Çırak
Emre Konuk
Değerlendirme: Ayşe Yılmaz
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi ve Türk Sineması Araştırmaları’nın (TSA) düzenlediği Hayâl-i zî-ruhtan Sinemaya program dizisinin on üçüncü oturumunda ilk filmi Çırak ile Emre Konuk ağırlandı. Filmin izlenmesiyle başlayan program; yönetmenin sinemaya adım atma serüveni, filmin çekim aşamaları, öncesinde nasıl bir yol izlediği, karakterlerin ortaya çıkış sürecinin konuşulduğu söyleşi ile devam etti.
Konuk’un sinemaya ilk profesyonel adımı, Tayfur Aydın’ın 2011 tarihli filmi İz’deki (Reç) görüntü yönetmenliğiyle gerçekleşir. Sonrasında başka filmlerde de görüntü yönetmenliği yapacaktır. Hepsinin bütçesi, yönetmen stili gibi birçok unsuru birbirinden farklıdır ve tüm bunları tecrübe etmenin avantajını kendi filmine yansıtır.
Filmde, sokak dâhil hiçbir mekân gerçek değil, bir dekordan ibarettir. Bu durum, izleyiciye dekor hissi geçmediği sürece yönetmenin hayal ettiği dünyayı yakalamasına zemin hazırlar. Konuk, görsel dilin kurulması, onun hikâyeye hizmet etmesi, ayrıca rejisi ve görüntüsü açısından başarılı bir eser ortaya konması için filmin her biriminin iyi olmasından yanadır. Bu sebeple oyuncularla yirmi güne yakın okuma provası yapar. Yönetmen, neredeyse bütün filmlerine, motor demeye 7-8 saat kala; dekor, oyuncular vs. her şey hazırken “Sen bunu niye çekiyorsun? Bu film çok da iyi bir film olmayabilir.” gibi iç hesaplaşmalarla başlar. Bu tarz vesveseler yönetmeni sette diri tutar. Çırak’ta da böyle bir süreç yaşar ama sete çıktığında o sorular artık yoktur. Aynı ikinci filmiyle ilgili kafasında beliren soru işaretleri gibi: “Hayat sana bir kanca atar. Bak, burada güzel bir hikâye var der ve sen buna inanırsın. Sonra onu içinde büyütürsün. Karmaşık bir sürü notlar vardır ortada. Sonra hepsi birleşir, bir film hâline gelir ve insanları bu filme inandırırsın. Bütün ekipleri, yapımcıları… Bazen yapmaman gereken bir filme de inanabilirsin. O yüzden çekmeden önce bir filme inanmak tehlikeli. Yönetmenliğin çok tehlikeli bir meslek olduğunu söyleyebilirim.”
Çırak’taki Âlim karakterinin yaşantısı, aynı Çehov hikâyelerindeki gibi, baştan anlatılmaz. Bu tarz bir anlatım daha çok düşünmeye ve tartmaya sevk eder insanları. Atmosfer yaratmada seçtiği yöntem ise Kafkaesk yapıdır. Edebiyat, yönetmenin her zaman etkilendiği ve yaptığı sinemayı etkilemesini istediği bir alandır çünkü. Âlim karakterinin ortaya çıkış sürecinde ise birkaç etken vardır. Konuk’un kendi doğum gününe denk gelen amcasının trafik kazası sonucu trajik ölümü arasındaki hayatı boyunca yaşadığı gelgitler, annesinde çocuğunun karnında ölmesine bağlı gelişen panik ataklar, çevresinde bu rahatsızlığa yakalanan tanıdıklar ve bunların ölüm korkusu meselesinde birleşmesi… Bütün bunlardan hareketle, karşısına çıkan bir karikatürden de yola çıkarak “hayatını dikemeyen bir terzi çırağının hikâyesi”ni anlatmaya karar verir. Bu sadece mesleki anlamda değil, hayatta da bir çırak olma hâlini çağrıştır.
Âlim’i oynayan Hakan Atalay gerçekte de panik ataktır. Aslında Âlim rolünü Nadir Sarıbacak oynayacaktır ama tanıtım filminin çekileceği gün müsait değildir ve onun yerine Hakan Atalay’dan yardım istenir. Yönetmen çekimler sonunda aradığı oyuncunun o olduğu kanısına varır. Her karakter için ayrı ayrı biyografi yazarak bu sayede karakterlerin canlandığını ve ayağa kalktığını savunan yönetmenin en keyif alarak yarattığı karakter Makbule Hanım’dır. Makbule, Âlim’in değişip dönüşmesine katkı sağlayan teknik bir yapı unsuru. Filme girmesiyle ölmesi birdir ve filmin umutlu bitmesine alan açar. Çünkü onun sayesinde Âlim bir yol ayrımına gelir.
Filmde bir insanın olgunlaşma sürecine tanıklık edilir. Yönetmen, bu sürecin tekniğini şu ifadelerle dile getirir: “Filmin matematiğini kurarken dört aşamalı bir katman belirliyorum. Birinci aşama, istenen başarı: panik atağı yenme. İkincisi, istenmeyen başarısızlık: LPG meselesinin patlaması ve evini taşıması. Üçüncüsü, istenen başarısızlık: tasavvuftaki şer gördüğünde hayır vardır meselesi gibi, Âlim’in kafasını vurmasının büyük bir eksikliği bulmasına yol açması. Sonuncusu, istenmeyen başarı: karakterin hayatında bir şeyleri değiştirmeye başlaması ama o yolda çok şey kaybettiği için artık onu istememesi. Birçok başarılı filmde görürsünüz bunu. Bu dört aşama bir karakterin de dönüşümünü ortaya koyar.”
Konuk’a göre bir sinemacı hayatla ilgili dertlerini yaptığı filmin içine serpiştirmeli. Zira Çırak’taki birçok vurgu kendi görüşlerine atıf yapar niteliktedir. Örneğin tüm esnaf teşkilâtını bünyesinde barındıran AVM ile ilgili sıkıntılarını dile getirmek ister ve “Elveda terziler, hoş geldin H&M” gibi bir anlatıyı filmin alt metnine yerleştirir. Bunun yanı sıra filmi bitirdikten sonra dâhil ettiği ampul meselesini de bir mecaz, bir sembol şeklinde kullanır. Aynı şekilde ayna meselesi de filmde büyük yer tutar. Ayna, Âlim’in gerçek olduğu tek yerdir. Saçma hareketler yaptığı, kendisiyle konuştuğu, alay ettiği bir mekân ve insanın en büyük sırdaşı. Her şeyden önce aynaya karşı rol yapmaz. Buna benzer diğer bir unsur, filmin birçok sahnesinde duyulan ezandır.
Çırak’ın ilk gösterim günündeki hislerini, “Kendini çok özel hissediyorsun ama yine insanın zihninde soru işaretleri beliriyor. Acaba sesi iyi mi? Bir kere daha mı izleseydik? Sonra filmi değil de, insanları izlemeye başlıyorum. Filmde belirlediğim on yerde beklediğim tepkiler de geliyor. İlk gösterim sende “olmuş” izlenimi uyandırıyor. Ödül açıklanınca sadece halk değil, bir sinemacı topluluğunu da etkilemenin verdiği hazzı yaşıyorsun. Bunun riskli bir tarafı da var. Sürekli ödül almaya başladık. Ödül trafiği yaşadık ve bu sıradanlaştı. Ödüller motive edici bir güç ve bunun sonraki filmler için bir karşılığı olduğu hissini güçlendiren bir tarafı var. Evin köşesinde duran bir sürü ödüle bakıp “yaptım” diyebiliyorsun ve bu seni devam etmeliyim, düşüncesine sevk ediyor. Tabii, sonrasında daha iyi olanı ararken kaybolmak da söz konusu. O yüzden bu filmle birlikte üçlemenin gelecek iki filminin de planları hazırdı. Kendine bir yol çizdinse aşamalarını da planlaman lazım. Ayrıca bu filmde birçok filmden kareler alıp kullandım. Bana göre öykünmek, çalmak demek değil.”
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO