Sol ve Şiddet: 70’lerde Türkiye’de Devrimci Şiddet

Hüseyin Etil

17 Mayıs 2014
Değerkendirme:
Sabri Akgönül

Geçen yüzyıl şiddet fenomeninin çok fazla açığa çıktığı bir yüzyıl oldu. John Keane bu yüzyılı “şiddetin yüzyılı” olarak değerlendiriyor. Türkiye’de şiddet kamusal alanda tartışılan ve karşılaşılan bir olgu olmasına rağmen, entelektüel ve sosyalbilim alanında politik polemiklerin dışında, derinlikli ve tafsilatlı bir tartışma henüz mevcut değildir.

Hem dünyada hem Türkiye’de toplumsal hareketler literatürü büyük oranda sol cenah tarafından tahkim edilmektedir. Bu hâkimiyet, Solun kendi kibri ve gururu kendisini nesneleştirmeye izin vermemesi nedeniyle, literatürün epistemolojik gücünü kıran bir sonuç üretiyor. Ayrıca, bu literatürün esas aktörleri aynı zamanda birer aktivist oldukları için toplumsal hareketleri açıklamak ve kavramak yerine bir toplumsal hareket yaratmak için bilgiyi ürettikleri söylenebilir. Buna en yakın örnek olarak, Gezi Parkı eylemleri zamanında ve sonrasında, sol entelijensiyanın kendi siyasal konumunu kaybetmemek ve ona rıza üretmek adına, bilimsel nesnesini kuramaması ve sürekli bir idealizm üretmekten öteye gidememesi gösterilebilir. Hâl böyle olunca bu tartışma da politik bir tartışma olmanın ötesine bir türlü geçemiyor ve analiz noktası zayıf kalıyor. Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Tezgahtakiler programının Mayıs ayı konuklarından Hüseyin Etil, bu tartışmanın analiz boyutunu tahkim etmeyi de amaçlayan “Sol ve Şiddet: 70’lerde Türkiye’de Devrimci Şiddet” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.

Hüseyin Etil, sunumuna toplumsal hareketler literatüründe şiddet olgusunun nasıl izah edildiğini tafsilatlı bir şekilde açıklayarak Türkiye’de sol ve şiddet ilişkisini anlattı. Etil, 60 sonrası sol ve şiddet ilişkisinde üç momentin olduğunu belirtti: 1965-73 momenti, 75 ile 80 arası moment ve 95 yılı momenti. Ancak sunum yalnızca ilk momentin analiziyle tahdit edildi. Bu moment üç düzeyden teşekkül eder: (i) kolektif  öznenin (partilerin) oluşumu, ki bu özne sosyal, politik ve tarihsel bir okuma çerçevesi içerisinde kurulur; (ii) rasyonalite, başka bir ifadeyle stratejik tercihler, hesaplar ve pratikler; (iii) sosyal tip. Etil, çok geniş ve yanlış yönlendirmeye müsait anlamlara maruz kaldıkları için “terörizm”, “politik şiddet” ve “kolektif şiddet” kavramları yerine “devrimci şiddet” kavramını tercih ettiğini söyleyerek “devrimci şiddet”i Isabelle Sommier’den referansla şöyle tanımladı: “Politik bir topluluğun içinde politik rejime ya da politik aktörlere ve devlet iktidarına yönelik radikal bir değişim uyarınca yapılan bütün kolektif saldırılar.”

Sunumunun önemli bir bölümünü şiddet olgusuna dair üretilen literatürün sorunlarına ve bunların tenkidine ayıran Etil, bu sorunlardan ilkinin literatürün devlet kavrayışından kaynaklandığını belirtti: Max Weber, devleti, şiddeti tekeline almış bir aygıt olarak işler; sivil toplum ise şiddetten arındırılır. Şiddeti açıklamak isteyen liberal-antropolojik yaklaşım bu kavrayıştan hem beslenir hem de onu yeniden üretir. Dahası, politikayı sözel-yargısal bir alan olarak kodlayan bu kavrayış, şiddetin siyasetle hiçbir ilişkisinin olmadığı önkabulü üzerine kurulur. Dolayısıyla yasa ile şiddet ilişkisinde bir karşıtlık inşâ edilir; “siyasi eylemci” ile “devlet” karşı karşıya gelince “suçlu” ile “yasa” karşı karşıya gelmiş olur. Bu şekilde formüle edilen sivil-toplum siyasî-toplum ayrımı, esasında, şiddetin meşruluğu meselesine işlevsellik kazandırmakla ilintilidir: Meşru şiddet ve gayrı-meşru şiddet ayrımı devletin ve devlet aygıtlarının lehine galebe çalar. Bu ayrımı eleştiren Etil, şiddetin failinin sadece devlet olmadığını, toplumsal hareketler ve devlet karşı karşıya geldiği vakit karşılıklı bir dönüşüm geçirdiklerini vurguladı. Devletin faillik özelliğini göz ardı etmemek için böylesi bir kavrayışın daha uygun olacağını belirten Etil, devletin hem bir fail hem de bir arena olduğunu; tıpkı devlet gibi parti ve konfederasyonların da bir çekişme alanı olduğunu vurguladı.

Şiddet literatüründeki ikinci sorunlu yaklaşım ise Psikolojist yaklaşımdır. Öncülüğünü kitlelerin ve toplumsal aktörlerin irrasyonel olduğu, duygusal olarak ve saldırgan güdülerle hareket ettiği, “ele başı” ve “ele başı tarafından güdülen kalabalıklar” dikotomisi şeklindeki tezle Gustave Le Bon’un yaptığı bu yaklaşım aktörlerin aktörlük vasıflarını görmez. Etil, Psikolojist yaklaşıma karşı rasyonalite tezini savunduğunu ve şiddet eylemlerini ya da şedidi (şiddet pratiklerini sergileyen) rasyonel bir aktör olarak ele aldığını anlattı. Bu yaklaşıma karşı çıkan Etil, devrimci şiddeti sosyal karaktere sahip bir eylem olarak tarif etti ve toplumsal olan devrimci şiddetin birey fenomenine indirgenemeyeceğini söyledi. Ayrıca, bu kavrayış, şiddeti yoksunluğa, zayıflığa, çaresizliğe ve hatta birey-devrimcinin çocukluğuna vs. atıfta bulunan “hoşnutsuzluk temelli” açıklamalara başvurarak anlamaya çalışır. İronik olan şu ki, bu tür açıklamalar hem sorunu gidermek isteyen siyasî aktörler tarafından hem de şedit kişiler/gruplar tarafından dillendirilir. Ancak, bu izahat tarzı hem kitle ya da gruplara bağımsız organik varlıklarmış gibi bir psikoloji atfetme hatasına düşer hem de şedidin hangi şiddet araçlarına ve hangi eylem şekillerine başvurduğunu izah edemez. Liberal-antropolojik yaklaşım şiddeti anti-politik bir doğaya mahkûm ederken, Psikolojist yaklaşım ise şiddeti anti-sosyal bir doğaya icbar eder. Etil’e göre, şiddet sosyal ve politik olarak ele alınmalıdır ve argümanı şöyle olmalıdır: Devrimci şiddet bireyler arası değil kolektiviteler arası bir karakter ve herhangi türden kolektiviteler arası değil politik kolektiviteler arası bir karaktere sahiptir.

Literatürün üçüncü sorunlu yaklaşımı ise, şiddet söz konusu olduğunda başvurulan ahlâkî-politik tartışmalardır. Etil’e göre, en sıkıntılı izahat hattı da budur. Bu hatta şiddet, şiddetin haklı mı yoksa haksız mı olduğu formülasyonlarıyla tartışılır. Etil’in de vurguladığı gibi, “haklı savaş” ya da “haksız savaş” ayrımı etik ve politik tartışmalarda bir anlam ifade edebilir, lâkin bilimsel bir izahat gücünden mahrumdur. Bu tartışmaların ahlâk bölümünde Sartre ve Camus dururken, politik bölümünde suyun başını Fanon (bu isim aynı zamanda Psikolojist yaklaşıma da dâhil edilmelidir), Sorel, Arent, Troçki, Lenin ve Mao gibi isimler tutmaktadır. Etil’e göre bu tartışmalar, şiddetin ve şedit aktörlerin bilimsel analizine veri sunmaktan başka bir işleve sahip değildir.

Bu teorik mülahazalardan sonra Türkiye’de devrimci şiddet olgusunu izah etmek için Etil dört dinamikten bahsetti: (i) Karşı hareketin baskıları: Devletin dolaysız baskı aygıtları ve devlet-güdümlü paramiliter yapıların baskıları; (ii) İdeolojik düzey: Şiddeti haklı bulan bir ideoloji ve etiğin varlığı, şiddetin pratik etkinliğine duyulan inanç ve şiddetli amel etmeye uygun zemininin mevcudiyeti; (iii) Sol içi rekabet: Çeşitli sol örgütler arasındaki güç mücadeleleri ve solun kendi içindeki rakip unsurlar arasında yarışmacı bir tavrın açığa çıkması; (iv) Dünyanın devrimci konjonktürü: Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Küba Devrimi, Vietnam Savaşı, ABD’ye karşı dünya ölçeğinde gelişen karşı çıkış, Çin’deki Kültür Devrimi.

Etil, Türkiye solundaki şiddet pratiklerinin analizini Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) üzerinden yaptı. Etil’e göre, FKF’yi önplana çıkaran tarihsel süreçlerden biri, dönemin solcu aktörleri üzerinde çok etkili olan 27 Mayıs 1960 darbesidir. Çünkü sol cenah 60’larda, 27 Mayıs darbesinin yarım kaldığı düşüncesini taşıyordu. İkincisi, CHP’nin 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı sürecinde harekete geçirdiği toplumsal dinamiklerdir. Üçüncüsü, sendikal mücadelelerin artması ve Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasıdır.

Dördüncüsü, 20 Aralık 1961 tarihinde Yön dergisinin yayına başlaması, beşincisi ise Dönüşüm dergisi olayıdır. Bu dönemin tabanı CHP’li ve Kemalist etkinin altındaydı, fakat bir taraftan da giderek radikalleşen bir solcu pratik yaşanmaktaydı. Bu kitlenin politikleşmesinin kurucu motifi ise, 27 Mayıs darbesinden bir ay önce Ankara Üniversitesi’nin Cebeci kampüsünde meydana gelen, İstanbul’da öldürülen Turan Emeksiz isimli bir öğrenciyi anmak amacıyla toplanan öğrencilerin isimlendirdiği şekliyle, “29 Nisan Direnişi” olayıdır. Ayrıca, Etil’e göre, 29 Nisan Direnişi, 27 Mayıs darbesine giden süreçte önemli bir politik vaka olması hasebiyle Kemalist Sol için güçlü ve motive edici bir örneklik teşkil eder. Ek olarak, sendikal mücadeleler, köy enstitülerinin kapatılmaması için yapılan eylemler ve 22 Nisan 1965 yılında ilk nüshası çıkan Dönüşüm dergisinin Kızılay’da satışı esnasında karşı-hareketten yapılan saldırı olayı sayılabilir. Etil, bu olayın doğurduğu iki sonucu şöyle formülize ediyor: (i) Sağcı örgütlerle sokakta ilk karşılaşma, buna bağlı olarak anti-faşizm sloganının yeşermeye başlaması ve (ii) Sosyalist gençlik hareketinin birliği fikri olarak Federasyon örgütlenmesi.

Yaşanan bu saldırıdan sonra sol içinde “toparlanma” ihtiyacı hâsıl olmuş ve 17 Aralık 1965’te FKF kurularak “öğrenci gençliğin sosyalist örgütü” biçimini almıştır. CHP’nin etkisi altındaki bu kitle önce TİP ve YÖN-MDD hattından (özellikle Yunanistan’da askerî eğitim alan Mihri Belli’nin güçlü karizmatik otoritesiyle birleşen Millî Demokratik Devrim / MDD çizgisi) geçerek kendi öz-örgütlenmelerini inşâ edecekleri bir serüven yaşamıştır. Bu dönemden sonra, FKF kurultaylarına giden süreç başlamış ve her kurultayda yeni kavram ve eylem repertuvarı gelişmiştir. 1968 yılında birçok eylem, yürüyüş ve miting düzenlenmiş ve bu dönemde hem “ikinci kurtuluş savaşı” fikri ortaya çıkmış hem de “anti-emperyalist” hattı ortaya çıkmıştır. Etil’e göre, bu dönemlerde kolektif aktörü özneleştiren olaylar yaşanmıştır: Sırasıyla “Kanlı Pazar”, “15-16 Haziran” ve “12 Mart”.

Konuşmasının son kısımlarında Etil, sol cenah içerisinde yapılan teorik ve ideolojik tartışmaların ortaya çıkardığı bölünmelere ve iç rekabet olaylarına değindi. Bu tartışmaların sonucunda Dev-Genç, THKP-C, THKO, TKP-ML ve TİKKO gibi yeni aktörler ortaya çıkarak silahlı mücadele artık daha gür bir ses ve güçlü pratiklerle (bürokratlarla saldırılar, banka soymalar, firma ve mülklere saldırı, ve yabancı asker ve elçileri kaçırmalar) kendisine yer bulmuştur. Dönemin en önemli figürü olan Mahir Çayan’ın sahiplendiği “devrimci tedhiş” kavramı ve yöntemi dünya konjonktürüne de uygun bir repertuvarı kapsamaktaydı. Özellikle TİKKO, Çin Devrimi ve Maocu stratejiyi merkeze alarak doğrudan kır gerillasını örgütlemeye girişmiştir. Etil, bu örgütlerin birçok gerilla örgütleme girişiminin ya ihbarlarla ya da polisle girilen yoğun takip ve çatışmalardan sonra bertaraf edildiğini sözlerine ekleyerek konuşmasını noktaladı.

EDITOR'S CHOICE

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


FOLLOW US

Add your e-mail address here to be informed about our programs (seminars, symposiums, panels, etc.).