SAM PUBLICATIONS
11 - Eski Türk Edebiyatı Toplantıları
24 February 2009
Bilim ve Sanat Vakfı Notlar 11
Sanat Araştırmaları Merkezi Notlar 3
ESKİ TÜRK EDEBİYATI TOPLANTILARI
15. VE 16. YÜZYIL DİVANLARINDA
EDİRNE, BURSA ve İSTANBUL
Kasım 2005 - Aralık 2006
Sunum ve Yayına Hazırlık:
Fatma Meliha Şen
Reyhan Çorak
Murat Karavelioğlu
Redaksiyon: Betül Özel Çiçek
Neslihan Demirci
İçindekiler
15. ve 16. Yüzyıl Divanlarında
Edirne, Bursa ve İstanbul
Ömer ZÜLFE
15. ve 16.Yüzyıl Divanlarında Bursa
Murat KARAVELİOĞLU
15. ve 16.Yüzyıl Divanlarında İstanbul
Fatma Meliha ŞEN
15. ve 16. Yüzyıl Divanlarında
İstanbul Semt Tasvirleri
Reyhan ÇORAK
Sunuş
15. ve 16. Yüzyıl Divanlarında
Edirne, Bursa ve İstanbul
Ömer ZÜLFE*
Osmanlı edebiyatının binbir manayla, ince hayallerle süslü şiirleri, insanlığın ortak duyuş ve düşünüşlerini, günlük hayatın bütün renklerini yansıttığı gibi aynı zamanda Osmanlı coğrafyasının birbirinden zengin şehir, semt hatta mahallelerine varıncaya kadar birçok ayrıntısını geleceğe taşır. Çoğu zaman şiir ve şehir iç içe geçmiş, kaynaşmış görünür. Osmanlı’nın üç incisi Bursa, Edirne ve İstanbul da böyle şiirleşen şehirlerdendir. Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi bünyesindeki Eski Türk Edebiyatı Toplantılarında, şehirleri çeşitli yönleriyle inceleyen müstakil eserler bir yana bırakılarak, on beşinci ve on altıncı asır şairlerinin divanlarında Bursa ve İstanbul’un işleniş biçimi üzerinde duruldu. Dr. Murat Ali Karavelioğlu Bursa’yı, Dr. Fatma Meliha Şen ve Reyhan Çorak çeşitli yönleriyle İstanbul’u değerlendirdiler. Ayrıca bu giriş yazısı içerisinde kısaca Edirne’ye de değinildi.
Burada sunulan üç yayın ana hatlarıyla şöyle takdim edilebilir: Dr. Murat Ali Karavelioğlu, Bursa’yı konu alan çalışmasında şehrin kısa bir tarihçesini sunup mimarî değerlerini tanıttıktan ve kültürel açıdan taşıdığı ehemmiyeti belirttikten sonra Bursa’nın şiirlerdeki işleniş biçimi üzerinde durmaktadır. Buradaki bilgilere göre şehrin şiirlerde ilk öne çıkan özellikleri tabiî güzellikleri ve orada yaşayan insanların saadetleridir. Daha sonra şairlerin gözüyle Bursa güzelleri kendisini gösterir. Bu güzeller kendilerini ay gibi gökte tutarlar; Bursa bir cennet, onlar da hurilerdir. İnsanı dinlendiren, eğlendiren, içini açan, aslanağzı kurnalardan suların aktığı, peri gibi güzeller yatağı kaplıcalarla şehrin çehresine tazelik katan ırmaklar, on beş ve on altıncı asır şairlerinin dilinde son derece zengin hayallere konu olmaktadır. Salıncakların ve dönme dolapların kurulduğu, insanların yeni elbiselerle donandıkları, yoksulların sevindirilip hediyelerin saçıldığı, tatlıların sunulduğu sevinç kaynağı bayramların, bütün cıvıltısı ve albenisiyle şiirde yaşadığı görülmektedir. Çalışmanın son kısmında ise Bursa’yı konu alan müstakil şiirlere yer verilmiştir.
Bursa’yı böylece tanıdıktan sonra İstanbul’u müjdeleyen şehir Edirne’yi de bu iki payitahttan ayrı tutmayıp kısaca anmak istedik.
Edirne, ırmakların sardığı sarayları, kubbelerin gölgelediği köprüleri ve gülleri gibi gösterişli güzelleriyle şairleri şiirin büyülü dünyasına çekmiştir. Şairler Edirne’yi anlatırken ilk olarak nehirlerinden bahsederler. Malkaralı âlim şair Nev‘î [ö. 1599], Meriç, Tunca ve Arda’yı âşıklarına kucak açan Edirne güzellerine benzetir:
Arz ederler ‘âşık-ı dil-teşneye bûs u kinâr
Cûybâruñ her biri bir dil-rübâ-yı Edrine
(Nev‘î: Dîvân: G.399/5)
İçi yanmış âşığa kucak açıp öpücük sunarlar; ırmakların her biri çekici birer Edirne
dilberidir.
Irmaklar güzellikleriyle olduğu kadar selleriyle de şiire konu olmuşlardır. Zâtî [ö. 1546], sevgilinin hasretiyle döktüğü gözyaşlarını sel olup akan, evleri yıkıp insanları boğan Tunca ırmağına benzetmektedir:
Tunca sanmañ yol basup merdümler alan kanlu su
Kûh-ı fürkatde bugün yârânı añdum ağladum
(Zâtî: Dîvân: G.962/3)
Yol basıp insanları yutan kanlı suyu Tunca sanma; ayrılık ülkesinde bugün dostları andım ağladım.
Bir şehrin suyunun ve havasının güzelliği insanını da şekillendirir. Edirne’yi görenler güzellerini dillerine dolarlar. Evliya Çelebi de Edirne’yi anlatırken güzellerinden söz etmeden geçemez. İnci dişli, gümüş bedenli dilberlerin güzelliklerinin ölçülü, sözlerinin ahenkli olduğunu söyledikten sonra Meriç, Arda ve Tunca nehirlerinde deniz malikleri gibi yüzdüklerini ve bu manzaranın âşıkların aklını başından aldığını dile getirir. (EVLİYA ÇELEBİ: Seyahatname: III, 261. s.). Türkçenin inceliklerini sözün süsüyle bezemekte maharetli Osmanlı şairlerinden Amrî [ö. 1523] ustaca bir ifadeyle Edirne’nin güzellerini cennet hurileriyle kıyaslar gibi görünürken, üstünlüğün hangi tarafta olduğunu kapalı bırakmaktadır:
Gözüme görinmez oldı cennetüñ hûrîleri
Şehr meh-manzarlarından bir güzel sevdim yine
(Amrî: Dîvân: G.115/4)
Cennetin hurileri gözüme görünmez oldu; şehrin ay görünümlülerinden bir güzel sevdim yine.
Edirne’nin gülü ve gül suyu meşhurdur. Şeyhülislâm Yahyâ [ö. 1644] gül suyunun böyle güzel oluşuna sevgilinin yanağını sebep gösterirken, Edirne’de medfun Hayâlî Bey [ö. 1557], bu güzelliğin sebebini goncaların İstanbul’un vasfını işitmesine bağlamaktadır:
Gül-ruhuñ bûyın sabâdan aldı âb-ı Edrine
Ben de bildim ki olur erzân gül-âb-ı Edrine
(Ş.Yahya: Dîvân: G.302/1)
Gül yanağının kokusunu Edirne ırmakları sabah melteminden aldı; ben de bildim Edirne’nin gül suyu güzel olur.
İşidüp vasfını Sitanbuluñ çemende goncası
Ağzı suyın akıdur budur gül-âb-ı Edrine
(Hayâlî Beg: Dîvân: G.362/39/3)
Çimenlikte İstanbul’un vasıflarını işiten goncası ağzı suyunu akıtır, Edirne’nin gül suyu işte budur.
Şehirlerin sonsuzluğa açılan kapısı mezarlıklar, ölümü hatırlatan, hüznü barındıran yapısıyla ayrı bir yere sahiptir. Edirne’nin en eski mezarlıklarından biri de şehrin batısındaki Bademlik isimli mezarlıktır. Hocasının tayini sebebiyle Edirne’de bulunan Nev‘î’nin şu beytinde ince bir ima ile Bademlik mezarlığına işaret ettiği düşünülebilir.
Zâyi‘ olmaz güzelim tohm-ı emel görmez misin
Gözlerüñ küştesinüñ meşhedi Bâdemlik’dür
(Nev‘î: Dîvân: G.157/3)
Güzelim, umut tohumu ziyan olmaz; görmüyor musun? Gözlerin uğrunda ölenin gömüldüğü yer Bademlik’tir.
Sevgilinin gözleri uğruna can vererek şehitlik mertebesine ulaşan âşık, bademliğe gömülünce o gözlere kavuşma arzusunu gerçekleştirmiş olacaktır. İstanbul’da da Bademlik adını taşıyan bir yerin bulunmasının beyte ayrı bir zenginlik kattığını söylemek gerekir.
Tunca ırmağı kıyısında, II. Murad Han [ö. 1451]’ın yapımına başlattığı Sarây-ı Cedîd-i Âmire, yerli ve yabancı kaynaklarda Edirne Sarây-ı Hümâyûn’u adıyla anılır. Tunca Sarayı ve Hünkâr Bahçesi Sarayı gibi adlar da alan saray 855/1451 yıllarında inşa edilmiş olup Edirne’nin kuzey yönünde, Tunca ırmağının batısında, geniş bir alanı kaplayan sık orman örtüsü altında kurulmuştur. İki koluyla sarayı ve bahçesini kucaklayan Tunca’nın kıyısında mermer rıhtımlar ve kasırlar bulunur. Doğusu Sarayovası da denilen çayırlıkla birlikte, Topyolu, Çifteçeşmeler, Fırınlarsırtı, Ayvalıdere adlı bağların kapladığı yamaçlar; güney ve güney doğusu Yıldıztepe, Muradiye ve Sultan Selim tepelerindeki camiler, mescitler ve süslü konaklarla çevrilidir (RİFAT OSMAN: Edirne Sarayı: 15; 21. s.).
İşte Nef‘î [ö. 1635]’nin
Edirne şehri mi bu ya gülşen-i me’vâ mıdur
Anda kasr-ı pâdişâhî cennet-i a‘lâ mıdur
(Nef‘î: Dîvân: K.1/1)
Bu Edirne şehri midir yoksa Me’va cennetinin gülşeni midir? Onda sultanın kasrı cennet-i a‘lâ mıdır?
Cenneti görmüş bir âdem var ise gelsin desin
Tarhı anuñ dahi böyle dilkeş ü ra‘nâ mıdur
(Nef‘î: Dîvân: K.1/6)
Cenneti görmüş bir kişi varsa gelsin söylesin onun bahçeleri de böyle güzel, böyle gönül çekici midir?
diyerek tanımladığı bu saraydır.
Aşağıdaki beyitte Nev‘î, yaşlar döken gözlerinin, sevgilinin yüzünün yansımasıyla Edirne Sarayı gibi göründüğünü anlatmaktadır. Benzetmede dikkat çeken unsurlar ırmağa benzetilen gözyaşları ve aynalı bir konağa benzetilen gözlerdir. Gerçekten de Edirne sarayının ırmaklarla çevrili oluşu ve özellikle içinde Aynalıköşk adında bir kasrın da bulunuşu bu hayalin nereden kaynaklandığı hakkında ipuçları vermektedir.
Cûybâr-ı eşk ile mînâ-sarây-ı çeşm-i ter
‘Aks-i rûyuñdan şehâ oldı sarây-ı Edrine
(Nev‘î: Dîvân: G.399/3)
Ey sultanım, gözyaşı ırmaklarıyla, yaşlı gözümün aynalı konağı, senin yüzünün yansımasından Edirne Sarayı’na döndü.
Edirne, Hızır inanışının ve Hıdrellezin yaşadığı ve yaşatıldığı, buna dayanan birçok inancın çeşitli biçimlerde göründüğü bir şehirdir. Şehrin batısında, Tunca, Meriç ve Arda vadilerine hâkim yaklaşık doksan metre yüksekliğinde bir tepe üzerindeki Hızırlık da bu inanışın bir sonucu olarak önemli bir makam olarak bilinir. Edirne fethedilmeden önce de Hızır makamı diye bilinen bu yere fetihten sonra Edirne’nin gaza malından, müştemilâtıyla birlikte bir tekke inşa edilmiş ve bu mevki âdeta İrem Bahçeleri gibi bahçelerle donatılmıştır. Hızırlık, suyunun, havasının ve manzarasının güzelliğiyle Edirne’nin bilginlerinin, sanatçılarının ve seçkinlerinin uğrak yeri hâline gelmiştir. Daha sonraları çekemeyenlerin kışkırtmalarıyla 1051/1641 yılında binalar yıkılmış, bağlar bozulmuştur (EVLİYA ÇELEBİ: Seyahatname: III, 251. s.). Şehrin bahçelerinin ve gezinti yerlerinin özellikle 1591 yılına kadar Hızırlık zaviyesi yakınlarında bulunduğu ve buranın insanı hayrete düşürecek güzellikte bir yer olduğu bugünlere ulaşan bilgiler arasındadır (SELEN: “Yazma Cihannümâ’ya Göre Edirne Şehri”: 309. s.). Nev‘î, Hızırlık’ı yeşilliği, gezinti yeri olması ve Edirne’yi izlemeye imkân sağlaması gibi özellikleriyle anlatır:
Sebzezâr isterse göñlüñ var Hızırlık seyrine
Cân bağışlar mürdeye seyr ü safâ-yı Edrine
(Nev‘î: Dîvân: G.399/4)
Çayır çimen isterse gönlün Hızırlık seyrine çık; Edirne’yi uzaktan izlemek ölüyü bile canlandırır.
Edirne’nin mesire yerlerinden Köprübaşı, Eski Köprü (Ekmekçioğlu Tunca Köprüsü) yakınındadır. Ancak bu köprü 1016/1607 yılında Edirneli defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bunun yerinde önceleri ahşap bir köprü olduğu bilinmektedir. Şu beyitte Nev‘î Köprübaşı ile bu bölgeyi kastediyorsa sözünü ettiği eski ahşap köprüdür:
Dü-tâ olmış kadümle pây-mâl olmış yaşum görsün
Gelürse Köprübaşı seyrine agyâr ile cânân
(Nev‘î: Dîvân: G.342/2)
Sevgili engellerle Köprübaşı’nda seyre çıkarsa, iki büklüm olmuş boyumla, ayaklara düşmüş gözyaşlarımı görsün.
Edirne’nin kışları sert geçer. Sâmî’nin [ö. 1732], mübalağayı gulüvv derecesine çıkarmasından Edirne’nin kışını yakından tattığı anlaşılmaktadır:
Verürdi dûzahiyâna cahîmi minnet ile
Bu şehre Mâlik eger gelse kış kıyâmetde
(Sâmî: Dîvân: K.26/10)
Eğer Mâlik, kışta kıyamette bu şehre gelseydi cehennemliklere cehennemi minnetle verirdi.
Keser kılıç gibi kış pây-ı merdüm-i çeşmi
Şikâf-ı pencereden taşraya nezâretde
(Sâmî: Dîvân: K.26/14)
Pencere aralığından dışarıya bakınca, kış göz bebeğinin ayağını kılıç gibi keserdi.
İnciler gerdanlığa dizilirken, iriliği ve güzelliğiyle öbürlerine benzemeyenine dürr-i yetîm denir ve tam ortaya yerleştirilir. İstanbul da işte böyle bir dürr-i yetîm ya da gevher-i yek-pâre’dir.
Dr. Fatma Meliha Şen, yazısında İstanbul’un, şairlerin dilindeki manzarasına ayna tutmaktadır. Kısa bir tarihçenin ardından, İstanbul’un güzelliğini dillendiren beyitler sunulur. Denizin şehri bir bıçak gibi kesmesi, bir taraftan da surların sevgilinin güzellik unsurlarına benzetilmesi okuyanları renkli bir hayal dünyasına götürür.
Şairler yalnızca şehrin tabiî güzelliklerini anlatmakla kalmazlar, şehre ruh katan insanlara da yer verirler. İstanbul’un güzelleri birçok beyitte söz konusu edilmektedir. Bu arada devrin insanına yöneltilen ve günlük hayatın aksak yönlerini yansıtan tenkitler, şiirlerdeki zenginliği bir kat daha artırmaktadır.
Baharın gelişi, sultanın İstanbul’u teşrif edişi kutlamalara sahne olur; İstanbul bir gelin gibi süslenir. Böyle ifadelerde devrin hayat tarzına ve eğlence anlayışına dair önemli bilgiler bulmak mümkündür.
Şairler şehirleri birbiriyle kıyaslarlar. Bu çalışmadaki örneklerden anlaşıldığına göre İstanbul’la en çok karşılaştırılan şehir Edirne’dir. Bir önceki payitahtın bütün güzelliklerine rağmen İstanbul’un gölgesinde kaldığı görülmektedir.
Çalışmanın son kısmında yer alan Yahya Bey’in İstanbul tasviri ise şehre duyulan sevginin şairane terennümüdür.
İstanbul’u semtleriyle ele alan Reyhan Çorak, ilk sırayı bugün İstanbul’un içinde, o günlerde yanında ve hatta belki de karşısında bulunan Galata’ya vermektedir. Osmanlı şairlerince bir Hıristiyan semti olarak tanımlanan Galata, ilk olarak Sitanbul şâhı Avnî’nin sözleriyle tanımlanmaktadır. Galata sevgilinin ülkesi, meyhanelerin merkezidir. Osmanlı şairlerinin dilinde Galata bir İstanbul semti olmaktan çok adeta başlı başına bir şehirdir.
Bugün Sultanahmet Meydanı diye bilinen o günkü adıyla At Meydanı, çeşitli atlı oyunların oynandığı, yarışların yapıldığı bir eğlence sahasıdır. Âşıkların, sevgilinin oklarıyla dolmuş göğüslerinin timsali Okmeydanı, manevi havasıyla bugün de huşu hâlinde karşılanan bir semt olan Eyüp, tasavvuf erbabının uğrak yeri Vefa Meydanı ve güzelleriyle sekiz cennettin bakışlarını cezbeden Yedikule, şairlerin hayallerindeki süsleriyle kendisini göstermektedir.
Bu üç şehre şairlerin gözüyle bakıldığında tabiat, mimarî ve insan unsurlarının şehirlere hayat veren can damarları olduğu anlaşılıyor. Suyu, havası ve toprağıyla tabiat insanı, insan da mimari yoluyla şehri şekillendiriyor. Her şehrin bir ruhu, bir kimliği var. Eski Türk Edebiyatı Toplantılarında bu ruhu, bu kimliği bir nebze de olsa açığa çıkarmağa çalıştık. Osmanlı’nınkiler gibi şiirleşen şehirlere kavuşmak, yeni çalışmalarda buluşmak dileğiyle...
KAYNAKÇA
AMRÎ, Dîvân. Mehmet ÇAVUŞOĞLU, Amrî Divan Tenkitli Basım. İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1979. No: 2538, VIII+190s.
EVLİYA ÇELEBÎ, Seyahâtnâme. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Bağdat 307 Yazmasının Transkripsiyonu Dizini: 3. Kitap, Seyit Ali KAHRAMAN-Yücel DAĞLI-İbrahim SEZGİN, İstanbul: YKY, 1999. XXXVII+372 s.
HAYÂLÎ Beg, Dîvân. Ali Nihat TARLAN, Hayâlî Bey Divânı. İstanbul: MEB, 1945. 24+450 s.
NEF‘Î, Dîvân. [Metin AKKUŞ, Nef’î Dîvânı. Ankara: Akçağ Yay, 1993. 355+38 s.
NEV‘Î, Dîvân. Haz., Mertol TULUM, M. Ali TANYERİ. İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1977.
RİFAT OSMAN, Edirne Sarayı. Yayınlayan: Süheyl ÜNVER, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989. 162+16 s.
ARPAEMİNİZÂDE Mustafa Sâmî, Dîvân: Haz. Fatma S. KUTLAR, Ankara 2004, 633 s.
SELEN, Hâmit Sadi, “Yazma Cihannümâ’ya Göre Edirne Şehri”. Edirne: Edirne’nin Fethinin 600. Yılı Armağan Kitabı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1965, 303-309. s.
Ş. YAHYA, Dîvân. Haz. Hasan KAVRUK, Şeyhülislâm Yahya Divanı. Ankara: MEB, 2001, 509 s.
ZÂTÎ, Dîvân. Ali Nihat TARLAN, Zatî Divanı (Edisyon Kritik ve Transkripsiyon) Gazeller Kısmı: II. C., İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 1216. 1970, 1-502 s.
Dipnotlar
Yayıncının notu: Şiirlerin imlâsında yazarların tercihleri esas alınmıştır.
* Dr., Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, 2005, “Yakînî [ö. 1568]: Dîvânı: Tenkitli Metin-Tetkik ve Dizin”.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO