- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 90 Year: 2016
- İslam Medeniyetinde Musiki
İslam Medeniyetinde Musiki
Fazlı Arslan
Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi ve Sanat Araştırmaları Merkezi’nin ortaklaşa düzenlediği Türk Müziği Konuşmaları üst başlıklı toplantı dizisinin altıncı oturumunda İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk Din Musikisi Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Fazlı Arslan misafir edildi. Toplantıda Arslan, İslam medeniyetinin nazari musiki birikimine ve Türk müziğindeki teorik tartışmalara dair bir sunum gerçekleştirdi.
Arslan, ilk olarak Ziryab’ın müzik çalışmalarına değindi. Aslen Afrika kökenli sanatçı, 822 senesinde Endülüs’e göç etmiş ve 850’lerde vefat etmiş. Ne yazık ki Ziryab’ın günümüze ulaşmış bir bestesi veya yazma eseri bulunmamakta, hakkındaki bilgilerimiz tarih kitaplarından gelmektedir. Ziryab, yaşadığı dönemde Endülüs kültürüne yön vermiş, yeme-içme alışkanlıklarını, hatta giyim-kuşam tarzlarını, saç tarama şekillerini etkilemiştir. Adına Kurtuba’da konservatuar kurulan ve halen Flamenko müziğinin atası olarak kabul edilen Ziryab, udun tel sayısını arttırmış ve mızrabını değiştirmiştir. Binlerce şarkı bestelediği rivayet edilir ancak zamanında nota kullanılmadığı için eserleri kaybolmuştur.
Arslan’a göre Ziryab’ın ardından 13. yüzyıla kadar İslam müziğinin kilometre taşları el-Kindi, Farabi ve İbn Sina’dır. İslam bilginlerinin müzik alanında ortaya koydukları eserlerin astronomi, matematik, coğrafya, dini ilimler, felsefe, mantık gibi diğer ilim alanlarında yazdıklarından geri kalır hiçbir yanı yoktur.
Sunumunda Arslan, el-Kindi ve İbn Sina’dan ziyade Farabi’ye dair detaylardan söz etti: Farabi, elimize ulaşan müzik teorisi eserinin girişinde, mantık ilminden birtakım meselelere yer verdiği geniş bir yazı kaleme almıştır. Bu yazıda özellikle dörtlü ve beşli tetrakordal aralık hesaplamalarını, bunların bir araya getiriliş yöntemlerini, akustik ve ses fiziği teorisini işlemiştir. Ayrıca döneminde bilinen enstrümanlarla ilgili son derece detaylı bilgiler vermiştir.
İslam medeniyetinde İbn Sina’nın ardından yaklaşık 13. yüzyıla değin iki asırlık bir dönemde dikkate değer bir müzik eserinin ortaya konulmadığının altını çizen Arslan, müziğin helal ya da haram oluşuna dair risaleler mevcut olmakla birlikte önceki dönemlerde meydana getirildiği minvalde teorik çalışmaların bu yıllarda kesintiye uğradığını belirtti. 13. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ise, karşımıza astronomi ve matematik eserleriyle meşhur Nasreddin Tusi’nin müzik alanındaki çalışmaları çıkmaktadır. Musiki, genel olarak telif (kompozisyon) ve ika (ritim) olarak ikiye ayrıldığından, Tusi de bunlara ilişkin tanımlar geliştirmiştir. Mesela aralıklar konusunu ele almış, kulağa en hoş gelenleri zikretmiştir.
Arslan, müzik sahasında çalışmalarda bulunan bir diğer önemli ismin Safiyuddin Urmevi olduğunu ifade etti. Urmevi’nin makam ve usulleri daireler içerisinde anlattığı Kitabü’l-Edvar’ı, sonraki dönemlerde kaleme alınacak eserlere de ismini vermiştir. Doğu müziğinde 17 perdeli ses sistemini icat eden de Urmevi’dir. Diğer sistemlerle karşılaştırıldığında daha mantıklı ve kullanışlı olduğu düşünülen 17’li perde, yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüş ve yakın zamanlara kadar bağlamalarda kullanılmıştır. Urmevi nüzhe ve munni (veya muğanni) isimli iki adet saz da icat etmiştir.
Kutbettin Şirazi’nin risalesi de Urmevi’nin 17 perdeli ses sistemini takip eder. Şirazi, müzik notalamada birtakım yeni nüanslar geliştirmiş, nota sonlarında kullandığı bu yeni nüans terimleri, Batı müziğinde üç asır sonra uygulanmaya başlanmıştır. Şirazi’nin yaptığı, aslında, Kur’an’ın tecvid ve tilavetindeki ses nüanslarını müzik notalarına aktarmak olmuştur. Urmevi’den sonra gelenler de notasyon ve ses sisteminde onu takip ve tekrar etmişlerdir. Sonraki dönemlerde ortaya konulan eserler, yeni adlandırılan makam ve usul isimlerine yer vermek suretiyle yerel hususiyetleri işlemişlerse de büyük ölçüde Urmevi’den yararlanmışlardır.
Arslan, Osmanlı son döneminde yaşayan Kantemiroğlu’na kadar çizginin bu şekilde devam ettiğini belirterek konuşmasını tamamladı.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO