- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 65 Year: 2007
- Fatma Aliye: Uzak Ülke
Fatma Aliye: Uzak Ülke
Fatma K. Barbarosoğlu
15 Aralık 2007
Değerlendirme: Rahime Demir
Sanat Araştırmaları Merkezi’nin Aralık ayındaki Kırkambar kitap söyleşisinde, konuğumuz Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun son romanı Fatma Aliye: Uzak Ülke’den yola çıkarak Osmanlı’nın ilk kadın romancısı Fatma Aliye Hanım hakkında konuştuk.
Fatma K. Barbarosoğlu, zihinsel hazırlığı yedi yıl süren eserini, biyografi yerine roman türünde kaleme almayı tercih etmiş. “Böylelikle kahramanım Fatma Aliye ve yer yer onunla örtüşen kendi hikâyem ışığında, dünün ve bugünün hadiselerine tarihin içinden ve dışından bakma denemesinde bulunmak istedim” diyen yazarın, bu amaçla üç ana bölüme ayırdığı romanın ilk iki bölümünde (Okumak)ve(Yazmak) geçmişte yer alan kahramanın hikâyesi anlatılıyor. Üçüncü bölümde (Kilitli Bakmak)ise yazar, Fatma Aliye Hanım’ın şahsında, bugünün Müslüman kadın kimliği eksenindeki meselelere değinmeyi hedeflemiş. Böylece değişen mekânı ve araya giren zamanı ortadan kaldırdığımızda sorunların ne kadar benzer yapılara sahip olduğunu göstermek istemiş.
Bu sebeple yazar Fatma Hanımile kahraman Fatma Hanım’ın ortaklıkları, yani “yazar- kadın” olmaları, felsefeyle ilgileri, kırılgan zamanlarda “kadın”a ait meseleler üzerine yazmaları, bir anlamda zaman ve mekân faktörü silinerek örtük bir paralellikte ilerliyor.
Konuşmanın başında gelen “Neden Fatma Aliye Hanım’ı seçtiniz ve bu eser neden roman türünde yazıldı?” sorusunu geniş bir çerçevede değerlendiren Fatma K. Barbarosoğlu, romanın ifade-i meramı babındaki Dip Hikâyebaşlıklı ilk kısmında da bu amacını, üstelik roman kalıplarının dışına çıkmayı göze alarak cevaplamaya çalışmış. Yazar, “Fatma Aliye Hanım’a ait tüm bildiklerimi kullanmadım, bunu roman kalıpları içine yaydım. Çünkü bunun bir biyografi olmasını istemedim” diyor.
Katılımcıların “Yazar olarak kahramanınızla benzeştiğinizi düşünüyor musunuz?” sorusuna, kimlik ve yaşadığı çağın sorunlarını irdeleme açısından benzerlikleri olsa da roman anlayışlarının farklı olduğunu vurguluyor Fatma K. Barbarosoğlu:
Beş roman yayımlamış olan Fatma Aliye Hanım, romanı, toplumsal meseleleri, özellikle de kadın konusunu işlemek için bir araç olarak görüyor. Barbarosoğlu’na göre ilk kadın romancımız sürekli aynı kumaştan aynı elbiseyi biçmeye çalıştığı için, yazarın diğer eserleri, en başarılı romanı Muhadarat’ı aşamıyor. Fakat Tanzimat romanındaki kadın unsuruna yeni bir bakış getirmesi açısından önemli bir yazar. Devraldığı roman geleneğinde kadın; naif, kırılgan, hastaydı. Fatma Aliye Hanım ile birlikte kadın, ete kemiğe bürünen bir mahiyet kazanıyor. Barbarosoğlu, roman tekniğinin ve sürekli aynı konularda yazmasının eleştiriye açık olmasına rağmen Fatma Aliye’nin getirdiği yeniliğe dikkat çekiyor. Bilindiği gibi Fatma Aliye Hanım sıklıkla Halide Edip ile kıyaslanır, Halide Edip daha başarılı görülür. Hâlbuki Halide Edip, sadece Fatma Aliye değil, Halit Ziya gibi usta yazarların katkılarıyla olgunlaşan bir türü devam ettirmiştir. Dolayısıyla el yordamı ile ilerleyen bu ilk nesil kadınlara göre daha şanslı bir konumda yazdığı tespitini dile getiren Fatma K. Barbarosoğlu, konuyla ilgili olarak, yazar kadınların bir sorununa değindi: “Kendini mi yazacaksın? Ya da neyi nasıl yazacaksın? ‘Kadın yazar’ olmakla -daha doğrusu ‘yazar kadın’ olmak diyorum ben buna,- ilgili bir kimlik sorunu var toplumda. Bu, dünün olduğu kadar bugünün de bir sorunu. Fatma Aliye bunu eserlerine yansıtmayı, döneminin entelektüel bir kadını olarak kendine mesele edinmiş. Ve ilk tercümelerinde, yaşadığı döneme göre son derece ileri bir adım olarak ‘Bir Kadın’ imzasını koyma cesareti göstermiş. Yani ‘yazar kadın’ olarak var olmayı tercih edebilmiş. Bu yaptığı, bırakın Osmanlı’yı, dönemin Avrupa’sı göz önünde bulundurulduğunda bile son derece cesur bir adım.”
Kahramanından yola çıkarak toplumun kadın erkek ilişkilerini de değerlendiren Fatma K. Barbarosoğlu, Ahmet Mithat Efendi’nin Fatma Aliye’yle bir edebiyatçı olarak yakından ilgilenmesinin, kendi döneminde alışılmadık bir davranış olduğunu belirtiyor ve soruyor: “Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olmasaydı, haklarında dedikodular üretilmesine rağmen o dönemde bir erkekle böyle mektuplaşabilir miydi?”
Romanda ele alınan ve toplantıda tartışılan konulardan biri de Fatma Aliye Hanım’ın yetiştiği ortamdı. Barbarosoğlu’na göre, bir yazar olarak Fatma Aliye Hanım’ın kimliği, babası Ahmet Cevdet Paşa’nın dolayımından “Babasının kızı” olarak kodlandı. Modern dönemdeyse, tanassur eden kayıp kızının peşinde arayış içinde bir anne olarak “Kızının annesi”ne dönüştü. Osmanlı’nın son döneminde modernleşme sürecinde geleneğe bağlı modernleşme anlayışının önemli simalarından Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olarak tanınan, inkişaf eden, aile ortamının getirdiği avantajı kendi yeteneği ile birleştirerek düşünce dünyasında kendine yer edinen Fatma Aliye Hanım; Cumhuriyet sonrasında da yine Cevdet Paşa’nın kızı olması sebebiyle unutulmaya mahkûm oldu ve yerini bulamamış birinin küskünlüğüne bürünerek susmayı, yazmamayı tercih etti.
Daha çok Fatma Aliye Hanım’ın (ve tabii romanın içinde yer alan yazarın) karakteri ve toplumsal rolü üzerinde ilerleyen sohbetin soruları da daha ziyade bu iki yazarın entelektüel dünyalarına yönelikti. Bu yüzden romanın teknik özellikleri ve yapısı üzerinde fazla konuşma imkânı bulamadık; romanın bir de bu yönüne eğilecek sorularımızı bir başka sefere tehir ederek sohbeti noktaladık.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO