- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 68 YIL: 2008
- Ortadoğu’da Son Gelişmeler ve Filistin Meselesine Etkileri
Ortadoğu’da Son Gelişmeler ve Filistin Meselesine Etkileri
Cevad el-Hamed
22 Ekim 2008
Değerlendirme: Uğur Matiç
Ürdün Amman’da bulunan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nin Başkanı Dr. Cevad el-Hamed, Küresel Araştırmalar Merkezi’nin çoğunlukla yurtdışından gelen konuklarla gerçekleştirdiği Özel Etkinlik programının Ekim ayı konuğuydu. Son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelerin Filistin Meselesini nasıl etkilediğini değerlendiren Dr. Hamed, konuyla ilgili öngörülerini bizlerle paylaştı.
Öncelikle Filistin Meselesinin kırılma noktalarını kısa bir tarihî arka planla sunan Hamid’e göre, 1916’dan 1987’ye kadar geçen süreçte bir proje olarak Filistin davasının başarıya ulaştığı söylenemez. Sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olan bazı teoriler geliştirilmiş olsa da, bunların hepsi iflas etmiştir. Bu bağlamda, özellikle Arap-İsrail meselesini değerlendiren ve bu konuda kafa yoranlar için, Filistin’de İsrail İşgali’ne karşı topluca başkaldırma niteliği taşıyan İntifada Hareketi’nin başlangıç tarihi olan 1987 senesi bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarih aynı zamanda Filistin davasının öncülüğünü yapan liderlerin de meseleye bakış açılarını kökten değiştirmiştir. 1991 yılında başlayan Oslo Barış Süreciyle direniş döngüsünden çıkılıp barış döngüsüne atlama çabası başlamıştı. Ancak İsrail’in imzalanan anlaşmalara hiçbir zaman bağlı kalmaması ve uluslararası güçlerin haklıdan yana tavır almamış olmaları ile etkisizlikleri dolayısıyla proje başarıya ulaşamadı. Oslo Anlaşması, 1967 sınırlarına geri dönülmesini ve bu bağlamda 1999’da Batı Şeria ile Gazze’de bağımsız bir Filistin Devleti kurulmasını, Anlaşma şartlarına bağlı olarak Kudüs’ün Filistinlilere verilmesini aynı zamanda da mültecilerin geri dönüşünü öngörüyordu. Bunların gerçekleşmemesi, Filistin Meselesinde direnişi savunan grupların iddialarını haklı çıkardı ve 2000 yılında İkinci İntifada hareketi başladı. Başta Hamas ve İslâmî Cihad bu hareketin önderliğini yapıyordu. Bunlara sonradan Filistinli diğer silahlı örgütler de katıldılar. Bunların arasında el-Fetih de vardı ki, o döneme kadar el-Fetih iktidarda idi. Dolayısıyla Hamid’e göre 2000’den bu yana geçen süreci İkinci İntifada olarak değerlendirebiliriz.
Cevad el-Hamid’e göre İkinci İntifada sayesinde, silahlı gruplar ile siyasîler arasında bir birlik sağlandı. Daha doğrusu siyasîler, Hamas ve İslâmî Cihad’ın başını çektiği silahlı grupların faaliyetlerini kabullenmek ve tanımak zorunda kaldılar. Bu dönüşümün neticesinde 2006 seçimlerinde Filistin meselesini direniş olarak görüp silahlı mücadeleyi savunan Hamas, Filistin Ulusal Meclisinin %59.5’ini kazandı. Böylece silahlı mücadele yanlıları, meseleyi siyasî boyutta da kazanmış oldu. Seçimlerin kazanılmasıyla ayrıca uluslararası meşruiyet de sağlanmış oluyordu.
2006 seçimlerinden bu yana da Filistin halkı hem Batı Şeria’da hem de Gazze’de karadan, havadan ve denizden kuşatılmış bir şekilde yaşıyor. Yaklaşık iki buçuk yıldır zor şartlar altında yaşayan Filistin halkı sağlık, gıda ve diğer temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılmış durumda. Filistinliler bu durumu Arapçada sumûd olarak tanımladılar. Sumûd, direniş ile benzer bir anlam taşımakla beraber, bununla ifade edilen bulunduğu yerde bulunarak, şartlara direnerek bir direniş göstermekti; yani bütün olumsuzluklara rağmen, yaşayarak karşı koymak, bir nevi protesto niteliğindeki direniş anlamına gelmektedir. Bu arada Filistin’de el-Fetih ile Hamas arasında ihtilaflar ortaya çıktı.
Filistin’de yaşananların iç tasvirinin özetle bu şekilde sunulabileceğini söyleyen Hamid’e göre, Filistin’in çevresindeki Arap/Ortadoğu bölgesindeki manzarada ise, özellikle Arap bölgesinde, “İsrail ile ilişkileri sürdürme projesini kim yürütecek?” konusunda farklılıklar ve dönüşümler yaşanmaya başlandı. Bu bağlamda bir Ilımlılar ekibi, onun karşısında da Reddiyeciler (İsrail ile ilişkileri reddedenler) grubu oluştu. Ama bunun sonuçlarına baktığımız zaman, Ilımlıların projesinin iflas ettiğini ve dağıldığını, Reddiyecilerin de bu süreçten zaferle çıktıklarını görüyoruz. Ilımlılar grubu mihverinde yer alanlar kendi ulusal politikalarını uygulamaya başladılar. Diğer tarafta (Suriye, Lübnan’da Hizbullah, Irak’taki direnişçi gruplar) ise direnişin, çok aktif biçimde ortaya çıktığını görüyoruz.
Hamid, Amerika’nın İran’a yönelik politikasındaki değişimlerden, Türkiye’nin arabuluculuğu ile Suriye ile İsrail arasında yaşanan görüşmelerden, Lübnan’da Hizbullah’ın daha aktif bir politik süreç içerisine girmesinden yola çıkarak, Hamas ve İsrail arasında ateşkes imzalanıp yürürlüğe konulmasını, Reddiyecilerin de uluslararası gelişmelerde bir aksiyon içerisine girdiği ve kendi projelerini uygulamanın yollarını aradığı şeklinde yorumladı. Bu gelişmeler, hem Filistin içinde hem de bölgesel çerçevede, Amerikan-İsrail çizgisinde, sadece ‘barışçılarla’ değil, direnişçilerle de görüşmenin bir gereklilik olduğu hissini uyandırdı. Ortadoğu Barış Sürecini destekleyen tüm ülkelerin verdiği desteğe rağmen proje, başlangıçta öngörülen siyasî amaçlarına ulaşamadı. Sonuç olarak hem Filistin’in kendi içerisindeki liderlik mekanizmasında hem de fiili mücadele alanında birtakım dönüşümler yaşandı.
Konuşmacıya göre bu noktada, önümüzdeki günleri değerlendirirken dikkate alınması gereken başlıca birkaç konu beliriyor. Örneğin Filistin’in kendi içerisindeki ulusal diyalog, İsrail’de siyasî lider değişikliği (1 yıl içerisinde seçim gerçekleşecek), ABD’deki başkanlık seçimi ve yeni başkanın bölgeye yönelik üslup ve yaklaşımındaki olası değişiklik, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın başkanlık sürecinin doluyor olması. İsrail’deki askerî ve siyasî uzmanlara göre artık İsrail, Hamas’ı kendisiyle askerî ve siyasî anlaşmalar yapılabilecek bir hareket olarak görüyor. Dolayısıyla İsrail önümüzdeki süreçte İslâm dünyasında uzantıları olan ve Filistin’de büyük desteği olan, aynı zamanda askerî gücü olan Hamas ile uzlaşma içerisine girebilecek bir sürece girmiştir.
Önümüzdeki süreç içerisindeki dönüşümlerin bu başlıklar altında süreceğini düşünen Hamid, bunların önünde kendisinin 6 noktada ortaya koyacağı çok önemli sorunlar olduğunu belirtiyor ve bu 6 noktayı şöyle sıralıyor:
İşgalin sona ermesi. Çünkü bugün Filistin halkının yaşadığı her türlü sorunun temel nedeni işgal altında bulunmalarıdır; işgalin kendisidir.
İşgal bitinceye kadar ambargonun kaldırılması gerekmektedir.
Filistinliler arasında ulusal birlik meselesi: Bugün Filistinliler hem siyasî hem fizikî olarak bölünmüş vaziyetteler. Siyasî olarak iki başlılık söz konusu iken, fizikî olarak da Gazze ile Batı Şeria birbirinden kopuk iki parça halinde. Dolayısıyla her iki alanda da Filistinlilerin birlik sağlaması gerekmektedir.
Filistinlilerin modern, demokratik bir devlet kurabilecek bir kurumsallaşmaya gidebilmesinin gerekliliği. İşgal sona erdiği zaman Filistinlilerin kendi kendilerini yönetebilecek kapasiteye sahip olduklarını göstermeleri gerekir.
Bundan sonraki iki sorun ise Amerika’nın doğrudan ve/veya dolaylı olarak müdahil olduğu sorunlardır:
“Ortadoğu Barışı” meselesi: Amerika’nın sürekli olarak dayattığı, son yıllarda daha çok gündeme getirdiği bu mesele, en son Annapolis’de kapsamlı bir şekilde gündeme getirilmişti. Filistinlilerden, onulmaz konularda taviz vermelerinin istenmesi (Örneğin Kudüs meselesinden, mültecilerin geri dönüş hakkından, vs.) sorun yaratmaktadır.
İslâm dünyasındaki birlik sorunu: Gerek İsrail’e, gerek Amerika’ya karşı; gerekse başka meselelerde, hiçbir konuda bir birlik oluşturulamaması, sadece Filistin özelinde değil, tüm Müslüman ülkelerin meselelerinde sorun teşkil etmektedir.
Cevad el-Hamid, sunumunu bu 6 nokta ile tamamladıktan sonra soru faslına geçildi.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ