İslâm Düşüncesi-5: İbn Sînâ’dan Elmalılı’ya İhlas Sûresi Felser Geleneğifî Tefsi

A. Faruk Güney

4 Ağustos 2009
Değerlendirme: Hüseyin Aygün
 
Marmara Üniversitesi’nde 2008 yılında tamamladığı “İbn Sînâ’dan Elmalılı’ya İhlâs Sûresi Felsefî Tefsir Geleneği -Bir Varlık İdrakinin Zemini Olarak İhlâs Sûresi Tefsiri-” başlıklı doktora tezi bağlamında Tezgâhtakiler programına konuk olan Ahmet Faruk Güney, tezinde, hukemâ, mütekellimîn ve sufiyyenin vücud/varlık tasavvurlarını İbn Sînâ’nın başlattığı İhlâs Sûresi tefsir geleneği bağlamında ele aldı. Güney, “Kur’an’ı anlama ve yorumlama çabası” şeklinde tarif ettiği tefsirin türlerine kısaca işaret ettikten sonra felsefî tefsiri “felsefî, kelamî, ve irfanî-nazarî mülahazalardan hareketle sahip olunan kavramsal çerçeve ve ıstılahlarla Kur’an’ın yorumlanması ve açıklanması” şeklinde tanımladı. Felsefî tefsire yönelik eleştirilerden de kısaca bahseden Güney, bu eleştirilerin İbn Sînâ’nın İhlâs Sûresi tefsirine ve şerhlerine yer vermemelerini, sözkonusu metinlerin Kur’an’ın anlam çeperini zorlamadan Arap dilinin imkânlarıyla yazılmış olmalarına bağladı. Sözkonusu felsefî tefsir geleneği üzerine herhangi bir inceleme yapılmamış bir konu olduğundan, bu konuyu seçmesinin sebebini “bu alandaki kapalılığı bir nebze de olsa ortadan kaldırmak; en azından bu konuda bir resim ortaya koymak” şeklinde açıklayan Güney, İhlâs Sûresi felsefî tefsir geleneğine ilişkin açıklamalarında özetle şu hususlara değindi:
İhlâs Sûresini felsefî bakış açısıyla yorumlayan 17 müfessir vardır. Bu müfessirlerin yazdığı 17 tefsirden altısı müstakil sûre tefsiri olarak kaleme alınmıştır:
(1) İbn Sînâ, Tefsiru Sûreti’l-İhlas: İbn Sînâ, felsefî düşüncesi ile vahiy arasında uzlaşı olduğu göstermek için -Gazzali’nin ifadesiyle “Kur’an’da Allah’ın zâtından bahseden yegane sûre” olan- İhlâs Sûresinin tefsirini kendisine konu edinmiştir. İlk olarak Muhammed el-Menân’ın şerhiyle birlikte basılan bu tefsir 2 defa da tahkik edilerek basılmış ve biri eksik olmak üzere 4 defa da Türkçeye tercüme edilmiştir. İbn Sînâ bu tefsirde, vacib-mümkin ve vücud-mahiyet ayrımlarına ve hüviyet-i ilahiyeye dair felsefî görüşlerini ele almaktadır. (2) Fahreddin Râzî, İhlâs Sûresine ilişkin felsefî yorumlarını el-Esraru’l-Mudea fi Bazı Suveri’l-Kur’ân adlı eserinin İlahiyat bölümünde ve Metalibu’l-Âliye’deele almıştır. (3) Kemal b. Muhammed el-Lârî (914/1508’lerde sağ), Tahkiku’l-İhlâs li-Ehlil İhtisas’ta sûreyi klasik tefsir metoduna uygun olarak tefsir ettikten sonra, “İhlâs Sûresinin maksadlarına ait burhanlarla ilgili ek” başlığı altında sûrenin ifade ettiği temel mânâlarla ilgili felsefî delilleri farklı anlayışlara (mütekellimûn, meşşâiyyûn, işrâkiyyûn) göre zikreder. Eser yazma halindedir. (4) Taşköprüzâde Ahmed Efendi, Sûretu’l-Halâs fi Tefsir-i Sûreti’l-İhlâs’ı üç meslek üzerine, yani muhaddisûn, müfessirûn ve mütekellimûn ve muhakkikûna göre kaleme almıştır. Bu tefsiri, Ahmed Efendi’nin diğer tefsirleriyle birlikte Ahmet Sürün (Süruri) yüksek lisans tezinde tahkik etmiştir. (5) Mehmed Emin Şirvânî, Tefsiru Sûreti’l-İhlâs’ta ‘ehad’ lafzına tefsir ederken, felsefî açıklamalara yer vermiştir. Eser matbu değildir. (6) Musa Kazım Efendi, Sûre-i İhlas Tefsiri’nde vahdet-i vücud anlayışına ait terim ve ifadelerle âyetleri yorumlamıştır.
Bu tefsirlerden 5’i ise, İbn Sînâ’nın tefsiri üzerine yazılmış haşiyelerdir:
(1) Celaleddin Devvanî, İbn Sînâ’nın ilk âyette hüviyet-i ilahiyeye dair yaptığı yorumlar üzerine açıklamalar yapmakta; diğer âyetlerde ise gramer açıklamalar ve dilsel anlamlarla iktifa etmektedir. Devvanî’nin eseri İsfahan’da 1985’de basılmıştır. (2) Ahmed el-Maraşî ed-Debbâğî, İbn Sînâ’nın bütüne yönelik açıklamalarda bulunmuş ve onun “meramını tavzih, mahfiyatını izhar ve matviyatını tasrih etmeyi” amaçlamıştır. İbn Sînâ’nın metnini uzun altınlar halinde vererek şerh eden bu eser yazma halindedir. (3) Mehmed el-Hâdimî, İbn Sînâ’nın “kıyaslarını tasvir, delillerini açıklamak ve ihtilaflarına işaret etmek” üzere kaleme aldığı haşiyesinde, metnin tamamını cümle cümle açıklamakta; bazı yerlerde de konunun çerçevesini genişletmektedir. Bu eser de matbu değildir. (4) Muhammed b. Abdurrahman el-Mennan, esas metnin anlaşması amacıyla tefsirin tamamını şerh etmiş; ayrıca Urduca’ya da tercüme etmiştir. Bu şerh, şârihin İbn Sînâ’ya ait Felak ve Nâs sûreleri tefsirleri üzerine yazdığı şerhlerle birlikte basılmıştır. (5) Ahmet Hamdi Akseki tefsirin tercüme ve şerhini ihtiva eden çalışmasını, 1937’de basılan Büyük Türk Filozofu ve Tıp Üstadı İbn Sînâ adlı kitaba konulmak üzere hazırladıysa da bu tercüme-şerh “bazı sebepler dolayısıyla” sözkonusu esere alınmamıştır. Eser, yaklaşık 12 yıl sonra Selâmet’in23 Mart 1949 tarihli nüshasıyla tefrika edilmeye başlamış; fakat bu tefrika da son âyet ve sûrenin faziletine ilişkin açıklamalar neşredilmediği için eksik kalmıştır. Akseki’nin bu eseri, İbn Sînâ’nın tefsiri üzerine yapılan tek Türkçe şerh olması sebebiyle önemlidir.
Altı tanesi ise tam tefsirler içinde yer alan sûre tefsirleridir:
(1) Hâzin el-Bağdadî, Lübabu’t-Tevil fi Meani’t-Tenzil’deki İhlâs sûresi tefsirini vahdet-i vücud anlayışı çerçevesinde yapmıştır. Eser matbudur. (2) Burhaneddin el-Bikâî, Nazmu’d-Durer fi Tenasuni’l-Ây ve’s-Suver: Bikâî’nin, sûrenin ilk iki ayetini yorumlarken ve Zât-ı Akdes’in hakikatine dair açıklamalar yaparken yaptığı felsefî yorumlar, İhlâs Sûresi felsefî tefsir geleneğindeki en önemli yorumlardan biridir. Eser matbudur. (3) Nimetullah Nahcivânî, Fevâtihu’l-İlahiyye ve’l-Mefâtihu’l-Gaybiyye’deki İhlâs tefsirini Hâzin el-Bağdadî gibi vahdet-i vücud anlayışı çerçevesinde yapmıştır. Eser matbudur. (4) Şeyhzâde Muhyiddin el-Kocavî, Beyzavî’nin Envaru’t-Tenzil’ine yazdığı haşiyede Beyzavî’nin ehad lafzına ilişkin ifadesini şerh ederken ehadiyeti felsefî terminolojiden hareketle aklî burhanlarla açıklamaktadır. (5) Şihabuddin el-Âlûsî’nin Ruhu’l-Meâni’deki İhlâs Sûresi yorumu dilsel tahlillere dayansa da hem tefsirinde hem de sûrenin sonunda yaptığı değerlendirmede İbn Sînâ’ya atıfta bulunması sebebiyle bu listeye ilave edilmiştir. (6) Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili’nde sahip olduğu kelam ve felsefe birikimini en yoğun şekilde İhlâs Sûresini yorumlarken ortaya koymuştur.
Eserleri, bu şekilde kısaca tanıtan Güney, tezinin metinler kısmında da yazma tefsirlere ve Ahmet Hamdi Akseki’nin tercüme-şerhine yer verdiğini sözlerine ekledi.
Güney’in de işaret ettiği gibi İhlâs Sûresini felsefî anlamda yorumlayan müfessirlerin büyük bir bölümü, Osmanlı ilim kültür hayatı içerisinde yer almış kişilerdir. Bu açıdan İbn Sînâ ile başlayan İhlâs Sûresinin felsefî tefsirinin büyük ölçüde Osmanlı ilim hayatı içinde makes bulduğu söylenebilir. Nitekim, bu geleneğin son halkası Ahmet Hamdi Akseki’den sonra kaleme alınan tefsirlerde bu sûre felsefî açıdan yoruma tabi tutulmamıştır. Güney’e göre bu durumun sebebi, son dönemde ortaya çıkan tefsir akımlarının halka hitap etmeyi tercih etmesi ve halkın anlayabileceği bir dil kullanmasıdır.
Güney, yukarıda zikrettiğimiz felsefî tefsirlerde ele alınan başlıca konuları da başlıklar halinde zikretti: Cenab-ı Hakk’ın zâtı, (hüviyet-i ilahiyenin) bilinip bilinemeyeceği, tanımının yapılıp yapılamayacağı, vacip-mümkin ayrımı, isbat-ı vacib, uluhiyetin anlamı, vahdet (birlik), zât-ı ulûhiyetin âlemle olan ilişkisinin niteliği... Müfessirlerin bu konulara dair yorumları ve kullandıkları terminoloji, kendi anlayışlarını yansıtmaktadır; mesela Zât-ı Mutlak’ın hüviyetine açıklarken İbn Sînâ vacib-mümkin, Fahreddin Râzi ise kadim-hâdis ayrımına dayanmaktadır. Bu durumun en çarpıcı örneği, Zât-ı Mutlak ile âlem arasındaki ilişkiye dair yorumlarda kendini göstermektedir:
İbn Sînâ ve onu takip edenler nezdinde varoluş, zâttan kaynaklanan bir zorunlulukla olur. Fahreddin Râzi ve onun gibi düşünenlere göre ise bunun aksi olup Allah âlemi kendi zâtından kaynaklanan bir icab ile değil irade ve ihtiyarıyla yaratmıştır. Bir üçüncü gurup ise bu iki anlayışın dışında Allah’ın âlemi ilminden aynına yarattığı görüşünü savunmuşlar ve İhlâs Sûresinde yer alan “hüve, Allah, ehad” gibi lafızları vücudun mertebeleri şeklinde yorumlamışlardır. Böylece İhlâs Sûresi üç farklı varlık anlayışından (hukema-mütekellimûn-vahdet-i vücud) hareketle yorumlanmış olmakta, bu üç anlayışın kendisine alan bulduğu bir zemin olarak karşımıza çıkmaktadır.
Güney’in sunumu soru-cevap faslıyla sona erdi.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.