- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 90 Year: 2016
- Osmanlı Maarifinde Musiki
Osmanlı Maarifinde Musiki
Erhan Özden
Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi ve Sanat Araştırmaları Merkezi’nin ortaklaşa düzenlediği Türk Müziği Konuşmaları üst başlıklı toplantı dizisinin yedinci oturumunda İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk Din Musikisi Anabilim Dalı’ndan Yrd. Doç. Dr. Erhan Özden 2013 yılında tamamladığı “Osmanlı Maarifinde Musiki” başlıklı tez çalışması kapsamında bir sunum gerçekleştirdi.
Konuşmasına ses, seda ve ahengin musikideki en önemli unsurlar olduğunu söyleyerek başlayan Özden, Osmanlı son döneminde Türk müziğine hizmet etmiş Şerif Muhittin Targan’a ait ferahfeza makamı saz semaisini ney ile icra etti. Makamların insanlar üzerinde bıraktığı etkilerin kişilerin fıtratına, ruhsal ve fiziksel durumuna göre değişkenlik gösterdiğine değinen Özden, ezanların günün saatine göre farklı makamda okunduğu hatırlattı. Mesela ferahfeza makamının günün belirli saatlerinde insanda latif bir duygu uyandırdığını, kendisinin de icra ettiği eseri seçerken bunu göz önünde bulundurduğunu belirtti.
Özden, Osmanlı Maarifi’nde musikiyi konuşmadan önce Türklerin musiki geleneğinden bahsetti. 11. yüzyılda resmi olarak Anadolu’ya ayak basan Türklerin Mezopotamya’dayken bugün hâlâ Çin, Japon ve Kore geleneksel musikisinde kullanılan pentatonik ses sistemini kullandıkları bilgisini verdi. İran, Arap ve Bizans kültürleriyle komşu olarak yaşamaya başlayan Türkler, kültürel etkileşimlerle geldikleri coğrafyanın onlara sunduğu çeşitlilikten etkilenerek farklı bir motifsel musiki arayışına girmişlerdir. Meşrebin, dini algıların ve özellikle coğrafyanın musıki sistemi üzerindeki etkisinin çok önemli olduğunu vurgulayan Özden, Türklerin Anadolu’ya geldikten sonra makamsal musikiye geçişlerindeki temel dinamiklerin kaynağını İslamlaşmadan aldığını ifade etti. Türkler, Müslüman olduktan sonra diğer sanat dallarında olduğu gibi musikide de büyük değişimler yaşamışlardır. 13. ve 14. yüzyıllarda Osmanlı’nın güçlenmesiyle beraber de nev’i şahsına münhasır bir musiki ortaya çıkmış ve musiki geliştikçe eğitim de profesyonelleşmiştir.
Bu dönemde nota ve müzik kitaplarının kullanılmayışı musiki eğitiminin araştırılması hususunda büyük bir kaynak problemi oluştursa da, Enderun Mektebi’nin Osmanlı musiki eğitiminin sacayaklarından biri olduğu bilinen bir gerçektir. Enderun’da eğitim, “Seferli Koğuşu” adı verilen odalarda, dışarıdan gelen hocalar yahut sarayın hocaları tarafından verilir. Hocanın karşısında dizlerinin üzerine oturan öğrenciler dizlerini döverek meşk ederler. Osmanlı’da birçok kurumda musiki eğitimi Enderun’daki gibi meşk metoduyla gerçekleştirilir. 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı devlet görevlisi olan Leh asıllı Ali Ufki’nin hatıratından verdiği bir anekdotla Osmanlı’da nota kullanımı bulunmadığını anlatan Özden, bu dönemde musiki eserlerinin nağmesiyle, sedasıyla, nüanslarıyla ezberde tutulduğunu ve dolayısıyla musiki eğitiminin de tamamen ezbere dayandığını belirtti. Özden’e göre nota pek çok açıdan kolaylık sağlasa da binlerce eserin ezberde olması kişinin taksimlerini mükemmelleştirmesine vesile olur. Enderun’daki bu profesyonel müzik, burada yetişen musikişinasların tekkelerde hoca olmasıyla halka yaklaşır. Tekkeler insanların toplanıp sadece zikir yaptıkları bir yer olmaktan ziyade, sanatsal faaliyetlerin yürütüldüğü, musikiyle birlikte tezhip ve ebru gibi birçok sanatın eğitiminin de verildiği yerlerdir.
Musiki eğitiminin sürdürüldüğü bir diğer kurum da mevlevihanelerdir. Osmanlı’nın konservatuarı sayılabilecek Mevlevihanelerde Osmanlı musikisine çok büyük hizmetler vermiş İsmail Dede Efendi ve Zekai Dede gibi önemli musikişinaslar yetiştirilmiştir. Mevlevihane’de eğitim liyakate dayalıdır. Kim iyi icra yapıyorsa onun hoca olduğu mükemmeliyetçi bir eğitim sistemidir. Bir mevlevi dervişinin enstrüman temelinde bir tek sesi hakkıyla çıkarabilmesi için altı ay ila bir yıl kadar ses üzerine çalışması gerekir ki mevlevi musiki eğitiminde iyi bir sesin iyi bir müziği doğurduğu kabulü esastır.
Osmanlı’da en katı ve ciddi musıki eğitiminin ise mehteranlara verildiğini belirten Özden, kökeni İslamiyet öncesi Türk devletlerine dayanan mehterde enstrüman ve ses sistemi bağlamında dönemden döneme büyük değişimler yaşanmış olsa da değişmeyen ve şimdiki askeri bando eğitiminde de yansımasını görebileceğimiz tek şeyin talimlerindeki muazzam disiplin olduğunu sözlerine ekledi. Osmanlı’da verilen eğitimde öğrencilerin musikiyle erken yaşlarda tanıştırıldığını ifade eden Özden, en erken tanışmanın çocuklar sıbyan mekteplerine başladığı esnada düzenlenen âmin alaylarında söylenen ilahilerle gerçekleştirildiğini aktardı. Daha sonraki eğitim basamaklarında rüşti ve idadi mekteplerde haftada bir saatlik çok geniş olmayan musiki eğitimi varken sultanilerde piyano, keman ve lavta gibi sazların eğitimleri verilmiştir. Ayrıca, Osmanlı Maarif Nezareti kurulduktan sonra açılan ve bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak bildiğimiz Sanayi-i Nefise mektebinin İnas bölümünde kadınlar için musiki eğitimleri tertip edilmiştir.
Konservatuar kavramının tarihçesine ve Osmanlı’nın ilk resmi konservatuarı olan Darülelhan’ın (Nağmelerin Kapısı) kuruluşundaki dinamiklere de kısaca değinen Özden, konuşmasının devamında Cumhuriyet’le birlikte musiki eğitiminin geçirdiği değişimlere dikkat çekti. Özden’e göre, Cumhuriyet’ten sonra uygulanan musiki eğitim politikası tamamen Batı müziğine yönelmiştir. O dönemde Türk musikisi, “Temsil gücü zayıf, muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmaktan hayli uzak, ilkel bir musiki” olarak lanse edilmiş ve yıllarca yasaklanmıştır. Günümüzde ise Milli Eğitim müfredatında Türk müziğine ayrılan yerin Batı müziğiyle eşitlenmesine yönelik çalışmaların umut verici olduğunu belirten Özden, para ve ranttan ziyade “iyi” müziği konuşmaya başladığımızda müzik adına profesyonel manâda çok daha güzel işler yapılabileceğini ifade ederek konuşmasını tamamladı.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO