- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 89 Year: 2015
- Merleau-Ponty ve Estetik Dünyanın Logos’u
Merleau-Ponty ve Estetik Dünyanın Logos’u
Emre Şan
03 Ekim 2015
Değerlendirme: Ayşe Yılmaz
Medeniyet Araştırmaları Merkezi ve Sanat Araştırmaları Merkezi’nin ortak düzenlediği bu toplantıda, 29 Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Emre Şan konuk edildi. Yakın zamanlarda yayımladığı ve daha çok Merleau-Ponty’nin felsefesi üzerine bir derleme niteliği taşıyan Merluau-Ponty adlı kitabı çerçevesinde bir sunum yapan Şan, kitaba dair kısa bir tanıtımın ardından Merleau-Ponty’nin karşı durduğu görme rejimi ile perspektivizm probleminden itibaren düşünce serüvenindeki estetik arayışlar konusundaki değerlendirmesini ele alarak konuşmasına başladı.
Kitabın giriş kısmında üç ayrı düşünce sistemine işaret eden üç makale yer alıyor: “Algı felsefesi”, “Kartezyen senaryo ve fenomenoloji” ve “Ten ontolojisi”. Merleau-Ponty’nin, kendinden önce kullanılan felsefi kavramların çoğunu bir kenara bırakıp yeni kavramlar ürettiğini belirten Şan, bu yönüyle aslında estetik bir tutum sergilediğini ifade etti. Tıpkı modern felsefenin resim ve heykeli modernleştirmesi gibi bu tutum da (çağdaş Fransız filozoflarda görüldüğü üzere) felsefeyi modernleştirme çabalarından birisidir.
“Estetik dünyanın logos’u”, Merleau-Ponty’nin ten ontolojisinde ortaya çıkan bir fikir veya bir ontoloji çalışmasıdır. Ten ontolojisi fikriyle Merleau-Ponty, Descartes’tan başlayarak varlığın bir tür mantıksal varlık kategorisine indirgendiği, Hegel’e kadar gidecek bir tür ontolojik perspektife, Heidegger gibi kendi çağdaşı olan perspektiflere ve diğer bütün tözcü ontolojilere karşı bir tutum sergiliyor.
Peki, Merleau-Ponty’deki estetiğe götüren temel fikir, estetik dünyanın logosundaki logos nereden geliyor? Jacques Ellul’ün Sözün Düşüşü kitabında bahsettiği gibi, postmodern görme rejimi bizi temsil ve vekâlet temelinde yaşamaya bırakıyor: “Görme gerçeklikle özdeşleştirilen bir gerçeklik temsiline imkân verir. İmajlar sorgulanmadığı için gerçekliğin kendisinden çok daha gerçek hâle gelirler. Görme zafer kazanır; çünkü faydalıdır. Suni, bol miktarda imaj tufanı, bir yeni dünya çevresi yaratır.”[1]Buradan yola çıkarak söz ve logos arasında hiyerarşik bir durum ortaya çıkıyor; söz aşağılanır ve imajlar kendi dillerini oluştururlar. İmajların istilasını Ellul bu şekilde özetler. Şan ise, görme rejiminin temelindeki durum olarak gördüğü perspektivizm meselesi üzerinden analizini sürdürdü.
Dünyayla kurduğumuz ilişkinin bir görme rejimi şeklindeki dönüşümünü anlayabilmek için Rönesans’tan beri Batı düşünce dünyasında etkili bir düşünce geleneğini, yani perspektivizmi sorgulanmak gerektiğini belirten Şan, perspektifin üç boyutlu nesneleri veya mekânları iki boyutlu bir zeminde temsil etme sanatı olduğunu ifade etti. Amacı, mekânın optik illüzyonunu belli bir bakış açısıyla yeniden yaratmak olan perspektif, yalnızca resimsel bir olgu olmanın ötesinde, “başka” ile kurulan tüm ilişki biçimlerinin de yegâne kavramı haline gelmektedir. Böylece ben ve şey, ben ve vücudum, ben ve başkası arasındaki ilişkiler birbirinden ayrı ve bağımsız iki ne’liğin homojen bir mekânda yüz yüze ilişkisi olarak betimleniyor. Buradan da felsefe açısından en önemli olan sorunla, yani estetik bir olgunun düşünsel bir olguya dönüşmesi veya resimsel bir olgunun bütün felsefi serüveni ortaya çıkarması durumu ile karşılaşılmaktadır.
Şan’a göre, düşünce dünyamız sadece görme rejimini belirlemiyor, aynı zamanda imajlarla ilişkimizi de belirliyor. Bu bakımdan logos ve görünürlük arasındaki ilişki, perspektivizmin yasalarıyla sınırlanır. Söz konusu sınırlama, görünmeyenin ritminde akmayı reddetme manasına gelir ve varoluşa akmayı değil varoluşa sahip olmayı beraberinde getirir. Denebilir ki perspektivizm, nesnelerin önüne atıldığı vücutsuz bir özne fikriyle kurulur ve dünyayı, karşıdan bakılabilir ve ehlileştirilebilir bir şeye dönüştürür. İnsan dünyaya bir sahneye bakıyormuş gibi bakar. Hem dünyada ikâmet edip hem de onu bir gösteri gibi izleyebilmek mümkün olmadığı için dünyada ikâmet eden insanın asıl durumunu belirlemek imkânsız hâle gelir. Merleau-Ponty’nin karşı durduğu sorun da işte budur.
Panofsky ve Florenski’nin izinden giden Merleau-Ponty’nin başlattığı felsefe geleneğinin, nesnenin değil öznenin dünyaya atıldığı bir sahne sunduğunu ifade eden Şan, Merleau-Ponty’nin böylece, özünde sadece resimsel gibi görünen ama dünyayla kurduğumuz ilişkiyi dönüştüren perspektif modeline karşı bir model geliştirerek dünyayla ilişkimizi yeniden kurmaya çalışır. Merleau-Ponty’de, ne perspektivizmdeki gibi bir ehlileştirme ne de realizmdeki gibi belli bir tür kristalleşme durumu söz konusudur. Ona göre duyu dünyamız görseldir; kokular ve seslerle bir dünya kurulamaz. Antik Yunan’da göz ile düşünce arasında kurulan içsel bağa gönderme yaparak, gözün görüşü ve ruhun tefekkürüne ağırlık verir. Görüşü ayrıcalıklı kılan şey ise görüşün vücutsuz ve yansız bakış açısı, dokunulmaz/dokunulmamış görüş, bir teoria yani tepeden bakış konumuyla her şeyi sarıp sarmalamasıdır. Özne, dışarıdan bakan izleyici değil aksine, bizzat sahnede ve dünyadadır. Görüş, bir ekstasis, bir kendinden çıkma durumudur ve Merleau-Ponty’nin bu problemi çözdüğü mekânlardan biri resimdir.
Şan’a göre, Merleau-Ponty dil veya bilim felsefesine benzer bir sanat felsefesi önermez. Sanat üzerine değil, sanattan itibaren düşünür. Kavramsal ve algısal yaratımı diğer düşünürlere nazaran çok daha esnektir. Aradaki sınır bulanıklığı ise onu farklı kılar. Merleau-Ponty’nin estetiği, sanat eserinden ziyade duyumsanan ve duyulur arasındaki estetik ilişkiyi değerler yargısına indirgenemeyecek aïsthesistir. Vücudunu katmak ifadesini Cézanne kadar etkilendiği Valery’den alan Merleau-Ponty, aïsthesisin poiesis hâline dönüşmesini inceler. Onun estetiği, algıya veya duyumsamaya dayanan belli bir ifadeyi ve poiesis teorisini içerir. Bu algı, bir birlikte varoluştur; tüm bilgi, bir co-naissancetır. Perspektifin karşısına konulan kesişme ve tersine çevrilebilirlik düşüncesinin temelidir.
Merleau-Ponty’nin ten dediği şeyin, Husserl’in temsillerle ilgilenen nesneleştirici bir eylem olan yönelimsellik fikri olduğunu belirten Şan, burada “arzu gibi nesneleştirmeyen eylemlerle nasıl ilişkiye gireceğim sorusu”nun ortaya çıktığını, bunun da bizi logosa götürdüğünü ifade etti: Anti-Platonist ama Platon gibi rasyonelliği yeniden kuran ve rasyonalitenin doğum hâlindeki logosla yeniden düşünülmesi gerektiğinden söz eden bir anlayış. Bu durumun sanatçılarla ilişkisi ele alınırken Cézanne’la sınırlamak doğru sayılmasa da o bir anlamda Merleau-Ponty’nin alter-egosu sayılabilir. Çünkü dünyaya yabancılık ancak plastik sanatlarla çözülebilir; bu sadece felsefi bir problem değildir.
Oturumun sonunda, daha çok logosun düştüğü ve görmenin kendi dilini oluşturduğu bir yere doğru gidildiğinin altını çizen Şan, Merleau-Ponty’ye göre ressamlar veya sanatçılar gibi filozoflar için de dolayımsız bir şekilde ifade edebilmenin imkânsız olmadığını vurgulayarak konuşmasını tamamladı.
[1]Ellul, Jacques. Sözün Düşüşü. İstanbul: Paradigma Yayınları, 2012, s. 163.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO