- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 70 Year: 2009
- İslâm Metafiziğine Giriş
İslâm Metafiziğine Giriş
İhsan Fazlıoğlu
13 Haziran 2009
Değerlendirme: Erdal Yılmaz
Değerlendirme: Erdal Yılmaz
Medeniyet Araştırmaları Merkezi, Haziran ayındaki Dîvân Toplantıları’nda İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü hocalarından İhsan Fazlıoğlu’nu misafir etti. Her şeyden önce bir yanlış anlamaya sebep vermemek için, sözkonusu başlıkla kastedilenin İslâm dininin varlık anlayışı değil, İslâm Medeniyetinde üretilen felsefî gelenekteki varlık tasavvuru olduğunu dile getiren Fazlıoğlu, takip edeceği yöntemi, varlık anlayışının dayandığı zemini tespit etmek, bu varlık tasavvurunun kendisinden önceki Yunan felsefesinde ve kendisinden sonraki Batı felsefesinde, herhangi bir tarihî geriye veya ileriye taşımada bulunmaksızın, bir karşılaştırmasını yapmak olarak belirledi.
Fazlıoğlu, toplantının asıl mevzusunu teşkil eden “İslâm Medeniyetindeki varlık tasavvurunun zemini”ni açıklamak için öncelikle “optik görme” analojisinden hareket edilebileceğini belirtti. Nasıl ki optikte eşyanın ters görünüşü aklın müdahalesiyle gerçekliğe karşılık gelecek şekilde düzenleniyorsa, dış dünyaya bakıldığında da zihnin dış dünyayı ters olarak inşa etmesine akıl müdahale ederek onu tashih etmektedir. Aklın müdahalesi, mahsüsün makul hale aktarılması sonucunu doğurmakta ve duyulur-olanın gerçekliğe karşılık gelebilmesini sağlamaktadır.
Fazlıoğlu’na göre, felsefe, varlığın dile bir anlık yansıması üzerinde aklın bir işlemidir; yani felsefe dilin üzerinden varlığa bir bakış atarak varlığın bir görüntüsünü elde etmektedir. Hal böyle olunca klasik düşünce geleneğinde felsefe de varlığın dildeki yansımasının bir analizi olarak ele alınmaktadır. Bu analiz, akıl tarafından dile yansıyan varlığın ters görüntüsünün düzeltilmesidir, diğer bir ifadeyle gerçekliğe karşılık gelecek hale getirilmesidir. Fazlıoğlu’na göre sözkonusu ters görüntünün gerçekliğe karşılık gelebilecek şekilde düzenlenmesi için hem dilin anlam dizgesi (semantik) hem mantık ve metafizik hem de aklın temel ilkeleri açısından ‘görüntü’ye müdahale edilmelidir ki bu süreç kolay değildir.
Fazlıoğlu, ele alacağı temel soru(n)ları üç maddede topladı:
• Felsefe, varlığın dile yansıması üzerinde iş görüyorsa, dil varlığın görüntüsünü nasıl elde ediyor?
• Filozof bu görüntü üzerinde çalışırken bu görüntüyü aklın temel ilkelerine göre nasıl tashih ediyor ve bu tashih sürecinde klasik gelenek içinde varlık kavramı nasıl elde ediliyor?
• Bu varlık tasavvurunun elde edilmesinin özellikle irfan ayağında nasıl bir yorumu yapılıyor?
“Herhangi bir ilim dalında bir araştırma yapılırken öncelikle o ilim dalında duyulur-olanın yerinin ne olduğunun belirlenmesi gerektiği” genel ilkesini zikreden Fazlıoğlu, varlığın dildeki görüntüsünün varlık kavramı açısından analizini yapmak için duyulur-olanın belirlenmesinin öncelik arzettiğini söyledi. Fazlıoğlu, “Varlık tasavvurunu incelerken duyulur-olanın ne olduğu?” sorusuna cevaben şu açıklamayı yaptı:
Dış dünyaya bakıldığında, “masa geniştir”, “kalem büyüktür”, “ağaç yeşildir” örneğinde olduğu gibi, duyulur-olanın bize hem nesneler hem de nesnelerin nitelikleri açısından bir çokluğu verilmektedir. Dış dünyaya ilk bakışta elde ettiğimiz “masa büyüktür” tarzındaki önermelerin ikinci adımında masaya ‘geniştir’, ‘yeşildir’ gibi çok sayıda yüklemi atfedebiliriz. Masaya atfedebileceğim sonsuzca yüklemden bahsedebilirim, dolayısıyla masanın yüklemini sonsuzca değiştirebilirim. Bu durumu birinci aşama olarak kodlayalım. Fakat “masa vardır” önermesinde masaya atfettiğim ‘vardır’ yüklemini değiştiremem. Bu yüklemi tüm nesneler için en temel dolayısıyla ortak yüklem olarak belirleyebiliriz. Bu durumu da ikinci aşama olarak kodlayabiliriz. Buraya kadar önermedeki özne ve yüklem açısından çokluk-çokluk aşamasından, çokluk-birlik aşamasına doğru ilerledik. Birinci aşamadaki “masa yeşildir” gibi önermelerdeki yüklemler aslında ‘dır’ copulasıyla bir nitelik özneye atfedildiğinden aslında bu nitelikler sıfat olarak öznenin önüne gelerek “yeşil masa” gibi ibarelere dönüştürülebilir ve bu durumun ilk durumdan hiçbir farkı olmaz. Diğer bir ifadeyle, fiil cümlesi yerine sıfat cümlesini koyabilirim. Hal böyle olunca ikinci aşamada ulaştığımız en genel ve temel yüklemi sıfat olarak kullanıp “var masadır”, “var ağaçtır” tarzında bir kullanımı elde etmiş olurum. Bu durumu ise üçüncü aşama olarak kodlayabiliriz. Bu aşamada birlik-çokluk durumunu ifade etmektedir. Dördüncü aşamada ise birlik-birlik aşamasına, yani “var vardır” aşamasına ulaşabiliriz; çünkü nihayetinde en temel yüklem ‘vardır’ olduğundan ‘var’ da özne olduğunda en temel yüklemi özneye atfettiğimizde “var vardır” önermesini elde edebiliriz. “Var vardır” önermesi dil düzeyinde anlamlı olmakla birlikte varlıkça pek anlamlı olmadığından ve özne ile yüklem ayniyet ifade ettiğinde yalnızca ‘var’ ibaresiyle yetinebilir ki bu durumu da beşinci aşama olarak kodlayabiliriz. Altıncı aşamada ise ‘var’ı soyutlayarak ‘varlık’ı elde ederiz yani birliği...
Bu analizle özne-yüklem veya nesne-nitelik ikilisi bağlamında ‘çokluk-çokluk’ temelinden başlayarak ‘birlik’i elde eden Fazlıoğlu, ilk üç aşamada istidlalî aklın işlev gördüğünü diğer aşamaların ise hadsin alanına girildiğini ifade etti.
Burhan yöntemlerini kullanan istidlalî/çıkarımsal aklın, felsefî anlamda varlıkla ilişkisi bir monologdur; yani varolanlar üzerinde serbestçe işlem yapmaktadır. Fakat dördüncü aşama keşfi, doğrudan müşahedeyi yöntem olarak kullanan ve bir tür diyalog olan hadsin alanına girmektedir.
Akıl ile hads arasındaki farkı yukarıdaki gibi ortaya koyan Fazlıoğlu, bu ayrım üzerinden yukarıda aşamalar halinde çerçevesi çizilen varlık tasavvurunun, irfan ayağında nasıl bir yoruma tâbi tutulduğunu da ele aldı:
Akıl belli bir aşamaya kadar işlem yapabilmektedir; ama varlık dünyasına yöneldiğinde artık söylediğinin bir karşılığı yoktur. Dördüncü aşamadan sonra haricî bir varlığı olmayan, yani hisse konu olmayan tecrit alanı başlamaktadır. Böylece bu noktadan sonrası/ötesi hads ile elde edilmektedir. Fakat hads, bireysel bir tecrübe olduğundan, tecrübe etmeyenlerle paylaşmanın zemini ortadan kalkmaktadır. Ancak irfanda da istidlalî akıl tüketilmeden hads aşamasına geçilemez. Bu durumu, İbn Arabî’nin “kim ki felsefeyi, mantığı dikkate almadan irfanla uğraştığını düşünürse, gece karanlıkta fenersiz yürüyen adam gibidir” ibaresi güzel bir şekilde dile getirmektedir.
Son olarak, Yunan düşüncesinin mevcud kavramı üzerinde işlem yaptığını ilahî dinlerle birlikte vücud kavramının şu an kullandığımız anlamda felsefeye dâhil olduğunu ifade eden Fazlıoğlu, sorulara verdiği cevaplarla bir yıl boyunca McGill Üniversitesi’nde bulunması hasebiyle özlediğimiz zevkli sunumunu nihayete erdirdi.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO