak olayların tarihî köklerine inen bir siyasî arayışın içinde bulunmuştur. Kâtip Çelebi’nin asıl derdi, kaybolmaya başlayan Osmanlı kimliğinin kurtarılması, yeniden inşası çabasıdır.
Bu yönleri ile Kâtip Çelebi dönemi içinde bir ilim adamı değil, siyasî kurtuluşu arayan bir bürokrat; coğrafya, tarih gibi tasvirî ilimlerin, bizim dünyamızın bekası için önemli olduğunu anlayan bir isim olarak değerlendirilmelidir.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ