Babasının Kızı: 70. Ölüm Yıldönümünde Fatma Aliye Hanım, 2008, 56 s.
Notlar Serisinin dokuzuncusu Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından "Babasının Kızı: 70. Ölüm Yıldönümünde Fatma Aliye Hanım" başlığı ile yayınlandı.
BABASININ KIZI :
70. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE
FATMA ALİYE HANIM
2 Aralık 2006
Oturum Başkanı
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
“İyi eş, iyi anne, iyi Müslüman”:
Bir kadın filozof olunca...
Ahmet Süruri
“Tarih”in ve “Tahrir”in Öznesi Olarak
Fatma Aliye
Nazife Şişman
“Ben’in Tarihi” ile
“Tarihteki Ben” Çatışmasında
Ahmet Cevdet Paşa Okulu
Başarısız mı Oldu?
İhsan Fazlıoğlu
Hazırlayan
F. Samime İnceoğlu
Redaksiyon
N. Bilge Özel
Sunuş
Öyle kişiler öyle hayatlar vardır ki yaşadığı tarihe tanıklık eder ve yazdıkları ve yaptıklarıyla o günü bugüne âyân ederler. İşte böyle bir kişiyi; birçoğumuzun ilk kadın roman yazarı olarak bildiği, Osmanlı modernleşme tecrübesinin nev-i şahsına münhasır şartlarında yaşamış ve bu şartları zatında mündemiç bir muharrireyi; Fatma Aliye Hanım’ı, vefatının 70. yıldönümünde Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği “Babasının Kızı: 70. Ölüm Yıldönümünde Fatma Aliye Hanım” başlıklı bir panel ile yad ettik. Elinizdeki bu çalışma, zihinlerde, Fatma Aliye ve dönemine dair “hoş bir sada”; yüreklerde, Fatma Aliye’nin hatıralarına dair bir “vefa” bırakabilmek umuduyla düzenlediğimiz paneldeki konuşmaların deşifre edildikten sonra yeniden düzenlenerek metin haline dönüşmüş bir şeklidir.
Fatma Aliye’nin yalnız edebî kişiliğiyle değil edebiyattan felsefeye, tarihe kadar geniş ve zengin ilgi alanları çerçevesinde ele alındığı panel, oturum başkanı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun takdim konuşması ile başladı. Barbarosoğlu, ilk olarak “unutulmuş bir muharrire: Fatma Aliye”nin unut[tur]ulmuşluğunun nedenlerine değindi ve çok da uzak geçmişimizde değil 1862-1936 yılları arasında yaşamış, yalnız Osmanlı’nın değil İslam dünyasının da yazar kadını olan bu muharrireyi, biz bugün neden bilmiyoruz? sorusuna verilebilecek cevaplar üzerinde durdu. Barbarosoğlu’na göre, Fatma Aliye’nin mezar taşı, onun hakkında anlatılacaklardan çok daha fazlasını anlatıyordu.
Panelin ilk konuşmacısı Ahmet Süruri, “İyi eş, iyi anne, iyi Müslüman”: Bir kadın filozof olunca... başlıklı tebliği çerçevesinde Fatma Aliye’nin Tedkîk-i Ecsâm ve Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife adlı telif eserleri üzerinden felsefeye ilişkin çalışmalarını değerlendirerek onun pek de bilinmeyen felsefeci yönünden bizleri haberdar etti. Konuşmasına Fatma Aliye’nin hayatı ve eserlerinden bahsederek başlayan Süruri, felsefî içerikli bu eserleri ile Fatma Aliye’nin döneminin şartları göz önüne alındığında ne denli büyük bir felsefî derinliğe sahip olduğunu gösterdi. İkinci panelist Nazife Şişman ise, Ahmet Mithat’ın, hanım ve feylosof kızım diye hitap ettiği Fatma Aliye’nin diğer bir yönünü; “Tarih”in ve “Tahrir”in Öznesi Olarak Fatma Aliye’yi bizlere aktardı. Yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla tarihî bir şahsiyetti Fatma Aliye. Tarihin de tahririn de öznesi idi. Çünkü roman yazan ilk Osmanlı kadınıydı. Muharrirelik de dahil olmak üzere pek çok konuda ilk olma vasfını haizdi. “İlk mütercime, kitapları başka dillere tercüme edilen ilk Osmanlı kadını. Felsefeyle ilgili eser kaleme alan bildiğimiz ilk Osmanlı kadını. Hakkında monografi yazılan, dünya sergilerine davet edilen ilk Osmanlı kadını...”
Diğer taraftan Orhan Okay’ın “mülemma” dediği, Osmanlı’nın kendisini Batı’dan bakarak değerlendirdiği o uzun yüzyılda doğmuştur Fatma Aliye. Böyle bir dönemin içinden yazar. O da bir terkibin peşindedir. Ama gayesi, terakki ve medeniyeti, Osmanlı-İslâm değerlerinden taviz vermeden temindir.
“Ben’in Tarihi” ile “Tarihteki Ben” Çatışmasında Ahmet Cevdet Paşa Okulu Başarısız mı Oldu? başlıklı konuşmasına bu soruyla başlayan üçüncü panelist İhsan Fazlıoğlu’nun soruya verdiği cevap basitti: Evet, başarısız olmuştu. Peki, niçin başarısız olmuştu? Fazlıoğlu, sunumunda bu soruyu cevaplandırmaya çalıştı; çağdaş Türk düşüncesini anlamlandırmak için geliştirdiği şablondan hareketle. Fazlıoğlu’na göre klasik kültür “hakikat” merkezli bir kültürdü. İster metafizik, ister fen bilimleri, ister din bilimleri olsun; hangi tür araştırma sahası seçilirse seçilsin, nihai olarak ulaşılmak istenen hakikatti. Bunalım dönemlerinde ise insanlar hakikati değil siyaseti öne çıkartırlardı. Siyaset merkezli düşünmeye odaklanan, mevcut durum ve sorunlara ilişkin düşüncelerin üretildiği çağdaş Türk düşüncesinde metafizik derinlik aramak, nazariyat aramak pek de mümkün değildir.
Bununla birlikte, bu dönemde, düşünce üretilirken iki açıdan sorgulanmıştır: Sait Halim Paşa’nın cemiyet merkezli, Ahmet Cevdet Paşa’nın tarih merkezli sorgulaması. Tanzimat sonrası dönemde ilk defa Cevdet Paşa tarih merkezli düşünen bir isim olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahmet Cevdet Paşa ve okulu -Ali Sedat, Fatma Aliye, Emine Semiye- tarihi, kadim ve cedit olarak inşa etmiştir. Bir üçüncü kavram ise atiktir. Bu kavramlar Cevdet Paşa okulunun tarih anlayışını doğru yorumlayabilmek için dikkate alınmalıdır. Zira kendi tarih bilinçleri içinde atik olanı, yani bugüne aktarılamayacak olanı atıp; kadim olanı, yani bugüne eklemlenebileni muhafaza etmeyi savundukları için Cevdet Paşa, Fatma Aliye, Ali Sedat unutulmuştur ve meseleye tasfiye edilmeleri nokta-i nazarından bakıldığında Cevdet Paşa okulu maalesef başarısız olmuştur.
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları merkezi olarak Fatma Aliye Hanım hakkında düzenlediğimiz bu etkinlikle Osmanlı’nın son döneminde sosyal ve ilmî mahfillerde özel bir yeri olan, ancak günümüzde unutulmuş bir muharrireyi vefatının 70. yıldönümü münasebetiyle yeniden hatırlatabilmeyi ve gelecekte yapılacak akademik çalışmalara katkıda bulunmayı hedefledik.
Bugün birçoklarımızın isimlerini hatırlamadığı hatta belki hiç bilmediği ilim ve kültür hayatımıza katkıda bulunan ilim ve düşünce adamlarımızı anmak ve fikirlerini günümüzde yeniden tartışmak üzere tertip edilen bu panellerin daha nicelerinde buluşmak ümidiyle…