- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 72 YIL: 2010
- Türkiye Mimarlığı: Türkiye’de Mimarlık Düşüncesi
Türkiye Mimarlığı: Türkiye’de Mimarlık Düşüncesi
Bülent Tanju
24 Şubat 2010
Değerlendirme: Feyza Köse
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi hocalarından Doç. Dr. Bülent Tanju, genelde ve Türkiye özelinde mimarlık düşüncesinin tıkandığı yerler bağlamında “Türkiye’de Mimarlık Düşüncesi” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi.
Tanju, Türkiye’de “mimarlık” ve “düşünce” alanlarının birbiriyle çelişen ve birbirini sıfırlayan alanlar olarak çift katmanlı bir oksimoron olduğunu açıkladı. Diğer taraftan mimarlık ile bilgi ya da pratik alanın kendisinden gelen bir şey olarak düşünce arasındaki ilişki çok sorunlu olsa da Türkiye’de düşünce meselesinin kendi içinde bir oksimoronu tanımlarken, mimarlık düşüncesinin tam anlamıyla bir defolu alan olarak bulunduğunu ifade etti.
Başlıkta yer alan düşüncenin modern anlamda içinde yaşadığımız dönemin entelektüel düşünce üretimi anlamında kullanıldığını söyleyen Tanju, düşünme eylemini kriz kavramı ile ilişkilendirdi. Krizi, değerler sisteminde yaşanan sorun olarak modern kriz ya da temsiliyet krizi olarak kavramsallaştırırken; mimaride ise, konutun ne olduğuna kabaca hemen cevap verilemediği ândan itibaren bir krizin ortaya çıktığına, yani cevap arayışına yönelik düşünce üretiminin başladığına işaret etti. Crisis (kriz) ve critics (eleştiri), birbirini besleyen ve üreten süreçler olarak devam ederken, bu işleyiş içinde eleştiri Türkiye’de işlemeyen bir alan olarak kalır. Tanju, Türkiye’de mimarlık eleştirisinden anlaşılan şeyin düşünce üretiminden çok mutlak ve değerinden asla şüphe duyulmayana kıyasla doğru-yanlış ayıklaması anlayışına dayandığını; oysa eleştiriden beklenenin mutlak olan sabitlerin ölçüsünü bozarak krize itmek ve bu krizden cevaplar üretmek olduğu üzerinde durdu. Buna karşılık, Türkiye’deki düşünce alanını tahammül kelimesi üzerinden yorumlayan Tanju, tahammülü “kendi değer yargılarının dışında başka değer yargıları ile yüzleşebilmek” ya da “pek çok şeye tahammül ederken yük taşıma kapasitesinin arttırılması” olarak tarif etti. Tahammül “yük taşıyabilme” ile ilişkilenirken; düşünce, kavram ve imge üretmeyi, nesnelere yeni bir gözle bakabilmeyi, bu temsiliyet krizinden yeni cevaplar üretmeyi sağlamaktadır. Türkiye’deki düşünme eksikliğinin ya da düşünce üretimindeki yüzeyselliğin, bu anlamda tahammülsüzlükle bağlantılı olduğunu düşünen Tanju’ya göre tahammülsüzlük de Türkiye’deki kültürel üretimin modern dünya ile karşılaşmasından sonra başlamıştır. Öte yandan “mimarlık” ve “düşünce”nin diğer pratiklerden farklı olarak dünyanın her yerinde kolay kolay yan yana gelmediğini; erken modern mimarlık düşüncesinin de tartışılmaz tanımlar kurmaya, her şeyi ikonoloji dâhilinde anlamlandırmaya çalıştığını; fakat yine de betimlenen her nesne için ayrılan ve farklılaşan tanımlamalarla, anlatıların ve anlamın çoğaldığı yeni anlamlara ihtiyaç duyulduğunu; kurulmak istenen ikonolojinin dağıldığını ve “nesnesiyle birebir örtüşen mutlak bir anlatının yanılsama olduğu”na mimarlık düşüncesinde uzun süre direniş gösterildiğini açıkladı. Mimarlık alanındaki bu kriz, Batı’da ilk olarak on sekizinci yüzyılda ortaya çıkmıştır; bu bağlamda üretilen düşüncelerin tamamı krizi tedavi etmeyi amaçlamış ve “tutarlı tek bir üslup” hayalî hedefi etrafında üretilen fikirler olarak şekillenmiştir. Bu anlamda 1960’larda bu krizle yüzleşen metinler üretebilmiştir. Ancak, hâlâ egemen söylem krizle karşılaştığı ilk anki mutlak ve tutarlı üslup arayışına bağlı kalmakta; mimarlık üzerine düşünmemeyi, hatta düşünceyi dışarıda bırakarak oksimoron olarak tanımlanan alan içinde kalmaktadır. Söz gelimi teorik fizikte ya da plastik sanatlarda artık bu anlayışın hayali ile düşünmek mümkün değilken, mimarlıkta hâlâ üzerine bir daha düşünemeyeceğimiz biçimde estetik ya da işlevsel açıdan mutlak bir konut cevabı arayışının devam ettiği anlaşılmaktadır.
Türkiye’de mimarlık düşüncesinin asıl problemi, hâlâ “Mimarlığın değişmez temelleri vardır” söyleminin etkisinden olmasından kaynaklanmaktadır; yani herkes, kendi pozisyonundan hareketle tarihsel ve toplumsal bir tek doğrunun varlığını kabul ederek, bu doğruyu anlatmak inancında takılıp kaldığı için problem devam etmektedir. Bu ortamda nitelikli ve verimli üretimin mümkün olamayacağını ifade eden Tanju, genel söylemin dışında kalanların görmezden gelinip elimine edildiği bir tavrın hâkim olduğunu ve problemler fark edilse dahi üzerinin örtülüp krizin yok sayıldığı bir anlayışın egemen olduğuna dikkat çekti. Ayrıca Tanju, 1871 tarihli Usûl-i Mimariyye-i Osmaniyye kitabından başlayarak günümüze gelene kadar çok kısa aralıklarla birbirine benzer şekilde ve benzer kaygılarla mimarlık tarihimizde yer alan isimler üzerinden de bir mimarlık düşüncesi tarihi anlatabileceğini; ama bu tavrın, hâkim argümanı tekrar ederek bir kez daha düşüncenin tıkandığı yerde kalmaya sebep olacağını ifade etti.
Konuşmasının devamında totaliter rejimleri hayal etmekten vazgeçmek gerektiğini; öncelikle bu alanda düşünce üretimini çoğalttıktan sonra, niteliği arayarak tahammül gücünün geliştirilmesi gerektiği düşüncesini vurguladı. Dinleyicilerin sorularıyla devam eden sohbet, Türkiye’de entelektüel düşüncenin mimarlık bağlamında değerlendirilmesi açısından son derece zihin açıcı bir program oldu.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ