- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 68 Year: 2008
- İslâm Estetiği
İslâm Estetiği
Turan Koç
22 Kasım 2008
Değerlendirme: Zeynep Gökgöz
İslâm medeniyetinin çeşitli alanlarda ortaya koyduğu yüksek bir estetik idrakin ve duyarlılığının mahsulü olan mükemmel eserlerimizi göz önüne getirdiğimizde izahı zor bir durumla karşılaşırız: Kendi kavramlarımızın kullanıldığı, derli toplu bir sanat çalışmasının yok denecek kadar azlığı. İşte aynı sorunu kendine dert edinen Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Turan Koç’ un yeni yayınlanan kitabı İslâm Estetiği bu boşluğu doldurmaya aday. (İsimlendirme konusunda tereddüt yaşayan hocamız gönlünde yatan başlığın “Hüsn ü Aşk” olduğunu söylemeden edemedi.)
“Derdim neydi?” sorusuyla konuşmasına başlayan Turan Koç, sanatın bir dil olduğunu çok önceleri keşfettiğini ve dinin sanatsız kaldığında dilsiz kalacağına dair bir düşüncenin kendisini bu yönde çalışmaya teşvik ettiğini söyledi. Buradan yola çıkan yazar, İslâm’ın çok köklü bir estetik ve sanat görüşüne sahip oluşunu tanıtıcı değil, tattırıcı bir dille anlatmayı kendine gaye edindiğini sözlerine ekledi.
İslâm sanatının temelini İslâm’a ait asli değerlerin birliği ilkesi oluşturur diyen yazar, dinle sanatın ayrı duran şeyler olmadığını, dindar olanın zaten sanatkâr olacağını, hissederek yaşamanın da bir sanat olduğunu vurguladı. İman tecrübesini bir estetik tecrübe olarak gören, kalbe yol bulan tecrübenin ne olduğunun, nasıl anlatılacağının yolunun da sanattan geçtiğini söyleyen Turan Koç, İslâm sanatını üç temel üzerine oturttu: İslâm’ın tefekkür boyutunu oluşturan “iman”, davranış boyutu diyebileceğimiz “İslâm”, incelik, içtenlik ve zarafet boyutu olarak niteleyebileceğimiz “ihsan”. İmanın estetik boyutunu karşılayan ihsanı, en geniş anlamıyla güzel olanı güzel bir şekilde yapmaktır, diye tanımlayabiliriz.
Eslaf kapıldıkça güzelden güzele,
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele.
Yahya Kemal Beyatlı’nın bu beytinin, “dananın kuyruğunun koptuğu yer” olduğunu belirten hocamız, burada “bu güzelden şu güzele değil, bu güzelden ‘O’ güzele bir seyrin anlaşılması gerektiğini” söyledi. Peki, bu seyir nasıl gerçekleşmekteydi? Koç, kitabında da bu hususa önemle yer veriyor: Tevhidve tenzihilkesine yaslanan İslâm sanatının en önemli gayesi derin bir tefekkür ile insana hakikati hatırlatmak ve estetik düzeyde onu temaşa tecrübesine hazırlamaktır. Burada teşbihî bakış açısı önem kazanır. Çünkü özünü Allah’ın hazretiyle sürekli yüz yüze olduğumuz anlayışı oluşturur. Hakikatin hatırlatılması noktasında ise bilinenin bilinmeyene ayna tutması şeklinde çalışan temsilen isabetli yollardan biridir. Temaşatecrübesindeyse varlıkların hakikatle ilişkisi kurularak mananın surete bürünmesine yol açılır. Oluşan sanat formları, güzelliği, kendilerine değil, Allah’a ait bir nitelik olarak taşımak durumundadır. Böylelikle Allah’ın cemalinin güzel biçimlerdeki tecellisiile neticelenen bu seyir, hem aşkın olana yükselmemizi sağlar, hem de kendimizi keşfetmemizin yolunu açar. Tüm bu sürecin sonunda İslâm sanatı, iki kanaldan sözünü söyler; biri üsluplaştırma, diğeri de soyutlama.
Dinleyicilerin yönelttiği, niçin bu prensiplerin anlatıldığı bir kitap yazmamışlar sorusuna “İyi ki de yazmamışlar” diye cevap veren Turan Koç, kelimelere dökülen şeylerin ruhunu kaybedeceği inancını taşıdığını söyledi. Ne olmuştu da gelenekte bir kırılma yaşanmıştı? En başta batılılaşmanın etkisiyle geleneksel duyuş, anlayış, algılayış ve anlamlandırma tarzında köklü bir değişiklik olduğu, sanatsal ifade alanında da büyük bir sarsılma yaşandığı yadsınamaz. Mademki bu tip kitaplarla yapılanlara dair değerlendirmelere başlandı, ilk adımlar atıldı; zamanla tecrübelerimizden süzülenlerle bizden sonrakilerin tekrar gelenekle buluşacakları bir noktayı yakalamaları mümkün olacak ve irtibat yeniden tesis edilecekti.
Ne kadar kaçınsa da Batı’dan edindiğimiz kavramları kullanmak durumunda kaldığını söyleyen konuğumuz bu konuda zorlandığını, terminolojik hatalar yapmış olabileceğini, her türlü uyarı ve değerlendirmeye açık olduğunu belirtti. Kitabını tevazuyla bir el kitabı olarak gören, bu çalışmanın asıl ağabeylerini beklediğini söyleyen Turan Koç, biz okuyucu ve dinleyicilerine bir de ödev verdi: Karagöz gazellerini okumalı, okurken de Hacivat’ın bir veli, Karagöz’ün de onun müridi olduğunu bilmeliydik. Özellikle sinemayla ilgilenen arkadaşlarımız için pek çok çıkarımın da mümkün olabileceğinin müjdesini veren konuğumuz, keyifli sohbetini verdiği bu ödevle nihayetlendirmiş oldu.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO