- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 89 YIL: 2015
- Muslihuddin Lârî: Enmûzecü’l-ulûm & Sıddîk Hasan Han: Ebcedü’l-ulûm
Muslihuddin Lârî: Enmûzecü’l-ulûm & Sıddîk Hasan Han: Ebcedü’l-ulûm
M. Cüneyt Kaya
21 Kasım 2015
Değerlendirme: Zeynelabidin Hüseyni
Bilim ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen Fahreddin Râzî Sonrası İlimler Tasnifi Literatürü toplantı dizisinin sekizinci oturumu iki konuşmacının katılımı ile gerçekleştirildi. İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. İbrahim Halil Üçer, Muslihuddin Lârî’nin (ö. 979-1572) Enmûzecü’l-ulûm adlı eserinin ilimler tasnifi literatürü içerisindeki yerini konu alan sunumunun ardından İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Cüneyt Kaya, Sıddîk Hasan Han’ın (ö. 1307-1890) Ebcedü’l-ulûm adlı eserinin karakteristik özelliklerini tanıttı.
Üçer’e göre Muslihuddin Lârî’nin yetiştiği ortamın entelektüel canlılığı ilmi hayatını etkilemiştir. Lârî’nin aklî ilimlerde yetkin bir konuma gelebilmesinde, bağlı olduğu Devvanî ekolünün bariz bir etkisi olmuştur. Lârî, Devvanî’nin öğrencisi Şemseddin Hafrî, Mîr Gıyâseddin Mansur Deştekî, Mir Kemaleddin Hüseyin Lârî gibi hocalardan ders almıştır. Devvanî ile baba-oğul Deştekîlerin entelektüel tartışmaları ve eserleri Lârî’yi etkilemiştir. Söz konusu entelektüel tartışmalarının merkezini oluşturan Şiraz, kendi döneminde canlı bir ilmi merkezdir. Müeyyedzade başta olmak üzere, Şiraz’a giden âlimler katıldıkları entelektüel tartışmaları Osmanlı ilim dünyasının hizmetine sunmuşlardır.
İran’da Şii hanedanların yönetimi devralmasıyla birlikte Lârî’nin de aralarında bulunduğu Sünni âlimler bölgeden kaçmışlardır. Bu durum, Lârî’nin Hindistan’dan Halep’e, oradan Anadolu’ya olmak üzere geniş bir coğrafyada seyahat etmesine yol açmıştır. Bu sayede ilmi yetkinliği artmış, şöhreti yayılmıştır. Her ne kadar İstanbul’da yeteri kadar ilgi görmemiş olsa da Lârî, sonrasında Diyarbekir’de Vali İskender Paşa’nın iltifatlarına mazhar olmuş ve burada önemli eserler kaleme almıştır. Vefat edinceye kadar da Diyarbekir’de ikamet etmiş ve burada defnedilmiştir. Lârî’nin önemli eserleri arasında Kadı Mîr’in Hidayetü’l-Hikme şerhine yazdığı haşiye ve Gelenbevî’nin bu esere yazdığı haşiyesi ile Farsça kaleme aldığı tarih kitabı Mirâtü’l-edvâr ve Mirkâtü’l-ahbâr ön planla çıkmaktadır.
İbn Sînâ felsefesi ile Kelâm ilminin karşılıklı etkileşimi sonucunda Râzî’den başlayarak Lârî’nin yaşadığı 16. yüzyıla kadar İslam düşünce geleneklerinin özellikle Meşşâî ve Eş’ârilik ekollerinin geçirdiği önemli değişimler üzerinde duran Üçer’e göre, İbn Sina’dan sonra Felâsife de Eş’ârilik de aynı çizgide devam etmemiştir. Lârî’nin felsefi düşünceleri de bu kırılmalar ve değişimler bünyesinde anlaşılmalıdır.
Enmûzec, çeşitli ilimlerin önemli eserlerinin tartışıldığı bir türdür. Enmûzec türü ilimler tasnifi eserleri, özellikle âlimlerin kendi maharetlerini gösterebilmek adına her ilmin en zor ve çetin olan meselelerini ele almaya yönelerek kamuoyunu ve öğrencileri önemli ilmi meselelerden haberdar etme amaçlarıyla yazılmışlardır. Diğer bir deyişle bu eserler, ilgili dönemin ilmi ajandasını vermektedirler. Lârî de İstanbul’a geldikten sonra ilmi birikimini ve yetkinliğini ortaya koymak maksadıyla bu eseri kaleme almıştır.
Henüz neşredilmemiş iki yazma nüshası bulunan eser, bir mukaddime ve yirmi bir adet ilim ihtiva etmektedir. Mukaddime, Lârî’nin hayatına ve hoca silsilesine dair bilgiler içermektedir. Râzî öncesi enmûzec türü eserler tek bir ilmi kapsarken, Râzî’den sonra ilimlerin sayısı artmıştır. Devvanî’nin enmûzec eseri de Lârî’nin eserini ciddi ölçüde etkilemiştir. Lârî, eserde ilk sıraya koyduğu ilim Tefsir’dir. Burada isbât-ı vacip ile ilgili eskiden beri tartışılan “Tanrı’nın bir olması” problemini ele almaktadır. Özellikle neshin vukuunun imkanını tam ve nakıs illet konusu altında işlediği Fıkıh babı, müellifin aklî ilimlere olan hakimiyetini ortaya çıkarmaktadır. Tasavvuf ilmi altında vahdet-i vücud öğretisinin karakteristik özelliklerini, Kelâm ilminde ise Tanrı’nın fail-i muhtar bir varlık oluşu sorununu ele alarak bunları savunmaktadır. Bunların dışında, Metafizik ilminde Tanrı’nın tikelleri bilip bilmediği meselesine, Doğa Felsefesi kısmında ise hareket konusuna yer verir.
Oturumun ikinci kısmında M. Cüneyt Kaya, Sıddîk Hasan Han’ın hayatı, ilmi çalışmaları ve seyahatnameleri hakkında bilgiler verdi. Aklî ve naklî pek çok ilimde dönemin âlimlerinden icazetnameler alan ve medrese geleneğinin süregelen metinlerine âşina olan Hasan Han, Ehl-i Hadis ekolünün kurucusu kabul edilir. Bu bağlamda Şah Veliyullah ve oğlu tarafından başlatılan sünneti ihya etme çabaları, Hasan Han örneğinde zirveye çıkmıştır. Özellikle Hicaz bölgesine yaptığı seyahatten sonra İbn Teymiyye’nin düşüncelerinden ciddi şekilde etkilenmiştir. Eser yazma konusunda da çok velûd bir isim olan Hasan Han; kelâm, hadis, fıkıh, dil ve edebiyat gibi farklı alanlarda iki yüz yirminin üzerinde eser kaleme almıştır. Selefî-Hanbelî bir meşrebe sahip olduğu için şirk, bid’at ve taklit konularına mesafeli duran Hasan Han, dönemin önemli hadis hocalarından biri olan Leknevî ile ciddi tartışmalara girmiştir. Hasan Han’a göre mezhepler insanları gerçek yoldan saptırmaktadır ve kurtuluşa ermek için sahih hadise dayanmak yeterlidir. Ciddi bir ağırlığı bulunan Hasan Han, üzerinde hâlâ önemli tartışmaların devam ettiği bir isimdir.
Hasan Han, ilimler tasnifi üzerine yazdığı eseri 1873’de kaleme almıştır. Eser üç ana kısma ayrılmaktadır. İlk kısımda genel olarak ilimlerin tanımı, konuları, problemleri, türleri, gelişim süreçleri ve şerh-haşiye literatürünün nasıl ele alınması gerektiği açıklanmaktadır. İkinci kısımda yaklaşık 425 tane ilim alfabetik olarak ele alınmıştır. Üçüncü kısımda ise âlimler, farklı tasniflere tabi tutulmuş ve biyografilerine yer verilmiştir.
Hasan Han, giriş bölümünde eserlerinden faydalandığı beş ismi zikreder. İbn Haldun’un Mukaddime, Taşköprizâde’nin Miftâhu’s-sa‘âde, Katip Çelebi’nin Keşfü’z-Zunûn, Tehânevî’nin Keşşâfü Istılâhâtı’l Fünûn ve’l-ulûm ile Kutbüddin İznikî’nin Medinetü’l-ulûm adlı eserleri en çok başvurduğu kaynaklardır. Ancak Kaya, Cevat İzgi’den hareketle Kutbüddin İznikî’ye atfedilen eserin aslında Taşköprizâde’ye ait olduğunu, bunun kayıtlara yanlış bir şekilde geçirildiğini ifade etti. Dolayısıyla Medinetü’l-ulûm eseri, aslında Taşköprizâde’nin Miftâhu’s-sa‘âde eserinin bir telhisi niteliğindedir.
Müellif, eserde geniş aktarımlar yapmış ve kendi görüşlerine nadiren yer vermiştir. Ayrıca eserde zikredilen birçok ilmin özgünlüğü de tartışılır niteliktedir. Hasan Han’a göre Usûlü’d-dîn ilmine ilişkin birçok eser içerisinde en kıymetli olanlar, muhaddisler tarafından yazılmıştır. Bu bağlamda eser yazan İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye dikkate alınmalıdır. İlm-i İlahi (Metafizik) ilminde ön plana çıkan isimlere Râzî ve Hocazâde Musluhuddin Efendi’yi örnek veren Hasan Han’a göre, bunlar dini ilimlerde sanıldığının aksine çok güçlü isimler değildir. Bu bağlamda Hasan Han, Râzî’nin Mefâtîhu’l-Gayb eserinin Tefsir’den başka her şeyi içerdiğine ilişkin meşhur eleştiriyi tekrarlar. Tasavvuf ilmi babında, İbn Haldun’un eleştirilerinden hareketle karşı bir tutum ve üslup benimseyen Han’a göre örneğin veli insanların gaybın bilgisine erişebilmeleri tartışmalıdır. İlm-i Hikmet kısmındaki sözleri, neredeyse Kâtib Çelebi ve İbn Nedim’den aktarılan cümlelerden oluşur. Simya bölümünde İbn Teymiyye’nin Hallac’ın veli olmayıp bir sihirbaz olduğuna dair görüşünü aktarır. Fıkıh ilminde mezhep taassubunu ciddi bir şekilde eleştirir. Kitap ve Sünnet dışında İcma ve Kıyas’ın delil teşkil etmeyeceğini vurgular. Mantık babında yine aynı şekilde İbn Haldun’dan uzun pasajlar aktarır, İbn Teymiyye’nin er-Red ale’l-Mantıkıyyîn eserini, ciddi bir mantık eleştirisi yaptığı için öne çıkarır. İlm-i Mev‘îza kısmında mevlid okutmanın caiz olup olmadığını tartışır. Hz. Peygamber’in doğum gününü kutlamanın doğru olmadığını, iyi ve güzel bid‘ât diye bir kategorinin kabul edilemeyeceğini ifade eder. İbn Teymiyye’nin, İbn Arabî’nin vahdet-i vûcûd öğretisine ilişkin eleştirileri üzerinden bu konuyla pek uğraşmamanın daha sağlıklı olacağını dile getirir.
Ulemâ biyografilerine ayrılan üçüncü kısımda dikkatleri çeken unsur ise İslam’ın koruyucuları olarak İbn Teymiyye ve takipçilerinin zikredilmesidir. Ayrıca bu bölümde Ebu Hanife eleştirisine yer verilir ve Hanefî mezhebinin diğer mezheplere nazaran daha çok taassup içerdiği vurgulanır.
Üçer ve Kaya’nın sunumlarının ardından toplantı soru-cevap faslıyla nihayete erdi.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ