- الصفحة الرئيسية
- المنشورات
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 96-97 Year: 2018
- Filistin’de Yerleşimci Sömürgeciliği
- Issue 96-97 Year: 2018
Filistin’de Yerleşimci Sömürgeciliği
Sami al-Arian
Değerlendirme: H. Zehra Kavak
Küresel Araştırmalar Merkezi, 100. Yılında Filistin Meselesi toplantı dizisinin Nisan ayı konuğu olarak “Filistin’de Yerleşimci Sömürgeciliği” meselesini tartışmak üzere Prof. Dr. Sami al-Arian’ı ağırladı. Kuveyt doğumlu, Mısır’da yetişmiş, 1975-2015 yılları arasında ABD’de yaşamış olan al-Arian Filistin asıllı bir akademisyen. Şahsı ve ailesi toplantının konusu olan yerleşimci sömürgeciliğinin bizzat muhatabı. İsrail’in kuruluşunu ilan edişi akabinde, 15 Mayıs 1948’de, gerçekleşen NAKBA (Büyük Felaket) sonucunda evlerini terk etmek zorunda kalan 800.000 Filistinli içerisinde al-Arian’ın ailesi de bulunuyor. Yafa’da mukim iken Nakba günü evlerini terk etmek zorunda bırakılmışlar. Aile üyelerinin bir kısmı Gazze, bir kısmı Batı Şeria ve bir kısmı ise Ürdün’e yerleşmiş. Babası ve amcası İsrail işgali nedeniyle hayatını kaybetmiş. Al-Arian, hâlihazırda İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta, aynı kurum bünyesindeki İslam ve Küresel Araştırmalar Merkezi (CIGA) direktörlüğünü de yürütmekte.
Sami al-Arian yuvarlak masa toplantısına öncelikle “yerleşimci sömürgeciliği” kavramını tanımlayarak başladı. Bu kavramı, yerli halkları topraklarından sürüp kolonyalistleri yerleştirmek şeklinde tanımladı ve Filistin’de yaşanan durumun da bizzat bu şekilde gerçekleştiğine işaret etti. Filistin topraklarında görülen yerleşimci yayılmacılığının arkasında temel olarak Siyonist ideolojinin bulunduğunu, “Vatansız Yahudilere Filistin’de bir vatan yaratma” arzusu ile hareket eden bu ideolojinin sadece bununla yetinmediğini ve yayılmacı bir politika izlediğini belirtti.
Al-Arian, yerleşimci sömürgeciliğine kavramsal bir giriş yaptıktan sonra, 19. yüzyılın sonlarında başlayan ve İsrail’in kuruluşuna kadar süren, günümüzde de devam eden sömürgeci yayılmacılığın tarihi sürecine değindi. Birinci Dünya Savaşı, İngiliz manda yönetimi, İsrail’in kuruluşu, 67 Arap İsrail Savaşı, Camp David ve Oslo süreçleri gibi İsrail-Filistin meselesinin önemli dönemeçleri de bu tarihi süreç içerisinde zikredildi. 1967 Arap-İsrail savaşı ile Arap milliyetçiliği büyük zarar görmüş; Ürdün, Lübnan ve Mısır saf dışı bırakılmıştır. 67 Savaşı ile İsrail, hayatta kalma hedefine ek olarak yayılma hedefini de gerçekleştirmiştir. 1967’de sunulan iki taraflı devlet önerisi yasa dışı yerleşim birimlerinin yolunu açmış, Oslo’dan sonra da çok sayıda yeni yerleşim birimi inşa edilmiştir.
Al-Arian’ın da zikrettiği gibi 1993’de Oslo görüşmeleri yapıldığında 100.000 olan yerleşimci nüfusu günümüzde 700.000’e ulaşmış durumda.
İsrail’in bir devlet olarak ortaya çıkışı vatansız Yahudilere bir vatan kurulması amacıyla gerçekleştirilmişti ve bu devletin varlığını koruması İsrail yönetimi ve siyonist lobi için önemliydi. Ancak toplantıda da zikredildiği gibi İsrail’in varlığını koruma ile eşdeğer ikinci hedefi yayılma/toprak genişletmekti. Bu bağlamda İsrail’in tarihi boyunca kurulan tüm hükümetlerin yayılma ideolojisini sürdürdüğü, 1977’den beri İsrail’de sağcı hükümetlerin görev yaptığı, günümüz İsrail hükümetinin tarihindeki en sağcı/radikal hükümet olduğu belirtildi.
İsrail’in yerleşme ve yayılma hedefiyle paralel olarak bir başka hususun da altı çizildi. Bu, Filistin’in ve komşu İslam ülkelerinin toprak bütünlüğünün bir daha bütünleşmemek üzere parçalanması hususuydu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu gayeye bir nevi ulaşılmıştı. 20. yüzyıl sonlarında da bu gayenin hâlâ canlı olduğuna dair Oded Yinon Planı bir örnek olarak zikredildi. İsrail’in varlığını coğrafyadaki devletlerin parçalanması ile ilişkilendiren bu plan, Türkiye’de bir Kürt devleti inşası, Irak’ın üçe bölünmesi, Mısır ve Suriye’nin bölünmesi, Sudan’ın bölünmesi gibi kritik öneriler içeriyordu.
Yerleşimci sömürgeciliğin tanımlanması, Siyonist ideolojinin hedeflerinin belirtilmesi ve tarihi sürecin zikredilmesinin ardından toplantıda önemli bir soruya daha cevap arandı ki o da İsrail’in meşruiyeti konusuydu. Al-Arian, Türkiye gibi halkın çoğunluğu Müslüman olan bir devletin dahi İsrail’i tanımış olmasının bir vaka olduğunu ancak ne olursa olsun İsrail’in meşru bir devlet olmadığını belirtti. Tarihi Filistin topraklarında yaşanan durumun nedenlerinden birinin Avrupa’daki antisemitist yaklaşım olduğunu, İslam dünyasında benzeri bir durum olmayacağını, tarihte Yahudilerin İslam toplumlarında yaşayabildiğini vurguladı.
Toplantıda farklı bağlamlarda ifade edilen istatistiki bilgileri de toparlayacak olursak yerleşimci sömürgeciliğin boyutlarına ve Filistin halkına maliyetine dair bir fikir edinmek de mümkün olacaktır. 1948 yılında gerçekleşen Büyük Felaket/NAKBA sonucunda 1,3 milyonluk Filistin halkının 800.000’i evlerini terk etmek zorunda kaldı; Filistin içine ve dışına göç etti. Tarihi Filistin topraklarında yaklaşık 5 milyon Filistinli yaşarken (Batı Şeria’da 2,5 milyon, Gazze’de 1,8 milyon), 8 milyon Filistinli ise dünyanın farklı bölgelerinde diasporada yaşıyor. Bölgede yaşayan Hristiyan halk da yerleşimci sömürgecilikten etkilendi ve geçmişte %10 olan Hristiyan halkın oranı %1’lere düştü. İsrail, 1967 sınırlarının ötesine geçerek Batı Şeria ve Kudüs’te uluslararası hukuka aykırı yerleşim yerleri inşa etti. Günümüzde Batı Şeria’da 2,5 milyon Filistinli ile birlikte 700.000 yerleşimci yaşıyor; yerleşimci nüfusu ve yaşam üniteleri günden güne genişliyor. Batı Şeria’da Filistin şehirlerinin ortasında ve farklı stratejik lokasyonlardaki konutlara ek olarak okul, hastane, üniversite, fabrika, tarım alanları, yollar vb. unsurları ile mütekâmil bir sistem içerisinde genişleyen yerleşimler mevcut.
Filistin’de “iki taraflı devlet” teklifini tamamen bir mit olarak gördüğünü belirten al-Arian, yasa dışı 700.000 yerleşimciye tekrar işaret ederek bu teklifin çözüm olamayacağını belirtti. Çözümün ne olacağı, tek bir devletin mümkün olup olmayacağı tartışmaları üzerine şunları söyledi: “Tek bir devlet önermiyorum. Kesinlikle iki taraflı devleti de önermiyorum. Öncelikle siyonist yapılar ve kurumlar dağıtılmalı. Zira siyonizm, bu toprakların Yahudilere ait olduğunu söylüyor. Bu kabul edilemez. İkinci olarak yapılması gereken hakların iadesi. Filistinliler evlerine geri dönmeli.[1] Babamın Yafa’da fabrikası vardı. Hâlâ orada ama bize ait değil. Filistinlilerin evleri var. Burada bahsettiğim ulaşılamaz bir hedef gibi görünebilir. Nasıl olacağını bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. İnsanlar hakları için mücadele ederse er ya da geç bu hakları alırlar. Geleceğin neler getireceğini tahayyül edemiyorum. Filistinlilere haklarını alacaklar mı yoksa Filistinliler çözülüp dünyanın farklı bölgelerinde yaşamayı mı seçecekler bilmiyorum. Biz Müslümanlar olarak Yahudilere “Sizi tanıyoruz, istediğiniz yere gidebilirsiniz” demeliyiz. Mısır’da, Türkiye’de nerede isterseniz yaşayabilirsiniz. Filistin’de de yaşayabilirsiniz. Filistin devletinin vatandaşı olan herkes burada yaşayabilir”.
Çözüme dair düşüncelerine yukarıda yer verdiğimiz al-Arian, apertheid hareketi gibi dünya çapında bir harekete duyulan ihtiyacı da toplantıda sık sık dile getirdi. İsrail menşeli ürünleri ve İsrail’i destekleyen firmaların ürünlerini uluslararası çapta topyekûn bir şekilde boykot ederek bu ürünlerin alternatiflerini bulmanın, İsrail’e ürün satan kişi ve kurumların da alternatif alıcılar bulmasının ehemmiyetini ifade eden al-Arian, çok yönlü bir mücadele hareketi olan Boycott, Divestment and Sanctions (BDS) hareketine de bu bağlamda değindi ve destek olunması gerektiğini belirtti.
[1] Toplantıda da belirtildiği gibi BM Genel Kurul’unun 1948 yılında alınan 194 (III) sayılı kararı Filistinlilere geri dönüş hakkı tanımaktadır.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO