Yirminci Yüzyıl Bilim Düşüncesinde Rastlantı Problemi

Mehmet Ali Çalışkan

3 Aralık 2011
Değerlendirme:
İlknur Karagöz

Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisinin Aralık ayındaki ilk konuğu, 2011 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Bölümü’nde “Yirminci Yüzyıl Düşüncesinde Rastlantı Problemi” başlıklı yüksek lisans çalışmasını tamamlayan Mehmet Ali Çalışkan’dı. Çalışkan, tezi çerçevesinde, “rastlantı” sorununun yirminci yüzyıl bilim düşüncesindeki yeri üzerine bir sunum yaptı.

Sürdürülen felsefe çalışmaları çoğunlukla felsefe tarihinin bir alanı şeklinde değerlendirildiği için günümüz bilimsel ve felsefî paradigmalarının genellikle birbiriyle uyum içerisinde olmadığını belirten Çalışkan, bu sorunun ortadan kaldırılabilmesi için çağdaş felsefenin çağdaş bilim paradigmasıyla uyumlu bir kozmoloji inşa etmesi gerektiğini vurguladı. Çalışkan’a göre, bilimsel paradigmadan kopmadan felsefî bir sorgulama yapmak için “rastlantı” en uygun orta terimdir. Çünkü çağdaş bilim, mevcut fiziksel gerçekliğimizin zemininin rastlantısal olduğuna işaret etmektedir. Bu rastlantısal zeminin de (fiziğini bünyesinde barındırmadığı için) harici dikey bir metafizik tarafından oluşturulduğu varsayılmaktadır. Buna göre, metafizik rastlantıyı mümkün kılan şey, fizik rastlantı tarafından mümkün kılınandır. Diğer bir deyişle rastlantı, bilimin vardığı; felsefî sorgulamanın ise yola çıktığı noktadır.

Çalışkan, konuşmasını “rastlantı”nın kavramsal tahdidi (rastlantı nedir?), bilimsel analizi (gerçekliği nedir?) ve felsefe-bilimsel sentezi (hakikati nedir?) şeklinde üçlü bir ayrım üzerinden sürdürdü. “Rastlantı” kavramını, bir olgunun kendisini gerçekliğe bağlayan dört unsurun (amaç, bilgi, neden, yapı) birinden yoksun olmasıyla tanımladı. Buna göre, amaçtan veya bilgiden yoksun “yatay, epistemolojik rastlantılar” ereksellikle; nedenden veya yapıdan yoksun “dikey, ontolojik rastlantılar” ise nedensellikle çatışır.

İnsanların eşyayla karşılaştığı alanlarda rastlantının nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını ele aldığı bilimsel analiz kısmında ise Çalışkan, rastlantıyı fiziksel gerçeklik ve canlılık olmak üzere iki düzlemde inceledi ve ardından matematiksel yapısına değindi. Fiziksel gerçeklik bağlamında rastlantının, istatistiksel fizik ve kuantum rastlantısallığı içinde incelendiğini belirten Çalışkan, istatistiksel fizikte her olgunun rastlantısal olduğunu, ama kendisini oluşturan unsurların çokluğundan ötürü de bir orantısallığın doğduğunu ifade etti. Ona göre, nedenselliğin araştırılmasının üstesinden gelinemediği için yirminci yüzyılın başlarından itibaren fizik giderek bir istatistik fiziğine döndü. Bu dönemlerde, istatistikten faydalanmanın sebebi olarak daha hassas ölçüm aletlerinin kullanılamaması gösteriliyordu, fakat kuantum fiziği bu durumu tamamen değiştirdi. Çünkü parçacık seviyesindeki rastlantısallık gerçekten ontolojiye kayıtlı bir rastlantısallıktır; diğer bir deyişle rastlantısal olduğu için rastlantısaldır. Bu yüzden, gerek atom-altı parçacıkların gerekse atom-üstü yapının rastlantısallığı açısından kuantum fiziği rastlantıyı mutlak bir koşul olarak gerçekliğin en temeline yerleştiren bir disiplin haline gelmiştir.

Canlılık problemi açısından bakıldığında ise yirminci yüzyılın başında canlılıktaki metafiziği dışlamak için kullanılan bir terimken, son dönemlerde evrime metafiziği davet eden bir boyut olarak rastlantının karşımıza çıktığını belirten Çalışkan, evrimsel değişimin belirli bir mantık çerçevesinde açıklanabilir ve makul bir rastlantıyla gerçekleşebilir bir şey olduğunu ifade etti. Evrimsel değişimin gerçekleşmesi için en önemli şey materyalin kopyalanabilmesidir, yani bir önceki nesildeki kazanımın korunması gerekir. Bunun için de kendini kopyalayan yapılara ihtiyaç vardır ve bu yeteneğe sahip RNA’ların rastlantısal olarak oluşma ihtimali ise oldukça yüksektir.

Çalışkan, bilimsel analizin üçüncü basamağında rastlantının matematiksel biçimini ele aldı. Rastlantısal bir sayının matematikte üretilemeyeceğini ve evrensel olarak hep aynı biçimde çalışan matematiksel gidimde rastlantının mümkün olmadığını ifade eden Çalışkan, yüzyılın başında bütünüyle nedensel olduğu düşünülen fiziksel gidimin bir yanılsama olduğu anlaşıldığında matematiğin fiziğin tutarsızlıklarından arî mutlak hakikat adası olarak göründüğünü belirtti. Fakat bu yüzyılda “matematiksel doğru” da sorgulanmaya başladı: Matematiğin tamamlanmış olarak tahayyül edilmesi, tutarsızlıklara neden olmaktadır. Tutarlı bir yol izlendiği durumda ise matematiğin eksik olduğunu düşünmek gerekir. Matematiğin eksik olduğunu kabul etmek, onun bir türlü kuşatılamayan, sınırlarına ulaşılamayan ve büyüyen bir disiplin olduğunu kabul etmek demektir. Matematiksel doğruları sorgulayan Gregory Chaitin’in, matematiksel doğruların mutlak bir neden olmadan yani rastlantı icabı doğru olduğunu kanıtladığı makalesine atıfta bulunan Çalışkan, rastlantısal başlangıçlar bir kere kabul edildikten sonra artık düzenli matematiksel gidimin aktığını ifade etti ve bunun en önemli örneği olarak da fraktal geometriyi gösterdi.

Yirminci yüzyıl pozitif evren görüşünün, diğer muhtemel biçimlerini reddederek evreni katı bir nedenselliğin içine hapsettiğini ifade eden Çalışkan, kuantum rastlantısallığının bu pozitif rüyadan uyanma sürecini hızlandırdığını belirtti. Bu paradigmaya göre atom altında parçacıklar tekil olduğu için fizik kanunlarının da rastlantısal bir yapısı vardır. Örneğin, x parçacığının t anındaki tekil davranışı nedenden yoksun ontolojik bir rastlantıdır ve belki de x parçacığının y davranışı t anına kayıtlı bir fizik yasasıdır. Öyleyse suyun 100 dereceye kayıtlı kaynaması, tüm t anlarında tekrar tekrar gözlenebilen tekil bir ontolojik rastlantı olarak değerlendirilebilir; çünkü onun atom-altı seviyedeki temeli rastlantıdır.

Bu analizlerden yola çıkan Çalışkan, maddenin katı bir ontolojik gerçeklikle sağlam ve sarsılmaz bir varoluşa sahip olduğunu savunan solidizmin pozitif gerçeklik görüşünün yirminci yüzyılda çöktüğünü savundu. Buna göre, cisim artık katı bir gerçek değil, haricî bir gerçekliğin gösterisidir ve bu da maddenin kendisinde tanrısal bir varoluş gücü olduğunu gösterir. Haricî gerçeklikten bahsedilince kaçınılmaz olarak bir metafizik alan açıldığını ama bunun rasyonaliteden uzaklaşmak anlamına gelmediğini söyleyen Çalışkan, maddenin temelindeki zorunlu rastlantısallığın ya harici bir metafizik tarafından üretildiğini varsaymak ya da rastlantısallığın orada kendiliğinden bulunduğunu savunmak durumunda kaldığımızı belirtti ve bunun da metafiziksel bir açıklama olduğunu vurguladı: Katı gerçeklik olarak düşündüğümüz şey aslında bir takdim, bir gösteridir ve bu bir inanış meselesi değil, bir rasyonel çıkış yoludur.

Son olarak, gerçekliğin felsefe-bilimsel açıdan analizine değinen Çalışkan, gerçekliğin yapısının göreceli, belirsiz, zorunsuz, süreksizve mekânsız/yersizolduğunu ifade etti. Ayrıca fizik, kendine değil sadece dünyaya yönelik bir açıklama olduğu, diğer bir deyişle kendi kendisinin nedeni olamadığı (kendi içinde kalarak kendisini açıklayamayacağı) için evren pozitif değildir. Dolayısıyla, evren için metafizik bir kuşatılma söz konusudur. Evren sonludur ama sınırsızdır, evrenin dışı yoktur. Evrenin nedeni her ne ise, ontolojik olarak kendisine temas edemez (ontolojik temassızlık). Evrenin sınırlarından sonra evrene ait bir şey yoktur, yalnızca mutlak bir hiçlik vardır. Fakat yine de üreticisiyle evren arasında varoluşu mümkün kılan pozitif ve aktif bir ilişki, yaratıcı bir temasolması zorunludur. Çalışkan, evreni dışarıdan kuşatan bu metafiziğin ancak beyin ile düşünce, kitap ile hikâye, bilgisayar ile algoritma/program arasındaki ilişkilere benzetilerek anlaşılabileceğini ifade etti.

Bu koşullar bağlamında Çalışkan’a göre evren, kendisiyle ontolojik bir temas durumunda olmayan bir metafiziğin/üst-fiziğin yaratıcı-üretici eyleminin çıktısıdır. Bugün bu üst-fizik ile fiziksel gerçeklik arasındaki ilişkiyi tayin eden yeni bir lisan-model olarak bazı algoritmik evren modelleri (hücresel otomatlar, kuantum bilgisayar, kombinatoryal fizik modeli) geliştirilmiştir. Böyle bir evren modelinin unsurları ise iç içe sistemler, algoritmik varolan, algoritmik nedensellik, algoritmik uzay-zamanve algoritmik perspektiftir. Çalışkan, bu perspektifi benimseyen bazı yaklaşımları özetleyerek konuşmasını nihayete erdirdi.

EDITOR'S CHOICE

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


FOLLOW US

Add your e-mail address here to be informed about our programs (seminars, symposiums, panels, etc.).