MOLA
Yaşamak’tan
CALW 1967. yağmaya başlayınca taşköprünün üzerindeki minyatür katedralde ben ve yüzünde hep bir pembelikle o finli. Küçücük bir oda kadar olan ve renkli vitrayların loşlaştırdığı ve aslında pek sevimli olması gereken bu küçücük alana bu bunaltan atmosferi yerleştirmeyi nasıl başardılar diye duvara yaslanıyor kendimi uçurumlardan atar gibi geçmiş Avrupa zamanlarına atılıyor anlamaya çalışıyorum. Ve anlıyorum ki durmuştur. Ruh akmamaktadır bu koca medeniyetin içinde. İnsanda kan yerine herhangi bir sıvı dolaştırır gibi imkansız bir sıhhatsiz bir şeydir diyorum bu küçücük kasabada bile gerçek uzantıları olan yavrularını buralara kadar yaymış Avrupa medeniyeti. Evet insan büyük. Bir yanlış üzerinde toplum halinde bu dahiyane duruş, fakültelenmeler, makul ve sinsice tavizler, asırlarca süren hayvani çırpınmalara , sonucunda büyük büyük azaplar olan nefsi özgürlük ilanlarına , ve alt-hayvana yaltaklanmalara o artistce giydirişler, yüzyıllarca süren katlanmalar.
Bu nedir soruyorum ve bilmiyor.
Mermerdeki yazıyı okuyorum.
Başımda kalpaklarımla geçerdim o eski çağ aslanlarını
Buğday başakları olgun meyvalarıyla atlarımın ayakları
Doludizgindim gurbetlerde.
Hiç anamı özlemedim.
Kadın kız dolanmaz heybemde.
Dışarda köprünün üzerinde hızlı hızlı çocuklar mı geçiyor, kapının uzak aralığında yağmur ince ışıklı çizgilerle duruyorken geçiyorlar, birikmeden, ilgilenmeden kendi kentlerinde dönüp bakmasak bile. Hayret durup bakıyor yüzüme o finli. Dalgın ve ancak yüzümde düşünebiliyor gibi. ‘Tenimiz açılıyordu önce Türkistan’dan bu yana ve bakışlarımız mavileşiyordu.’ Elinden tutarak aydınlığa çıkmak yağmura rağmen bir çayevine akmak istedim. Yavaşça uydu.
Bir hangar dolusu güvercin
Viyana önlerine gidiyor gibi
Bir usta nakışlarını oyuyor
Gövdelerimizin içinden geçen mermere
‘dedenin dedesinin dedesi…
çıkık elmacık kemikleriyle çekik gözleriyle
ve müslümandılar.
Zulüm dolu Rus ve Çin yüklenmesi
etinle evinle döllerinle ölülerinle bize benzeyin değişin demekteydiler bize
Ya da ölün sarılmadan birbirinize
mezarsız ve tersyüz edilmiş ölümlerle
yatağınızda denizde boğulur gibi
tarlanızda mahzene basılıp boğdurulur gibi
uykunuzda toprak altında kalır gibi
ve bohçalarınızı açamadan.
Ne baş örtüleri işlemişti genç kızlar
Nerede o başlarını eğip yıldırım gibi koşan çocuklar.
Ürkütülen hayvanlar evin besini tanrı gibi emanetleri tarlalar
Ulu çınarların altında binlik ihtiyarlar.
Boyuna alıyor değiştiriyor ayırıyor öldürüyor ve öldürüyorlardı. Güçlü bir motora bağlı hafif oynak bir teker gibi başıboş korkunç bir hızla dönüyordu varlığımız. ‘Yine de çözülmediler’ der babam, ‘bir çözülselerdi mahvolmuştuk, imansız ne yapardık’ der babam hâlâ , Helsinki’de o eski günlerden anlatırken ve dedem anlatırken sürgünlerin başlayışını :
O lokmayı ağzına koyarken geri dön
O adımını geri al
O sevincini durdur
O çocuğundan geri dur
O kadından geri kal
Geç kaldın öl.
Şimdi sen başla. Gibi bir hayattan arta kalanların başlattığı göçle bütün Kafkasya ve göç ederken doğan göç ederken ölenlerle, Urallar Almanya hatta İtalya ve nihayet Finlandiya. Küçük bir krallığın hayatı kadar sürdü göç.
Binbir ocak yaktık yollarda
Binbir yatak serdik ovalara binbir çadır kurduk
Binbir çocuk binbir hayvan binbir açlık binbir ev hatırası
Ah evimizin sokak başında görünüşü
Daha kapıdan girerken ısınan sırtımız
Binbir üzüntümüzü ananın o kolaylaştıran tutuşu
Yolda doğan çocukların bile gördüğü aynı düş
Tam iki nesil sonra, yolu başlatanlar uzun ak sakallarından tutarak ilk defa göçebeliğe son verdiler ve yerleştiler: tenimiz açılıyordu. Yerleşmişler boyuna yeni gelenlere yardımcı olmuşlar yeni bir Türkistan’da gibi ve yeni gelenlerin acılarını azaltmaya çalışarak ve hep müslüman kalarak. Ve karışarak finli kadınlarla. Ve kızlarına müslüman damatlar seçerek. Fakat tenimiz açılıyordu elmacık kemiklerimiz eriyordu bakışlarımız mavileşiyordu. Biraz yerleşince camii inşa edilmiş. Dedem imamıdır şimdi. Sonra babam imam olacak dedem ölünce. Böyle gelenekleşmiş.
Sarışın, ipek saçlı, koyu mavi gözlü ve birazdan Cawl’den ayrılmak için eşyalarını toplamaya giderken çabucak geçen birkaç satırın sonunda. Duyar gibi olurum ılık ve gülümseme dolu sesini müslümanca selam verip selam alışını.
Yaşamak, Akabe Yayınları, 1980, s. 21-24
(Metnin imlâsına uyuldu.)
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO