- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 63 Year: 2007
- Kanalizasyondan Notlar ya da Trajedi Olamamak Trajedisi
Kanalizasyondan Notlar ya da Trajedi Olamamak Trajedisi
Değerlendirme: Selim Karlıtekin
‘Ada’ düşünmek için şarttır. Öteki olarak değil ama ‘ben’imizi ikame ettiğimiz zaman/mekân aralığıdır, tefekkürün tecelli mahallidir. Bu bağlamda coğrafî olmayan bir sahayı işaret ediyoruz. Akıl, muhayyile yoluyla ânın ötesine dair tasarımlarda bulunur ve bunlar zihin adasında inşa olunurlar. Meselemiz şeylerin düzeninin bilgisine tarihin belirli bir diliminde bir zihniyetin; modern dönem Avrupa merkezinin verdiği cevabı tetkiktir. Bunun tetkikatını bizim için meşgale kılan soru; şeylerin düzenlenişinden, bir yasalılık arz etmesinden neşet eden eyleme şeklinin (estetik) nasıl bir hüviyet’i (ethos) doğurduğudur. Soru derdi olana mahsus, bu okumaların derdi kendi hüviyetimizi apaçıklaştırmak, ‘ben’in bu tasarıma ne kadar müdahil olduğunu bilmek, hüviyetimiz dediğimiz sırrı bedahate kavuşturmak… Ancak bu şekilde ‘ben’ benimin faili olduğum iddiasında bulunulabilirim. Ne yaptığımızı, nasıl eylediğimizi bilebilmek için “ne”liğimizi ışığa çıkarmamız gerekiyordu, bu da ancak bize ne olduğumuzu söyleyenin kim olduğunu bilmekten geçiyor, çünkü tasarımlar ‘ben’in üzerinden yapılır ve biz de ötekinin beninin meşruiyeti için inşa ettiği uzaylardayız. Gayemiz toprağa basmak.
Modernite, Avrupa’da merkez ve muhit olarak tezahür ediyor. Merkezde İngiltere ve Fransa var. Tasarımın failleri olarak, modernite burada tabii olarak var. Muhitte ise Almanya ve Rusya, modernitenin eşiğinde ama hep eşikte ve bu tecrübe romantizmleri ve nihilizmi, Hölderlin’i ve Dostoyevski’yi doğuruyor. Merkezin bilinçsizce işledikleri, muhitin vicdanında deprem oluyor. Modern tarih muhitte vicdanın delirmesi, merkezde ‘ben’in erimesinin tarihi.
Muhitin ‘ada’ya dair tasarımı yoktur. O varolan adaların istemsiz faili olarak bunun hesaplaşmasını yapar, eylediğine yabancıdır. Çalışmamızda ele aldığımız metinler zaruri olarak merkezden. Okumaları beş başlık altında topladık ve ilk üç başlık tamama erdi.
1. Robinson ve Robinson: Daniel Defoe – Robinson Cruose [1719] : bu babta Robinson’un doğuşu masaya yatırılmıştır. Ahmet Davutoğlu Batı’da epistemolojinin ontolojiyi belirlediğini söylüyor. Descartes’la birlikte Avrupa, yasa (nomos) sorusuna; insanın yasa koyucu olacağını söyleyerek cevap veriyor. Robinson ilk moderndir. (Mode’u kendi ve kendinden söyler.) Ada o âna dek (zihin) ormanın kanununa tâbi idi. Robinson fenomen dünyasını zihnindeki tasarıma göre inşa etmeye başlar. Adada küçük bir İngiltere bina eder. Artık ada refaha kavuşmuştur. Şeyler (fenomen dünyası) Robinson’un zihnine göre düzenlenmiştir. Cuma da dekorasyonun insan suretinde tecessüm etmiş halidir. Mekânın ehlileştirilmesiyle atbaşı olarak da Cuma düzene kavuşur.
2. Robinson ve Cuma: Michel Tournier – Cuma ya da Pasifik Arafı [1967] : Tournier’in kitabının yazılış tarihi; Wallerstein’in 1789’la mutlak hale gelen Avrupa hegemonyasının sona erdiği dediği bir döneme tekabül eder. Post-modern’in eşiğindeki merkez, eriyerek yok olan bir persona’nın ardından zihnin melekelerinin birbirine girdiği bir hummayı bağırıyor. Robinson nihayetinde Robinson kalamıyor, geriye hiçlik kalıyor, anlamsız bir et yığını. Cuma, efendi oluyor, Robinson’un tasarımı kendi üstüne kapaklanıyor.
3. Robinson ve Medeniyet: Robert Michael Ballantyne – Mercan Adası [1857]: Robinson adaya düştüğünde yetişkindi. Ballantyne’in Viktoryen ahlâkla bezenmiş üstün nesli, çocuk yaşta adayı fethedip düzeni sağlayabiliyor. Düzen vermek modern varlığın doğasında içkin bir meleke oluyor.
William Golding – Sineklerin Tanrısı [1954]: Golding, Ballantyne’a cevap veriyor. Takribi yüz sene sonra yazılan bu eserde, savaş sırasında nakledildikleri uçak düşen bir grup çocuğun macerası anlatılıyor. İngiltere’nin bu üstün çocukları, medeniliklerini veren yapay ortamdan koparılınca, medeniyet kisvesinden sıyrılmaya başlıyor. Kitap, Avrupalı bireyin medeniyet veren olmak bakımından kısırlaştığını, verecek bir şeyi kalmadığını söylüyor.
Joseph Conrad – Karanlığın Yüreği [1889]: Sonsuz huzursuzluğun, Düşünülemez, Söylenemez olanın kitabı. Kitap, Golding’i haber veriyor. Albay Kurtz, Kant’la birlikte Avrupa’da ikinci zirve: biri Tanrılığın ve âlemin yasasını diğeri Karanlığın Yüreği’nin (İncil’de şeytan) yasasını kelam ediyor. Kurtz, Kant’tan kelam ettiğini ‘ol’mak için kendini feda etmesiyle farklı; Mephisto ile hem vücut olmayı deniyor.
Trajedide, insan ötekiyle birlikte olabilmek için, doğanın ötesine geçebilmek için yasa koymak zorunda, velâkin bütünün bilgisine sahip olmaması bu yasayı gayrimeşru yapıyor (anomos); nihayetinde de küçük kıyamet gerçekleşiyor. Trajik kahraman, derdi olandır, yazılmamış olanla (tanrıların yasası), insanın yasası arasındaki çatışmanın mefulüdür ve cevap için delicesine hakikat peşine düşer [até], tereddütsüzdür, gerçek apaçık kalana dek gider. Sonunda kıyametini yaşayacak olsa da.
Modern insanın kendinden-şey olduğuna (hybris = tekebbür) olan imanı, hakikat kendini ona açacak olduğunda tereddüde, bu tanrılaşmayı sürdürmesi için adadan çıkmamaya, ‘mağara’da kalmaya zorlar. Yüzleşme dionizyakla bilincin dışına atılır, kendine kilitlenen birey kendine cehennem olur. Büzülerek, küçülerek, yeraltına kaçarak hiçliğini tekâmül ediyor. Ada batıyor.
“Medeniyetini yitirmiş aydınlar yâd uygarlıkların taklit cehenneminde kavrulup dururken, bir diriliş esintisiyle aralarından sıyrılacak olanlar, bu satırlarda, belli belirsiz, yeni bir mayalanmanın ilk çizgilerini sezer gibi olurlarsa, görevin yapılmış olması mutluluğundan bir serinlik ilk sabah çiğlerini düşürmüş olacaktır gecede alev alev yanan ruhumuza kuşkusuz. ” (Sezai Karakoç, Yitik Cennet,7. baskı s.102.)
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO