Kitabın Serüveni ve Günümüz Kitap Yayıncılığı

Işıl Çobanlı Erdönmez

8 Kasım 2014
Değerlendirme:
Halil Aziz Velioğlu

Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler programının Kasım ayındaki ilk konuğu Işıl Çobanlı Erdönmez’di. Erdönmez, Marmara Üniversitesi İletişim Bilimleri Bölümü’nde hazırladığı “İletişim Bilimleri Bağlamında Kitap Yayıncılığı ve Yayıncılık Politikalarının Dönüşümü” başlıklı doktora tezi çerçevesinde bir sunum yaptı.

Konuşmasına, “bilgi” kavramının insanların dil aracılığıyla anlaşmaya başladığı yıllarda ortaya çıktığını ifade ederek başlayan Erdönmez, henüz yazının icat edilmediği sözlü kültür döneminde de insanların duygularını, ihtiyaçlarını bir şekilde ifade etmek zorunda olduğuna işaret etti ve bu problemi aşmak için ilk başlarda mağara duvarlarına çizdikleri resimlerle deneyimlerini bilgi boyutuna taşıdıklarını belirtti. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçilmeden önce, hem Doğu uygarlıklarında hem de Batı uygarlıklarında mitolojiler ve destanlarla söz konusu bilgi aktarımı devam ettirilmiştir. Milattan önce 3000’li yıllarda Mezopotamya topraklarında hüküm süren Sümer uygarlığının yazıyı icat etmesiyle birlikte bu bilgi aktarımı kalıcı hale gelmiştir.

Böylece, yazı aracılığıyla kayıt altına alındıkları için önceden yaşanmış benzer olaylardan haberdar olunabilmesi sağlanmış ve bilimsel araştırma yapılabilmesinin önü açılmıştır. Ayrıca, toplumlar ve uygarlıklar arasında resmi yazışmalar başlatılarak “diplomasi” denilen kavramın tohumları atılmıştır ve farklı dillerdeki toplumların birbirlerini anlama ihtiyacı “çeviri” kavramının doğmasına sebep olmuştur. Bunların yanında, yazının icadı istikrarın, düzenin, şehirleşmenin ve nüfusun artmasını da sağlamıştır. Çünkü insanlar göç etmektense kendilerini geliştirebilecek araç gereçleri not ederek bulundukları topraklarda kalıcı şekilde ikamet edebilmeyi öğrenmişlerdir.

Yazılanları biriktirme ihtiyacıyla birlikte Doğu ve Batı uygarlıklarında ilk kütüphaneler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu süreç zarfında kaleme alınan eserler ise parşömenden ipek kağıda doğru bir gelişme gösterirken, ilerleyen dönemlerde matbaanın icat edilmesiyle birlikte bilgiye ulaşım daha da kolay hale gelmiştir. Ancak, matbaa öncesi dönemlerde tek kopya olarak hazırlanan el yazması eserlerin müellifleri isimlerini eserlere yazmaya gerek görmedikleri için “yazar” kavramına henüz rastlanmamaktadır. Matbaanın eserlerin seri bir şekilde çoğaltılabilmesini mümkün hale getirmesinin ardından “yazarlık” mefhumu ve akabinde de yayınevleri ortaya çıkmıştır.

Kitap ve yayıncılığın serüvenini bu şekilde kısaca aktaran Erdönmez, sunumuna, yayıncılığın dönemsel siyasi tabloyla birlikte ele alınması gerektiğini ifade ederek devam etti. Osmanlı-Batı etkileşiminde matbaanın önemli bir yer tuttuğunu belirten Erdönmez, matbaanın icadının ardından Osmanlı’nın Batı’yla ilişkilerini geliştirerek buralardaki teknolojik gelişmeleri daha yakından takip ettiğine işaret etti. Matbaanın Osmanlı’ya getirildiği Lale Devri’nde bu ilişkiler had safhaya ulaşmıştır. Macar kökenli olan ve yabancı dil bilmesinden dolayı elçilik hizmetlerinde bulunan İbrahim Müteferrika, 1720 yılında Sultan III. Ahmet döneminde Vankulu Lügatı isimli ilk eserini yayımladı. Daha sonra İbrahim Müteferrika’nın matbaası aracılığıyla 16 eser daha basılmıştır. Müteferrika’nın ardından Yahudiler ve Rumlar da İstanbul’da çeşitli matbaalar açmıştır. Devlet eliyle ilk matbaa ise, gerekli basım makineleri Fransa’dan getirilmek suretiyle, Matbaa-i Amire adı altında imparatorluğa bağlı resmi bir kurum olarak açılmıştır. Tanzimat döneminde yapılan çeviri faaliyetleri ile ulusal kurtuluş savaşında kurulan telgraf ağları aracılığıyla bilgi aktarım süreçleri ilerlemeye devam etmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra üniversiteler ve yüksek okulların kurulması ile öğretim üyelerinin işe alınmaya başlanması bilgi aktarımını farklı bir düzeye taşımıştır. Yine bu dönemde “tercüme odaları” kurularak Fransızcadan, İspanyolcadan ve İtalyancadan önemli eserler Osmanlıcaya kazandırılmıştır. Harf inkılâbından sonra ise eserlerin Latin harfleriyle basıldığı yeni bir döneme geçilmiştir.

Erdönmez, 1951 yılında Türkiye Telif Hakları Ajansı’nın kurulmasının, hem yeni harflerin tam olarak kabul görmesine hem de Tek Parti Dönemi’nden sonra özellikle genç yazarlar için özgüveni arttıracak bir ortam hazırladığına işaret etti. Renkli kitaplar, çocuk dergileri, ciltli sanat kitapları ve ansiklopediler de bu yıllarda basılmıştır. 1960’lara gelindiğinde onar yıllık aralıklarla yaşanan üç darbe döneminin yayın ve basım hayatını oldukça etkilediğini belirten Erdönmez, yayıncılık ve kültür-sanat açısından 1960 darbesine oranla 1970 ve 1980 darbelerinin daha yıkıcı etkileri olduğu tespitinde bulundu. Bu dönemlerde sayısız kitap toplatılıp yakılmış; yayınevi sahipleri, kitapçılar, yazı işleri müdürleri ve dergi genel yayın yönetmenleri eserlerinden dolayı hapse atılmıştır. 1980 darbesinden sonra Türkiye’de yayın hayatındaki canlanma ise ancak 1990’lı yıllarda gerçekleşmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) tek başına iktidara geldiği 2002 yılından sonra ise, değişen genel siyasi tablonun yayıncılık hayatı üzerinde ciddi yansımaları olmuştur. Bu dönemde, özellikle tekelleşmiş basın-yayın organlarına karşı tepkisel bir tutum sergilendiği görülmektedir.

Son olarak, Erdönmez, 2012 yılında bazı ülkelerde basılan kitap sayılarına dair bilgiler paylaşarak konuşmasını noktaladı. Buna göre, 2012 yılında Çin’de 241 bin, ABD’de 293 bin, Rusya’da 116 bin, İngiltere’de 149 bin, Almanya’da 82 bin, İran’da 65 bin, Türkiye’de ise 43 bin kitap basılmıştır. Daha sonra toplantı soru-cevap faslıyla devam etti.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.