MOLA
Elektrik Işığında
İçtimaiyat mütehassısı değilim, hislerimden bahsediyorum: Elektrik ışığında fesli, sarıklı ve çarşaflı bir halkın neşesi kadar acı bir çürüme rayihası neşreden güzelliksiz, şerefsiz, perişan ve hazin bir âlem daha bilmiyorum. Güneş ziyasının gösteremediği bu harabîyi bu sunî ziya göstermeye ne kadar kifayet ediyor. Meğer elektrik ziyası tefessühlerin güneşi imiş. Elektrik ziyasında aydınlanan çehreler değil, ruhlardır. Bu ziya altında behîmî tebessümüyle akan zamana bakan gencin, yakalıklı softanın, iffetsiz çehresini bir zafer bayrağı gibi taşıyan altın dişli aşiftenin, asra hem-âhenk olmaya çalışan zavallı vücutları içindeki masum, uzak, hava ve zamana yabancı ruhları, keskin bir ziya huzmesine tutulup ürken yarasalar gibi, mutarassıdın gözlerine şaşkın ve beyaz gözlerle bakarlar. Ah ruhun bu perişan bakışı! Ne kadar belli ki bu ruhlar, bu ziyaya henüz alışmamış, ne kadar belli ki bu ziya henüz on dördüncü asr-ı hicrînin ziyası değil!
Ziyalar, nevi nevi devirlerin, medeniyetlerin, saadet ve felâketlerin ayrı ayrı alâmetleri hâlinde, tarih-i beşeri muhtelif derecelerde aydınlanmış, muhtelif sahalara taksim ederler. Bir garabet arz etmiş olmak endişesini duymaksızın diyebilirim ki; sanat ve medeniyet tarihi ancak sunî ziya aydınlığı altında mütekellim ve manidardır.
Meşale aydınlığı, vahşetten sonra ilk medeniyet merhalesidir. Bu ziya, evin dahilî mimarîsi, şehrin manzarası, eşya, nakış, tezyinat, ahlâk, zevk ve sanat itibariyle muayyen evsafı hâiz tamamen hususî bir âlemin ruhu ve nâzımıdır. Meşale kır ve avcılık medeniyetinin timsalidir. Bu medeniyette odalar basık tavanlı, kirişli ve isli, oldukça güzeldir. Tezyinat, insanla hayvan mücadelesinin safhalarına ve zaferlerine taalluku nispetinde odanın duvarı üstünde yeri var. Kır medeniyetinin ziyası zayıf ve devamsız olduğu için gecesi yoktur. İnsan o medeniyette bakır renkli, azgın kıllı, haşin, çâlâk ve müteyakkızdır. Ot, yaprak ve toprak kokar, gözleri manzaraların aşkı ve tabiatın anlayışı zekâsıyla bakar!
Yağ veya gaz lambası, meşaleyi takip eden ve elektrikten evvel gelen bütün ailevî medeniyetlerin merkezinde, rahat, hararet, sükûn ve samimiyetin timsali hâlinde yanar. Gerek meşale devrinde, gerekse gaz lambası devrinde mimarî, münhasıran gündüz görünmek üzere tekevvün etmiştir. Güneş ziyasının şaşaa ve alâyişi içinde havalara taştan kasideler gibi yükselen âbideler, binalar, gaz lambasının gecelerinde, şekilsiz birer karanlık yığınıdır. Bu gündüz mimarîsi gaz lambası devrinin zevaliyle nihayet bulur.
Gaz lambası medeniyetinin insanları, ruhlarının süflî alâkalardan tecerrüdü itibariyle alelâde insandan ziyade ananevî “şair” enmuzecine daha yakındır. Şark medeniyeti henüz bu medeniyettir. Şarklılar henüz elektrik ziyasını keşfetmediler ve ona göre bir ruh edinmediler. Bu onların bütün şerefi, bütün kuvveti, bütün güzelliği ve bütün asaletidir.
Elektrik ziyası medeniyetinde, güneş mimarîsi ölür ve gündüz gözüyle bakıldığı zaman, düz, hendesî ve manasız görülen mebani ancak gece olunca, ziyadan nakışlarıyla, asrın yeni anâsından vücut bulmuş mimarîsi olmak haysiyetini iktisap ederler. Yeni mimarî leylîdir. Gaz lambası medeniyetinde gece gündüzden güzeldir; kamer gayr-ı mahsüs, yıldızlar gayr-ı mer’îdir. Tabiatın sesi bu medeniyette, uzakta kalmış bir denizin dağlar ve ormanların maverasından gelen hışırtıları gibi zayıf ve ölgündür.
Elektrik ziyası mimarîyi değiştirdiği gibi insanı da yeni bir üslûba göre manen ve maddeten değiştirmiştir. Tayyare, elektrik adamının kanadı, otomobil onun ayağı, telsiz, telgraf ve telefon onun sesi, yirmi dörtlük top onun kini ve hiddetidir. Bu adamın kalbi bir arı kovanı gibi vızıltılı binlerce hırsın yuvasıdır. Semaya bakmayı unutmuş olan gözleri halâvetsiz, tabiatın seslerini duyamayan kalbi sert, elleri yıktığı saadetlerin verdiği kudretle ra’şesizdir. Zamanı ve mesafeyi tayyetmek suretiyle iğrenç hayatını fil ömrü imtidadına götüren bu adam, geceyi de gündüze katmak, uzun ve muzır ömrünü bir defa daha uzun yapmak için elektrik ziyasıyla gecelerini bir ölüm gecesinin aydınlığıyla aydınlatmıştır.
Onun için gaz lambasının saf, ürkek ve güzel insanları devler âlemini tenvir için yakılan bu şeytanî ziyada beceriksiz, iğrenç ve gülünçtür. Fes, sarık ve çarşaf için bu ziya artık lazımsa, o ziyayı yakmış olanların da ruhunu benimsemeli. Bu ziyada çarşafın iffeti ve fesin rehaveti bir maskaralık gibi görünüyor.”
Ahmet Haşim, Bütün Eserleri III. Gurabahâne-i laklakan Diğer Yazıları,İ. Enginün - Z. Kerman (haz.), İstanbul: Dergâh Yayınları, 1999, s. 149-151. (İlk kez şurada yayınlandı: Akşam,nr. 1354, 29 Haziran 1922)
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO