- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 89 Year: 2015
- Bulgar Metinlerinde Osmanlı
Bulgar Metinlerinde Osmanlı
Hüseyin Mevsim
18 Nisan 2015
Değerlendirme: Serhat Aslaner
Gayrımüslim Tebaanın Kaleminden Osmanlı Tarihleri başlıklı seri konuşmalar çerçevesinde Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin konuklarından birisi de Hüseyin Mevsim oldu. Osmanlı tarihinin Bulgar aktörleri üzerine hazırladığı telif ve tercüme eserleri ile yakından tanıdığımız Mevsim, konuşmasına ‘Bulgarlar kimdir? Bulgar kimliği hangi tarihi süreçlerden geçerek oluşmuştur?’ gibi sorulara cevap mahiyetinde de alabileceğimiz bir tarih anlatısı ile başladı. Buna göre 681’de Bizans’a baş kaldırılarak kuruluyor Bulgaristan devleti. Kurucu unsurlar ise her biri farklı dil ve inanca sahip üç farklı grup: Traklar, Slavlar ve Proto-Bulgarlar. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak da çok başlı bir yapı ile karşı karşıyayız. Zira idari anlamda başta proto-Bulgarlar varken kültürel hâkimiyet Slavlarda, konuşulan dil Slavca. Keza dini açıdan da her üç unsurun arasında ciddi farklılıklar var. İşte bütün bu farklılıklar barındırdığı potansiyel tehditler nedeniyle ve bu çok başlı yapıya bir son vermek amacı ile 863 senesinde Bulgarlar Hristiyanlığa geçmeye ve bir yandan Roma bir yandan Bizans ile yaptıkları pazarlıklar sonucunda Bizans’a/patrikliğe bağlanmaya karar veriyorlar. Ardından kutsal kitapların çevrilebileceği bir yazı türüne ihtiyaç doğuyor. Kiril ve Metodi kardeşler Bursa Uludağ’da Polihron Manastırı’nda yaptıkları mesainin ardından Kiril alfabesini icat ediyorlar. Bu alfabeyle 9. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özgün eserler verilmeye başlanıyor. Bu arada 14. yüzyıl sonlarına doğru Bulgar topraklarının Osmanlı hakimiyeti altına girmesi ile birlikte, Bulgar tarihinde Osmanlı/İslam kültürü ile yoğun etkileşime girildiği yeni bir dönem başlıyor. Bu kısa tarihçenin ardından Mevsim, Osmanlı tarihi açısından ifade ettiği anlamlara da değinmek suretiyle dörtlü bir dönemlendirmeye tabi tutarak Bulgarca kaynakların tanıtımına geçti.
İlk periyot 860’lardan başlayarak 1762 yılına kadar sürdüğü kabul edilen ve Eski Bulgar edebiyatı olarak adlandırılan dönem. Eski Bulgar edebiyatı literatürü tamamıyla kiliseye, dine hizmet etmek, dini pratikleri cazip kılmak gayesine matuf olarak ortaya çıkmış ‘teokratik’ bir edebiyat. Bu literatürün temel edebi türü, azizlerin hayatlarını anlatan menkıbevi türden eserlerdir ki hemen hepsinin yapısı aynıdır: Esere konu teşkil eden azizin örnek alınmasının gerekliliği, azizin çocukluğu, olgunluk yılları ve ölümü anlatılır. Söz konusu literatürün neredeyse tamamına eriştiğini ve bir kısmının yayına hazırlanmakta olduğunu belirten Mevsim, bu eserlerin, bir tür biyografi olmaları hasebiyle, satır aralarında Osmanlı’ya dair ilginç bilgilerin yer alabildiğini belirterek bilhassa kendisinin Türkçe’ye kazandırdığı Konstantin Konsteneçki’nin Stefan Lazareviç’in Yaşam Öyküsü adlı eserinin buna çok mühim bir misal teşkil ettiğinin altını çizdi.
1762’den sonra başlayan yeni dönem ise ‘Bulgar rönesansı’ diye adlandırılıyor. Bu tarihi, bir başlangıç noktası kılan hadise ise Bulgar papaz Hilendarski’nin yazdığı Bulgar Tarihi kitabı. İçerdiği bilgiler tarihî açıdan problemli görünmekle beraber, bu kitabın kendini konumlandırdığı noktada bu durum çok önemli değildir. Zira Hilendarski bu metni ile Bulgarların utanılacak bir tarihe sahip olmadıklarını, aksine İncil’e ve bir peygambere dayanan bir tarihi mirasa sahip olduklarını ifade ediyor; böylelikle Bulgarlara milli bilinç ve bir tarih şuuru kazandırmayı gaye ediniyor. Yine 1700’lerin sonlarına doğru bu minval üzere yazılmış birkaç Bulgar tarihi metni ile daha karşılaşıyoruz. Bu metinlerde Osmanlı, Bulgar rönesansını geciktiren bir unsur olarak zikredilmekle beraber, ciddi anlamda bir eleştiriye uğramamakta, bazı metinlerde kendisinden objektif biçimde bahsedilmektedir. Osmanlı’yı tenkit ve takbih eden yayınlar ise 19. yüzyılda başlıyor.
18. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Balıklı Alfabe olarak bilinen alfabenin basılması, eğitim alanında bir seferberliğin başlaması ve okullaşmanın yaygınlaşması ile birlikte yeni bir evre de başlıyor. Bu evre, kitapların yanısıra, 1840’tan itibaren süreli yayınların da devreye girdiği bir dönemdir. İlk Bulgarca dergi 1842’de İzmir’de, ilk gazete ise 1846’da önce Leipzig’de, ardından taşındığı İstanbul Balkapan Han’da çıkıyor. 1840’lardan 1870’lerin sonuna kadar yaklaşık 100 civarında Bulgarca gazete ve dergi çıkıyor. Bulgar matbuatında öne çıkan merkezler ise İstanbul ve Romanya. Bu tarihlerden itibaren başlayan Bulgar milliyetçi hareketlerine bakış açısı ise her iki merkezde farklılık arzetmekte. İstanbul’daki Bulgar matbuatı devrim ve şiddeti desteklemeyen, kılıcı değil kitabı ve dolayısıyla kültürel kalkınmayı savunan bir tavır sergilerlerken Romanya Bükreş’teki Bulgar basını ise tam aksine silahlı devrimi destekler bir tavır içerisine giriyor. Kırım Harbi’nin Osmanlı-Bulgar ilişkileri ve Bulgar literatürü açısından bir dönüm noktasına tekabül ettiğinin altına çizen Hüseyin Mevsim, 1850’lerden itibaren Bulgarların siyasi bağımsızlık taleplerini dile getirmeye, bu amaç doğrultusunda isyan hareketlerine kalkıştıklarını belirterek Bükreş merkezli devrimci/ayrılıkçı cephenin bu mücadeleyi kazandığını vurguladı. Bölgede valilik yapan Mithat Paşa’nın ayrılıkçı Bulgarların hedefindeki önemli isimlerden birisi olduğuna da işaret eden Mevsim’e göre, idari ve inşai anlamda bölgede önemli reformlara imza atan Mithat Paşa, halk desteğini kazanmaya başladığı için, bu ayrılıkçı grubun da en önemli düşmanlarından birisi haline gelmişti.
Bulgar tarihi açısından en önemli şehirlerden birisinin ve keza 19. yüzyılda en fazla Bulgar’ın yaşadığı şehrin İstanbul olduğunu belirten Mevsim, 1860’lara kadar aralarında ciddi hiçbir problem yaşanmayan iki devlet arasındaki ilişkilerin beş asrı geçen ortak tarihlerinde birbirlerine dair önemli bilgilere ev sahipliği yaptıklarını; ancak Bulgaristan’da Türkoloji kürsüsü 1880’lerde kurumsallaşırken Osmanlı/Cumhuriyet tecrübesinin bu konuda çok geride olduğunu (Türkiye’de Bulgar Dili ve Edebiyatı kürsüsü 1991’de açılıyor, Sırpça için ise herhangi bir gelişme söz konusu bile değil) hatırlatarak sunumuna son verdi.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO