Türk Romanına Kritik Yaklaşımlar-12 Türk Romanında Ev

Zeynep Uysal

4 Aralık 2008        
De­ğer­len­dir­me: Neslihan Demirci
 
Sa­nat Araş­tır­ma­la­rı Mer­ke­zi’nin Türk ro­ma­nı ek­se­nin­de­ki Ara­lık ayı ko­nu­ğu, Bo­ğa­zi­çi Üni­ver­si­te­si Türk Di­li ve Ede­bi­ya­tı Bö­lü­mü’nün genç ho­ca­la­rın­dan Zey­nep Uy­sal’dı. Son yıl­lar­da Türk ro­ma­nı üze­ri­ne de­rin­lik­li çö­züm­le­me­ler içe­ren te­ma­tik ça­lış­ma­lar ya­pı­lı­yor. Türk ede­bi­ya­tın­da ev ve me­kâ­nın na­sıl al­gı­lan­dı­ğı so­ru­sun­dan yo­la çı­kan Uy­sal da, ilk ev­re­sin­den bu ya­na Türk ro­ma­nı­nın çe­şit­li ör­nek­le­ri­ni te­mel ala­rak an­la­tı­lar­da ev iz­le­ği­nin na­sıl kur­gu­lan­dı­ğı­nı araş­tır­mış. Ko­nuş­ma­cı su­nu­mu bo­yun­ca, ev­den kaç­ma ve eve bağ­lan­ma ara­sın­da­ki ge­ri­li­min üze­rin­de iler­le­yen ev im­ge­si­ni in­ce­le­di­ği ça­lış­ma­sı­nı ana hat­la­rıy­la özet­le­di.
Zey­nep Uy­sal, baş­lan­gıç nok­ta­sı ola­rak Ke­mal Ta­hir’in Bir Mül­ki­yet Ka­le­si ad­lı ro­ma­nın­da evin sı­ğı­nı­lan yer ol­ma­sı­na, sağ­lam­lı­ğı­na ve ko­ru­nak­lı­lı­ğı­na ya­pı­lan vur­gu­ya de­ğin­di. Ar­zu edi­len özel­lik­le­riy­le ro­ma­na adı­nı ve­ren ev, taş­tan­dır; ka­le gi­bi­dir. Ama evin için­de­ki ha­yat, her yö­nüy­le “sağ­lam ev” ha­ya­li­ni sü­rek­li sek­te­ye uğ­rat­mak­ta­dır.
Va­ro­lu­şu­mu­za da­ir önem­li kav­ram­lar­dan bi­ri olan ev ge­niş an­lam da­ire­sin­de, ha­ne-yu­va-ai­le kar­şı­lık­la­rı­nın da öte­si­ne ge­çer; ai­di­yet­tir, top­rak­tır, yurt­tur, va­tan­dır. Me­kân, kim­lik al­gı­mı­zın bir par­ça­sı­dır. Ko­nu­ğu­muz, ki­mi­le­yin bir­bi­ri ye­ri­ne kul­la­nı­lan me­kân (pla­ce) ile uzam (spa­ce) kav­ram­la­rı­nı bir­bi­rin­den ayı­ran bir coğ­raf­ya­cı­nın tes­pi­ti­ne da­ya­na­rak me­kâ­nın gü­ven­li­ği, uza­mın ise öz­gür­lü­ğü işa­ret et­ti­ği­nin al­tı­nı çiz­di. Me­kâ­na bağ­lan­sak da, son­suz­luk duy­gu­su ve­ren, sı­nır­sız bir uza­mın öz­le­mi­ni ta­şı­rız. Sı­ğın­dı­ğı­mız me­kân dar gel­di­ğin­de öz­gür­lük ih­ti­ya­cı bas­kın ge­lir, me­kâ­nın dı­şı­na taş­mak is­te­riz. Ak­si­ne, ait ol­du­ğu­muz me­kân­dan sü­rül­dü­ğü­müz­de ise ön­ce­sin­de öz­le­di­ği­miz son­suz­luk duy­gu­su kâ­bu­sa dö­nü­şür.
Uy­sal, ev­le il­gi­li ter­mi­no­lo­ji­nin ya­şa­dı­ğı­mız yer­le va­ro­lu­şun iliş­ki­si­ni ele ver­di­ği­ni ha­tır­lat­tı. Me­kâ­nın kö­ke­nin­de­ki kevn, var ol­mak, vü­cut bul­mak de­mek­tir. Ta­sav­vuf­ta ki­şi­nin bi-me­kân olu­şu, ya­ni me­kân­sız­lı­ğı, Al­lah söz ko­nu­suy­sa la-me­kân­lı­ğa dö­nü­şür. Mes­ken, sü­kûn bu­lu­nan yer­dir. İs­kân, sa­kin, mes­kûn ay­nı kök­ten tü­re­miş; her iki an­la­mı da içe­ren ke­li­me­ler…
La­tin­ce­de ev­le il­gi­li kav­ram­la­rın ba­şın­da lo­cus ama­nus ge­li­yor; Zey­nep Uy­sal’ın ver­di­ği kar­şı­lık­la “cen­net-me­kân”. Mut­suz­lu­ğa, ha­yal kı­rık­lık­la­rı­na yer ve­ril­me­yen, hu­zu­run var ol­du­ğu ide­al me­kâ­nın kas­te­dil­di­ği bu kav­ram, Ho­me­ros’ta ön­ce do­ğay­la, son­ra ev­le öz­deş­leş­ti­ri­lir. Lo­cus ter­ri­bi­lis ise deh­şet me­kâ­nı ola­rak kar­şı­la­na­bi­lir. Acı çe­ken bi­rey için bu­lun­du­ğu yer, ar­tık yı­kım me­kâ­nı­dır. Bu da Ham­let’te, Don Ki­şot’ta ör­nek­le­ri gö­rü­len bir ifa­de.
Zey­nep Ha­nım’ın an­la­tı­cı­nın me­kân al­gı­sı­na yö­ne­lik yo­ru­mu, kim­li­ğin so­run hâ­li­ne gel­dik­çe me­kâ­nın da kı­lık de­ğiş­tir­di­ği şek­lin­dey­di. As­lın­da me­kân fi­zik­sel özel­lik­le­ri iti­ba­riy­le çok fark­lı ol­ma­ya­bi­lir, bi­re­yin ba­kı­şıy­la il­gi­li bir de­ği­şim­dir söz ko­nu­su olan. Ki­şi ken­di­ni mut­lu his­set­ti­ğin­de et­ra­fı­na pem­be göz­lük­ler­le ba­kar, acı çe­ki­yor­sa ka­ran­lık bir per­de­nin ar­ka­sın­dan gö­rür her şe­yi. Kur­gu­sal me­tin­le­rin ta­ri­hi akı­şı­na bak­tı­ğı­mız­da, kah­ra­man­la­rın bo­zu­lan ide­al me­kân­la­rı­nı tek­rar kur­ma ça­ba­sı­na gir­dik­le­ri­ni gö­rü­rüz. Ro­man­lar da “ev”in cen­net me­kân­dan na­sıl deh­şet me­kâ­nı­na dö­nüş­tü­ğü­nün hi­kâ­ye­si­dir bir ya­nıy­la.
Tan­zi­mat ro­ma­nın­da “bi-me­kân”lık ol­gu­su çok sık iş­le­nen bir un­sur­dur. Tan­zi­mat ay­dı­nı­nın gir­di­ği zi­hin­sel ça­tış­ma­nın ya da Ja­le Par­la’nın da vur­gu­la­dı­ğı ba­ba­sız kal­ma duy­gu­su­nun ola­ğan bir so­nu­cu ola­rak bi­re­yin al­tın­da­ki ze­min her an­lam­da kay­gan­laş­mış­tır. Di­ğer bir de­yiş­le me­kân ko­ru­nak­lı­lı­ğı­nı yi­tir­mek­te­dir. Bu dö­nem­de me­kân, ah­lâk iliş­ki­siy­le ele alı­nı­yor; ev, dış dün­ya­nın ki­rin­den ko­ru­yan, mah­re­mi­ye­tin bu­lun­du­ğu yer­dir.
He­nüz On Ye­di Ya­şın­da ad­lı ro­man­da “ev-len­mek” ifa­de­si iki an­la­mıy­la da ger­çek­le­şir. Ev­li­lik ba­ğıy­la ye­ni bir evin/ ai­le­nin men­su­bu olur­su­nuz, bu me­kân bü­tün ko­ru­nak­lı­lı­ğı ha­iz­dir. Ah­met Mit­hat’ın ro­man­la­rın­da ba­tı­lı­laş­ma, ya­şan­ma­sı ge­re­ken bir sü­reç ve de­ği­şim­dir; ama ah­lâ­kın bo­zul­ma­ma­sı şar­tıy­la. Adı ge­çen ro­man­da­ki kah­ra­man Kal­yo­pi, ge­ne­lev ka­dı­nıy­ken “ev sa­hi­bi” ol­ma­yı hak et­miş­tir; çün­kü ma­sum­dur. Böy­le­lik­le ilk kez bir ge­ne­lev ka­dı­nı Ah­met Mit­hat’ın ro­ma­nı­na -an­cak ide­ali­ze edil­miş ve bir dö­nü­şü­me ta­bi tu­tu­la­rak- gi­re­bil­miş­tir.
Ha­lit Zi­ya’nın üze­rin­de uzun­ca du­ran Uy­sal, ya­za­rın te­mel iz­lek­le­rin­den bi­ri­nin ev ol­du­ğu­nu söy­le­di. İlk ro­ma­nı Se­fi­le’de He­nüz On Ye­di Ya­şın­da’da­ki­nin tam ter­si bir gö­rüş yer alı­yor. Bu­ra­da ev, ar­tık mu­ha­fa­za­kâr bir ka­le de­ğil­dir; sa­vu­nu­lan tez, ka­le­nin na­sıl ko­ru­na­ma­dı­ğı ve na­sıl yı­kıl­dı­ğı­dır. Ro­ma­nın kah­ra­ma­nı Maz­lu­me, gay­ri­müs­lim ol­ma­yan bir so­kak ka­dı­nı­dır; bu yö­nüy­le ol­duk­ça tep­ki top­la­mış­tır. Ev, bi­rey­sel­leş­me­nin me­kâ­nı­dır, ide­al­den çok uzak­tır, yı­kı­ma doğ­ru git­mek­te­dir. Uy­sal, Ha­lit Zi­ya’nın fark­lı ro­man­la­rı­na atıf­lar­da bu­lu­na­rak, Ah­met Mit­hat’ın ak­si­ne, me­se­le­le­re ah­lâk­çı yak­laş­ma­yan ya­za­rın, “ev”i ro­man­la­rın­da na­sıl ko­num­lan­dır­dı­ğı­nı ör­nek­len­dir­di.
Bi­rey­sel­li­ğin öne çık­tı­ğı Ser­ve­ti Fü­nun ro­man­la­rın­da ki­şi­le­rin ruh hâl­le­ri ve ye­ni ge­li­şen Os­man­lı bur­ju­va­zi­si me­kân tas­vir­le­ri­ne yan­sı­tı­lı­yor­du. Bu ro­man­lar­da­ki bu­na­lım­lı at­mos­fer ve iç ka­rar­tı­cı tas­vir­ler­de is­tib­dat dö­ne­mi­nin de et­ki­si var­dı.
Ya­kup Kad­ri’nin ro­man­la­rın­da gö­rü­len ilk ye­ni­lik, mil­li­yet­çi­li­ğin et­ki­siy­di. Ki­ra­lık Ko­nak’ta ko­na­ğın da­ğıl­ma­sı ale­go­ri­si üze­rin­den hem ai­le­nin, hem de im­pa­ra­tor­lu­ğun par­ça­lan­ma­sı sem­bo­li­ze edi­li­yor­du. Ha­lit Zi­ya’nın ki­şi­le­ri bi­rey­sel­lik­le­ri­ni ger­çek­leş­ti­re­me­dik­le­ri için ev­den ko­pu­yor­lar­ken, Ya­kup Kad­ri’de evin da­ğıl­ma­sı ce­ma­at ai­di­ye­ti­ni yi­tir­me­le­ri yü­zün­den­di. An­ka­raro­ma­nın­da ise ev, yoz­laş­ma ve yan­lış ba­tı­lı­laş­ma­nın me­kâ­nı ol­ma­sıy­la eleş­ti­ri­lir. 1930’lar­da ev­ler cum­hu­ri­yet res­to­ras­yon sü­re­ci­nin baş­lan­gıç nok­ta­sı ola­rak gö­rül­mek­te, bu alan­da hum­ma­lı bir ça­ba ser­gi­len­mek­tey­di. Mi­ma­rî açı­dan da ah­şap ye­ri­ne be­ton ya­pı­la­rın yay­gın­laş­ma­sı bu bi­linç­li ter­ci­hin şe­hir mi­ma­ri­sin­de te­ces­süm et­me­siy­di.
Su­nu­mun bü­yük kıs­mın­da, de­ğer­len­dir­me­ler cum­hu­ri­yet dö­ne­mi ro­ma­nı­na dek ge­le­bil­di­ği için mo­dern ro­ma­na ka­lan kı­sıt­lı va­kit­te bir­kaç ese­re kı­sa­ca de­ği­nil­di. Mo­dern dö­nem­de ev im­ge­si apay­rı bir du­ru­ma gön­der­me ya­pı­yor­du; ar­tık bi­rey­sel­leş­me­nin me­kâ­nı de­ğil, bi­rey­sel­leş­me­ye en­gel teş­kil eden bir ayak ba­ğıy­dı ev ve ai­le. Söz­ge­li­mi Tu­tu­na­ma­yan­lar’ın ana ka­rak­te­ri Tur­gut için ev yer­le­şik­li­ğin, ku­ru­lu dü­ze­nin sim­ge­si ol­du­ğun­dan ka­çıl­ma­sı ge­re­ken bir un­sur­dur. Bi­re­yin dü­şün­me­si için ka­fa­sı­nı meş­gul eden on­ca oda isim­le­rin­den, bur­ju­va adet­le­ri ve eş­ya yı­ğı­nın­dan uzak­laş­ma­sı ge­re­kir. Bu­ra­da, baş­ta­ki kav­ram­lar­la söy­ler­sek, fe­la­ket me­kâ­na dö­nüş­müş ev­den me­kân­sız­lı­ğa ka­çış se­çi­li­yor­du.
Yi­ne mo­dern­li­ğe ve or­ta sı­nı­fın kod­la­rı­na iti­ra­zın kes­kin ifa­de­si ola­rak Ay­lak Adam’da, Ke­ma­list ide­olo­ji­nin ve bur­ju­va­nın eleş­ti­ri­si açı­sın­dan Öl­me­ye Yat­mak’ta­ki ev im­ge­si ben­zer­lik gös­te­rir. So­nuç ola­rak an­la­tı­lar­da­ki ev im­ge­si­ne da­ir na­if yak­la­şım, 1950’ler­den son­ra ye­ri­ni kaç­mak- kur­tul­ma­nın an­la­tı­mı­na bı­ra­kır.

EDİTÖRDEN

2024 Güz Programı

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.