Felsefe 10 Türkiye’de Otantik Felsefenin İmkânı ve Din Felsefesi

Recep Alpyağıl

15 Haziran 2010  
De­ğer­len­dir­me: Metin Demir
 
Biz­de fel­se­fe var mı? Ne­den biz­den fi­lo­zof çık­mı­yor? Öz­gün bir fel­se­fe­miz var mı?... Mo­dern dö­nem Türk dü­şün­ce­si­nin ev­la­di­ye­lik so­ru­la­rı…
Fel­se­fe sah­ne­sin­de ye­ri­ni al­mak is­te­yen Türk dü­şün­ce­si­nin sı­kın­tı­lı ge­li­şi­mi­ne, mez­kur so­ru­lar bağ­la­mın­da uy­gun çö­züm­ler bul­ma ara­yı­şı­na bir kat­kı ola­rak, İs­tan­bul Üni­ver­si­te­si İla­hi­yat Fa­kül­te­si’nden Yrd. Doç. Dr. Re­cep Alp­ya­ğıl ile ya­kın bir ta­rih­te İz Ya­yın­cı­lık’tan çı­kan Tür­ki­ye’de Otan­tik Fel­se­fe­nin İm­kâ­nı ve Din Fel­se­fe­si: Pa­ul Ri­coe­ur Ör­ne­ği Üze­rin­den Bir So­ruş­tur­ma ad­lı son ki­ta­bı üze­ri­ne ko­nuş­tuk.
Alp­ya­ğıl, konuşmasıyla ilgili özel­lik­le iki nok­ta­ya dik­kat çe­ki: Ön­ce­lik­le, otan­tik­lik me­se­le­si­ni Ba­tı­lı bir fi­lo­zo­fu ör­nek gös­te­re­rek tar­tış­ma­sı­nın baş­lı ba­şı­na bir çe­liş­ki ol­sa da, bu­ra­da­ki ama­cı­nın Tür­ki­ye’de­ki fel­se­fî ca­mia­nın ka­bul ede­bi­le­ce­ği Ba­tı­lı bir dü­şü­nür üze­rin­den ana­lo­ji ile so­ru­nu açık­la­mak ol­du­ğu­nu be­lirt­ti. Ay­rı­ca ko­nuş­ma üs­lu­bu­nun bur­ha­nî de­ğil, ha­ta­bî ola­ca­ğı­nı da bil­dir­di.
Su­nu­mu­nu muh­te­lif alın­tı­lar­la zen­gin­leş­ti­ren Alp­ya­ğıl, ön­ce­lik­le ken­di prob­le­ma­ti­ği­ni Tan­pı­nar’dan yap­tı­ğı bir alın­tı ile şu şe­kil­de or­ta­ya koy­du:
Kim olur­sak ola­lım, na­sıl ye­ti­şir­sek ye­ti­şe­lim, ha­yat tec­rü­be­le­ri­mi­zin ma­hi­ye­ti ve ge­niş­li­ği ne olur­sa ol­sun, bi­zim ağ­zı­mız­dan hâ­lâ oku­du­ğu­muz Frenk ki­tap­la­rı ko­nuş­mak­ta­dır. Tıp­kı biz­den ev­vel­ki­ler gi­bi...
Ken­di­ni her alan­da ye­ni­den ta­nım­la­mak is­te­yen cum­hu­ri­yet dö­ne­mi si­ya­se­ti, fel­se­fe ko­nu­sun­da da bir sı­fır nok­ta­sı ara­ma ara­yı­şı içe­ri­si­ne gir­miş, “biz­de bir fel­se­fe ge­le­ne­ği yok” di­ye­rek geç­mi­şiy­le ba­ğı­nı kes­miş­tir. Kök­le­riy­le ba­ğı­nı ke­sen fel­se­fe, ken­di­ni Ba­tı fel­se­fe­si­ne da­yan­dır­mış ve tak­lit ol­ma der­di­ne dü­çar ol­muş­tur.
Alp­ya­ğıl’a gö­re otan­tik ol­mak, “ken­di ol­mak”, “tak­lit ol­ma­mak” ya da “sah­te ol­ma­mak” gi­bi an­lam­la­ra gel­mek­te­dir. Bu­na rağ­men, “ken­di ol­ma” du­ru­mu bir öz­deş­lik du­ru­mu de­ğil, ak­si­ne baş­ka­lık­la müm­kün olan bir şey­dir. Alp­ya­ğıl, otan­tik­lik­ten, ye­rel­ci-ulu­sal­cı an­lam­da bir ken­di içi­ne ka­pa­lı ol­ma du­ru­mun­dan zi­ya­de, öte­ki ile di­na­mik bir di­ya­lek­tik içe­ri­sin­de va­rol­ma sü­re­ci­ni an­la­mak­ta­dır.
Tür­ki­ye’de­ki so­run, ken­di­lik­te­ki bu di­ya­lek­tik iki­li­ği gö­re­me­me, sa­de­ce Ba­tı dü­şün­ce­si­ni na­zar-ı iti­ba­ra al­ma me­se­le­si­dir. Ül­ke­miz­de ma­ale­sef ge­le­nek­le sıh­hat­li bir iliş­ki ku­ru­la­ma­mış­tır; hat­ta âde­ta bir his­siz­lik hâ­li söz­ko­nu­su­dur. Oy­sa Alp­ya­ğıl’a gö­re, ya­şa­nan hâ­lin bir yan­sı­ma­sı olan fel­se­fe ame­li­ye­si, ge­le­ne­ğe da­yan­ma­dan sıh­hat­li bir şe­kil­de ayak­ta du­ra­maz. Bu­ra­da kas­te­di­len ge­le­nek ya­lın­kat, sa­bit, ken­din­de bir öz olan ge­le­nek de­ğil, ken­di için­de de­vi­nen ve bugü­nün uf­ku ile kay­na­şan “Ge­len-ek”tir. Şim­di­nin de­vin­gen­li­ği­nin ve ori­ji­nal­li­ği­nin içer­sin­den çı­ka­bi­le­ce­ği zen­gin, ve­lud bir geç­miş­tir kas­te­di­len. Bu geç­miş, ta­ri­hin bir anın­da bir şe­kil­de ya­şa­nıp sa­de­ce bir za­vi­ye­den kay­da ge­çi­ril­miş toz­lu, te­da­vül­den kalk­mış bir mi­ras de­ğil, bi­la­kis şim­di­ki za­ma­nın kıl­cal da­mar­la­rın­da akan, şim­di­nin her ya­nı­na ha­yat ta­şı­ya­bi­le­cek ka­dar akış­kan ve fark­lı yön­le­re dal­la­na­bi­lir bir geç­miş­tir. “Ge­len-ek” de­yin­ce, Alp­ya­ğıl bu tarz bir geç­mi­şi an­la­mak­ta­dır.
Alp­ya­ğıl’a gö­re, bu coğ­raf­ya­da ge­le­nek­ten bah­set­mek di­ne re­fe­rans yap­mak­la eş­de­ğer ola­cak­tır ve otan­tik­li­ğe gi­de­cek yol eğer ge­le­nek­ten ge­çen bir yol ise, bu yo­lun taş­la­rı an­cak din fel­se­fe­si ile dö­şen­me­li­dir. Bu nok­ta­da Ba­tı­lı dü­şü­nür­ler ör­nek teş­kil ede­bi­lir­ler. Bah­se ko­nu olan Pa­ul Ri­coe­ur, di­ni, fel­se­fe­si­nin içe­ri­si­ne ta­şı­mış, ki­tap­la­rın­da Ki­tab-ı Mu­kad­des üze­ri­ne dü­şün­müş ve te­olo­ji­ye da­ir ya­zı­lar ka­le­me al­mış­tır. Ay­rı­ca bu ye­gâ­ne ör­nek de de­ğil­dir; Em­ma­nu­el Lévi­nas, Mic­hel Henry, Gab­ri­el Mar­cel, Ga­da­mer hat­ta Ha­ber­mas dâ­hil bir­çok mu­te­ber çağ­daş fi­lo­zof din fel­se­fe­si­ne ta­al­luk eden me­tin­ler ka­le­me al­mış­lar­dır.
Ken­di­le­ri­ne mef­tun ol­du­ğu­muz Ba­tı­lı dü­şü­nür­ler, Tür­ki­ye’de­ki gi­bi so­run­la­rı “ya/ya da” bağ­la­mı­na sı­kış­tır­ma­mak­ta, köp­rü­ler ku­ra­rak bu en­gel­le­ri aş­ma­ya ça­lış­mak­ta­dır.
De­mek ki sa­hih bir fel­se­fe yap­ma­nın yo­lu, din fel­se­fe­si üze­rin­den ge­le­nek­le tek­rar sıh­hat­li bir iliş­ki içe­ri­si­ne gir­mek­tir. Ri­coe­ur’ün ta­rih ya­zı­mı­nın fel­se­fî te­mel­le­ri­ni sor­gu­la­dı­ğı Za­man ve An­la­tı ad­lı ki­ta­bın­da­ki “an­la­tı” kav­ra­mı üze­rin­de du­ran Alp­ya­ğıl’a gö­re, ge­le­nek­le iliş­ki­ye gi­re­bil­mek için, Tür­ki­ye’de fel­se­fe­nin öy­kü­sü ye­ni­den ya­zıl­ma­lı­dır. Bu­nun için de, ide­olo­jik bir bi­çim­de kur­gu­lan­mış tek yön­lü bir an­la­tı ye­ri­ne, an­la­tı zen­gin­li­ği üre­te­bi­le­cek bir keşf-i ka­di­me yö­nel­mek ge­re­kir. Ay­rı­ca ona gö­re bu ye­ni an­la­tı, sa­de­ce es­ki­si­nin ye­ri­ne ika­me edi­le­cek bir baş­ka an­la­tı de­ğil; yüz­ler­ce fark­lı an­la­tı­nın bir ara­da bu­lun­du­ğu, “yo­rum­la­rın ça­tış­ma­sı” ne­ti­ce­sin­de en güç­lü an­la­tı­la­rın ba­ki ka­la­bi­le­ce­ği bir an­la­tı­lar pa­za­rı ol­ma­lı­dır.
Bu nok­ta­da Ber­nard Rus­sell’ın Ba­tı Fel­se­fe­si Ta­ri­hi ile Ma­cit Gök­berk’in Fel­se­fe Ta­ri­hi’ni kar­şı­laş­tı­ran Alp­ya­ğıl, ese­ri­nin adı­nı özel­lik­le “Ba­tı Fel­se­fe­si” di­ye be­lir­ten Rus­sell’ın İs­lâm Fel­se­fe­si’ne on iki say­fa da­hi ol­sa yer ver­di­ği hâl­de, Gök­berk’in “Fel­se­fe Ta­ri­hi” gi­bi kap­sa­yı­cı bir baş­lık al­tın­da İs­lâm Fel­se­fe­si’nden hiç bah­set­me­miş ol­ma­sı­nı bir skan­dal ola­rak de­ğer­len­dir­di. Yi­ne, Ah­met Ce­viz­ci’nin yaz­dı­ğı 17. Yüz­yıl Fel­se­fe Ta­ri­hi gi­bi mu­kay­yet ol­ma­yan bir baş­lık içe­ri­sin­de Ba­tı dı­şın­da hiç­bir fel­se­fî ça­lış­ma­dan bah­set­me­me­si­ni ör­nek gös­ter­di ve Os­man­lı dü­şü­nür­le­riy­le kar­şı­laş­tı­rıl­dı­ğın­da fel­se­fî ehem­mi­ye­ti ol­ma­yan Hob­bes gi­bi ye­ni dün­ya­nın sö­mür­ge­ci zih­ni­ye­ti­nin teo­ris­ye­ni me­sa­be­sin­de­ki bir za­tın ya­nın­da, ay­nı dö­nem­de ya­şa­yan İs­ma­il Hak­kı Bur­se­vî’den ve­ya Ni­ya­zi Mıs­rî’den bah­se­dil­me­me­si­nin bir ka­dir­şi­nas­sız­lık ör­ne­ği ola­rak te­lak­ki edil­me­si ge­rek­ti­ği­ni be­lirt­ti.
Os­man­lı dö­ne­mi­nin, Ali Sua­vi, Ah­met Ve­fik Pa­şa ve Ah­met Mit­hat Efen­di gi­bi mü­nev­ver­le­rin­den yap­tı­ğı alın­tı­lar­la, o dö­ne­min ge­le­ne­ğiy­le yo­ğun bir iliş­ki için­de olan ay­dı­nı­nın bü­yük bir öz­gü­ve­ne sa­hip ol­du­ğu­nu ifa­de eden Alp­ya­ğıl, Tür­ki­ye’de fel­se­fe ta­ri­hin­de önem­li bir fi­gür olan Ma­cit Gök­berk ile bun­la­rı kar­şı­laş­tı­ra­rak, bu al­gı­nın na­sıl de­ğiş­ti­ği­ni or­ta­ya koy­ma­ya ça­lış­tı.
Yak­la­şık iki sa­at sü­ren top­lan­tı, bu ta­nı­dık an­la­tı­nın im­kâ­nı, bu­gü­ne ak­ta­rı­la­bi­lir­li­ği, so­mut ör­nek­le­rin ek­sik­li­ği gi­bi eleş­ti­ri­ler üze­rin­den de­vam ede­rek ye­ni so­ru­la­ra il­ham kay­na­ğı ol­du.

EDİTÖRDEN

2024 Güz Programı

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.