- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 84 Year: 2014
- Arap Edebiyatından Türk Edebiyatına Uzrî Aşk
Arap Edebiyatından Türk Edebiyatına Uzrî Aşk
Berat Açıl
26 Nisan 2014
Değerlendirme: Elif Sezer
Berat Açıl, konuşmasının başlangıcında bu başlığın yetersiz olduğunu, bahsedeceği aşk anlayışının aslında Arap Yarımadası’ndan başlayıp Endülüs kanalıyla Batı’ya ve oradan da İtalya ve Avrupa’ya yayılan geniş bir kültürel coğrafyaya ulaştığını belirtti. Açıl, öncelikle birçok kişi tarafından merak konusu olan uzrî aşk kavramının en basit hâliyle, Beni Uzra kabilesinde neşet etmiş ve sirayetini kadın erkek hemen hemen herkesin dâhil olduğu güçlü bir şiir geleneğinde göstermiş bir aşk anlayışı olarak tanımladı. Bu anlayış, yedinci yüzyılda, Hicaz bölgesinde, çoğunluğunu Bedevîlerin oluşturduğu bir kabilede çıkmış olmasına rağmen; Abbasi, Endülüs, Avrupa ve Osmanlı olmak üzere birçok kültürde, şehirli ve saraylı aşk anlayışlarını da etkilemişti.
Peki, uzrî aşk anlayışının temel özellikleri nelerdi? Bir çoğunu Osmanlı klasik edebiyatı ürünleriyle bağlantılı olarak düşünebileceğimiz bu özellikler, araştırmacılar tarafından “Kim ki iffetle sever ve ölürse şehit olur” minvalindeki bir hadise dayandırarak İslamiyet’in getirisi olarak yorumlanmıştır. Dolayısıyla, bu aşk anlayışında vuslat bir amaç değil araç konumundadır. Aşkı terennüm etmek aşk ilişkisinden daha evlâ görülür. Hâl böyle olunca, birden fazla kadına veya erkeğe âşık olunabilir ve şiir yazılabilir çünkü uzrî aşkta maşuk ideal ve ulaşılamaz kabul edilir. Maşukun tek kişi olduğu durumlarda ise aşkları ezelden beri var olduğu için, kader tek bir bakışta bile aşığa maşuku hatırlatabilir. Kavuşamadan ölen âşıkların mezarları ise başka âşıklar için ziyaretgah hâline gelir.
Açıl’ın “adeta bir oyun” olarak tanımladığı bu aşk ilişkisi Endülüs’ün çok-kültürlü ve çok-dinli kültürel yapısında da yankısını bulur. Dönemin, muhtemelen mutrıb-ı devvâr kelimesinden türetilmiş olan trubadurları, bu aşk anlayışının taşradan Avrupa’ya yayılmasına öncülük eden aktörleri olurlar. Böylece Avrupa’da oluşan “courtly love” ve İtalya’da oluşan, Dante’nin de temsilcilerinden biri olduğu, “art nova” akımları uzrî aşk anlayışından ziyadesiyle etkilenir. Genelde derebeyinin karısı olarak konumlandırılan maşuk imgesi, kadının erkekten üstün olması ve ulaşılamaz olması bakımından aşkta vuslat amacı gütmeyen uzrî aşkın hayatiyetini Avrupa’da da sürdürür.
Uzrî aşk anlayışının etkilerini Osmanlı edebiyat geleneği içinde üretilmiş birçok eserde bulabiliriz. En güzel örneklerinden birisini Fuzûlî Leyla vü Mecnun mesnevisini yazarak verir. Leyla da Mecnun da aşklarını vuslatın gerçekleşmemesi bakımından iffetli şekilde yaşar ve aşklarından ölürler. İlk bakışta âşık olan sevgililerin aşkı Leyla’nın evliliğine rağmen sürer, hatta bu aşk Leyla’nın evliliğine sebebiyet verir. Hikâyenin sonunda aşkları için ölürler ve kabirleri başka âşıkların ziyaretgâhı hâline dönüşür.
Berat Açıl, konuşmasının sonunda uzrî aşk temasını, “Farklı bir edebiyat tarihi yazmak mümkün mü?” sorusuna ufak bir katkı sağlamak amacıyla seçtiğini belirtti. Geniş bir kültürel coğrafyaya yayılmış ve farklı edebiyatlardaki aşk anlayışını etkilemiş uzrî aşk anlayışı, karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarında temayı odağa almak ve sadece yerel ile Batılıyı değil, farklı yerelleri karşılaştırmak için uygun bir zemin sağladığı gibi; İslâmî edebiyat kavramının da tekrar sorgulanmasını mümkün kılan tartışmalardan birine vesile olabilirdi. Nitekim, soru-cevap kısmında, uzrî aşkın tasavvufî aşk çerçevesinde nerede durduğu, Osmanlı şiirinde özellikle Sebk-i Hindi’den sonra dönüşen aşk anlayışını ne kadar etkileyebildiği, Don Kişot gibi Batı romanının ilk örneklerindeki parodilerde uzrî aşktan ne derece faydalanıldığı gibi verimli tartışmalar yapıldı. Berat Açıl sözlerini, “özrüm varsa uzrîyim” sözleriyle noktaladı.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO