- الصفحة الرئيسية
- المنشورات
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 90 Year: 2016
- Marksizm ve Felsefe: Karl Korsch Üzerinden Bir Okuma
Marksizm ve Felsefe: Karl Korsch Üzerinden Bir Okuma
Hasan Pekdemir
Değerlendirme:Ali Tarık Altunç
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler toplantı dizisinin Şubat ayındaki ilk konuğu, Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden Ar. Gör. Hasan Pekdemir’di. Pekdemir, Marksizm ve felsefe ilişkisini Karl Korsch üzerinden incelediği sunumunda Korsch’un yaşam öyküsüne, Marksist düşünce içindeki konumuna ve Marksizm’e yönelttiği eleştirilere değindi.
Pekdemir, konuşmasına Korsch’a ait makalelerin Vefa Saygın Öğütle editörlüğünde derlenen Bir Proleter Devrim Teorisyeninin Yazıları kitabının ismindeki nüansa vurgu yaparak başladı. Bu adlandırmanın Korsch’un Marksist düşünce geleneğindeki kritik konumuna işaret ettiğini düşünen Pekdemir’e göre Korsch’u Marksist bir yazar olarak tanımlamak yetersizdir; o tam anlamıyla bir “proleter devrim teorisyeni”dir.
Korsch’un yaşam öyküsünü, düşüncelerini şekillendiren önemli bir faktör olarak ele alan Pekdemir, Korsch’un hayatıyla ilgili şunları aktardı: Korsch, 1886 yılında Almanya’nın küçük bir kasabasında orta sınıf bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası, Leibniz’in teorileri üzerine kapsamlı bir eser kaleme almış bir isimdi. Hukuk fakültesini bitiren Korsch, fakülte yıllarında Marksist değildi, kendini Kantçı olarak tanımlıyordu. Üniversiteden mezun olduktan sonra İngiltere’ye gitti ve orada Marksizm’in iradi yönüne vurgu yapan ve devrimin eğitim yoluyla gerçekleşeceğini düşünen Fabian Topluluğu ile ilişki kurdu. Pekdemir’e göre Fabian Topluluğu’ndaki eğilimin etkisi, Korsch’un Almanya’ya döndükten sonra yazdığı yazılarda açık bir şekilde görülmektedir. Fakat Korsch daha sonra bu etkiyi üzerinden atmış ve 1930’dan itibaren devrimci bir düşünce çizgisine sahip olmuştur.
Korsch’un “Marksizm ve Felsefe” isimli makalesini Ekim Devrimi, Almanya Devrimi, Macaristan Devrimi ve bu devrimlere karşı devrimlerin yapıldığı bir ortamda yazdığını belirten Pekdemir, makalenin şu iki temel soru üzerine bina edildiğini ifade etti: “Marksizm’in işçi sınıfı üzerinde en devrimci dönemde dahi yeterli etkiyi gösterememesinin sebebi nedir? Marksizm’in anlattığı bütün nesnel şartlar mevcutken devrim niçin gerçekleştirilememiştir?” Bu soruları cevaplarken sorumluluğu işçi sınıfına yüklemek yerine, Marksizm’e yüklemeyi tercih etmesi Korsch’u diğer Marksist yazarlardan ayırmaktadır. Pekdemir’e göre, Korsch bunu yaparken Marksizm’in toplumsal araştırmalarda kullandığı yöntemi bizzat Marksizm’in kendisine uygulamıştır.
Pekdemir’e göre “Marksizm ve Felsefe”makalesindeki amaç, Marksist bir felsefe kurmak değil, Marks ve Engels’in düşünceleri ile onların takipçilerinin görüşlerini ayrıştırarak Marksizm’in felsefeyle ilişkisini ortaya koymaktır. Biri felsefeyi hasıraltı eden, diğeri ise onu dini bir konuma yükselten, birbiriyle uzlaşmaz iki Marksist görüş bulunduğunu düşünen Korsch, her iki görüşe de karşı çıkar. Hegel’in “Felsefe, kendi çağını düşüncede kavrayıp yakalamaktır.” tanımını alıntılayan Korsch, Marks ve Engels’in tam anlamıyla bunu gerçekleştirdiğini düşünmektedir. Korsch’a göre bu iki düşünür sanat, hukuk, din, felsefe ve kültür gibi toplumun üst yapısal kurumlarını göz ardı etmemiş, aksine bunları iktisat ve politika zeminlerinde anlamaya çalışmışlardır. Bu kurumları sığ bir pozitivist anlayışla reddetmek yerine, toplumsal birer gerçeklik olarak görmüşlerdir. Marks ve Engels’in yaptığı kendi felsefelerini oluşturmak değil, topluma işçi sınıfının gözüyle bakmak ve işçi sınıfının tarihsel pratik hareketine kuramsal bir çerçeve sunmaktır.
Pekdemir konuşmasına Korsch’un Marksizm’e dair yaptığı zamansal ayrıma değinerek devam etti. Bu ayrıma göre üç dönemden oluşan Marksizm’in birinci dönemi, Marks’ın Hegel’in hukuk felsefesine yönelik eleştirisini yazdığı 1843 ile Marksist manifestonun yazıldığı 1848 tarihlerini kapsar. Bu zaman dilimini Marksizm’in Hegelci dönemi olarak tanımlayan Korsch, Althusser’in “genç Marks-olgun Marks” ayrımına karşı çıkmakta ve bu dönem ile sonraki dönemler arasında bir süreklilik olduğunu savunmaktadır. Korsch’a göre bu, felsefeyle ilişkinin çok yoğun olduğu fakat bu ilişkinin anti-felsefe biçiminde yürütüldüğü bir dönemdir. İkinci dönem ise Marks’ın en çok okunan eserlerini yazdığı 1848-1900 yılları arasını ihtiva eder. Korsch’a göre Marksizm’de deformasyonun yaşandığı bu dönemde devrimci pratik sekteye uğramış ve bilimsel söylem hakim hale gelmiştir.
Üçüncü dönem, 1919 yılında ilan edilen 3. Enternasyonal’le başlar. 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi tüm Alman Marksistlerinde olduğu gibi, Korsch’ta da büyük heyecan uyandırmıştır. Bu evreyi Marksizm’in yeniden inşa dönemi olarak tanımlayan Korsch, pratik eylemlerin gerektirdiği arınmanın buradan gerçekleşmesini, teorinin devrimci özünün ise tekrar açığa çıkmasını beklemektedir. Fakat gelişmeler Korsch’un beklediği gibi olmamış, zamanla Sovyet Rusya’ya muhalif bir tutum sergilemeye başlayan Korsch nihayet partisinden ihraç edilmiştir.
Pekdemir’e göre bu ihraç, Korsch’u Marksizm’e karşı daha eleştirel bir tutum almaya yönlendirmiştir. Korsch bu aşamadan sonra daha çok ideoloji sorununa yoğunlaşmıştır. İdeoloji ile bilinci birbirinden ayıran Korsch; ideolojiyi ters yüz edilmiş bilinç, bilinci ise gerçekliğin saptırılmamış hâli olarak tanımlamaktadır. Korsch’a göre işçi sınıfı iktidarı ele aldığında bir ideolojik diktatörya kurmak zorundadır. Çünkü sadece nesnel koşulların ortadan kaldırılması devrimin amacına ulaşması için yeterli değildir; saptırılmış bilinçlerin de yok edilmesi gerekir. Korsch ideolojik diktatörya kavramını, Sovyetler’de ortaya çıkan proleterya diktatörlüğü kavramına karşıt bir kavram olarak belirler. Korsch’a göre bu ideolojik diktatörya, proleterya diktatörlüğü gibi işçi sınıfının üzerine kurulmayacak, işçi sınıfının burjuvazi üzerine kuracağı bir diktatörya olacaktır.
Marks’ın felsefesinin, klasik Alman felsefesinin sadece sonuçlarıyla değil bu felsefenin koşullarıyla da taban tabana zıt olduğunu aktaran Pekdemir, sunumunu Marks’ın bu zıtlığı ifade eden ünlü cümlesiyle noktaladı: “Filozoflar yalnızca dünyayı anlamaya uğraştılar, aslolan onu değiştirmekti.”
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO