- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 94 Year: 2017
- Bir ve Çok: Amiri Felsefesinde Tanrı ve Alem
Bir ve Çok: Amiri Felsefesinde Tanrı ve Alem
M. Cüneyt Kaya
Değerlendirme: Betül Sezgin
Medeniyet Araştırmaları Merkezi Mayıs ayında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden Cüneyt Kaya ile Bir ve Çok-Amiri Felsefesinde Tanrı ve Alem[1]kitabını tartıştı.
Kaya, öncelikle kitabın hikayesi ve muhtevası üzerine, ardından da Amiri özelinde Tanrı ve âlem problematiği hakkında konuştu. İbn Sina üzerine akademik çalışmalarını yoğunlaştırmış olan Kaya, İbn Sina öncesinde bu problemin nasıl ele alındığını incelerken çağdaşı Amiri’nin imkân üzerine yapmış olduğu çalışmalarında, İbn Sina ile olan paralelliklerinin dikkatini çektiğini belirtti. Amiri ve İbn Sina arasında geçen konuşmaları içeren El-Mecâlisü’s-seb ‘beyne’ş-Şeyh ve’l Âmirî[2]adlı eserden yola çıkarak kitabını hazırlamıştır. Yedi konuşma ve kırk bir sorunun tercümesinden oluşan Mecâlis’te Amiri ile İbn Sina arasındaki felsefî doktrin bazındaki benzerlikler Kaya’nın dikkatini çekmiştir. Kaya’nın kitabı aslında Mecâlis’in incelemesi, neşri, tercümesi ve tıpkıbasımından oluşan, ayrıca Amiri’nin başka bir eseri el-Fusûl fi’l ‘âlimi’l-ilâhiyye’nin de tercümesini içeren bir keşif kitabıdır.
Kaya eserin birkaç özelliğinden bahsetti. İlki çalışmada Kindi’nin öğrencisi olan Amiri ile İbn Sina’nın görüşmüş olabileceğini iddia etmesidir. Buna dair bazı tarihi göstergelerde bulunarak, İbn Sina’nın doğum tarihi ile ilgili tartışmalara dayanmıştır. İbn Sina’nın doğum tarihiyle ilgili tartışmalara çalışmada yer veren Kaya, bilinen 980 tarihinin ortalama 7 yıl öncesine gidildiği zaman Amiri ile İbn Sina’nın görüşmüş olmasının kuvvetli olduğunu belirtti. Bu durumda 982-985 yılları arasında iki filozofun Buhara’da görüşmüş olabileceği muhtemeldir. İkinci olarak Kaya, bu metnin Amiri’nin felsefesini anlamak açısından yeni bir kaynak olduğunu iddia etti. Diyalog şeklinde ilerleyen metinde Amiri’nin ismi başlık dışında hiç geçmemekle beraber başlıkta şeyh olarak atıf yapılan kişinin İbn Sina olduğu metnin sonunda anlaşılmaktadır. Fakat soru soranın mı cevap veren mi İbn Sina olduğu ise hala keşfedilmeyi beklemektedir. Bu noktada sınırlarını zorlayan Kaya kendisiyle birlikte okuyucuyu aydınlatmak için kollarını sıvamıştır. Metnin içine girip cevaplara baktığında görüşlerin Amiri’nin diğer eserlerindekilerle uyumlu olduğunu görmüştür. Kullandığı bazı kavramlar, hassasiyetleri, meselelere yaklaşımına daha yakından bakılınca Amiri’nin tutumuna benzeyen birçok tavır dikkati çekmektedir. Kaya’nın kendi kanaatince soru soran İbn Sina cevap veren Amiri’dir. Bununla ilgili metinde güzel bir delili de nakletmiştir. Mecâlis’in yedinci sorusunun cevabındaki ifadelerin Amiri’nin İnkâzü’l-beşer mine’l-cebr ve’l-kader adlı eserinde kader meselesini çözümlediği bir pasajın yeniden üretilmiş haline benzemektedir. [3]
Eserin muhtevasına dikkat çeken Kaya şunları dile getirdi. Yedi konuşmanın ilk üç oturumunda âlemin varlığa geliş aşamalarının anlatıldığı düşünülebilir. Dördüncü ve beşinci oturumlar da tabiat kavramı etrafında fizik dünyanın oluşum aşamaları anlatılmaktadır. Altıncı ve yedinci oturumlarda da fizik dünya içinde nefs sahibi olan varlıklar irdelenerek insan aklının işleyişi ve nefs-beden ilişkisi üzerine durulmaktadır. Mecâlis Tanrı-âlem ilişkisine odaklanmakla beraber varlığın kaynağına dair isim ve niteliklere de atıfta bulunmaktadır. Burada Amiri öncesi Farabi ve Amiri sonrası İbn Sina’da görülen sudur şemasının farklı bir versiyonu karşımıza çıkmaktadır. Kozmolojiye çok fazla adapte olunmamış; akıl, felek meseleleri çok dâhil edilmeyerek kompleksli bir yapıdan beri durulmuş gibidir. Altılı bir varoluş aşamasıyla eserin ilk üç oturumunda varlıkların nasıl var oldukları anlatılmıştır. “Bari” baştadır, ondan “emir” taşmıştır, “emir”den “kudret”, sonra “kudret”ten “akıl”, ardından “akıl”dan “nefs”, nihai olarak “nefs”den de “tabiat” taşmış, alem meydana gelmiştir. Özel olarak tabiata yönelen hoca-öğrenci, akabinde nefs ve akıl meselelerini irdelemiştir.
Kaya birkaç soru/n üzerinde durdu. İlki doğrudan doğruya mutlak varlığa getiricinin mahlûkatı varlığa getirmesinin nedeni nedir? Mecâlis’te genel olarak varlık nedir tartışmasının bulunmadığını söyleyen Kaya, Tanrıyı ispatlamanın da olmadığını söyledi. Ontolojiye dair genel bir tartışma da yoktur ve doğrudan doğruya Tanrının yaratması ve varlığın varoluş aşamaları eserin içeriğini oluşturmaktadır. Yukarıdaki soruya “onun ferdi varlığı edilgini yoluyla ortaya çıkar” cevabı verilmiştir. Yani mutlak varlık yaratmasa kendi varlığı tam olarak ortaya çıkmayacaktır, tamlığının zuhur edebilmesi için bu varlığın ortaya çıkması gerekmektedir. İkinci soru alemin ezeliliği hakkındadır. Cevabı ise “bir şey edilgin ise aslında her zaman bir etkine muhtaçtır. Alem bir edilgin olduğuna göre bu ontolojik anlamda sonradanlığı ifade eder. Mutlak varlığın ezeliliği gibi bir delil alem için söz konusu olmayacaktır” şeklinde verilmiştir. Peki niçin doğrudan değil de aşamalı bir varoluş şeması belirlenmiştir? Kaya, yedinci konuşmanın bununla ilgili olduğunu belirtti. Bir etkinden, bir failden başka fiiller nasıl çıkabilir? Farklı güçlere sahip, farklı aletleri, farklı maddeleriyle etkin fiilini dolaylı gerçekleştirdiği için farklı fiiller ortaya çıkabilir. Amiri’ye göre Tanrının farklı güçleri yok, çokluk yok basitlik var, farklı alet veya organları, farklı maddeleri de yok. Dolayısıyla aslında Tanrının tek tip bir fiil yapması lazımdır. Bu durumda Tanrıdan çıkanın tek tip olması gerekmektedir. Peki bu farklılık nasıl oluyor? Dolaylı yoldan araya aracılar girmesi suretiyle farklılıklar meydana çıkıyor. Ondan çıkan emir, emirden çıkan başka bir akıl, akıldan çıkan nefs, neftsen çıkan tabiat, tabiattan çıkan cisim ve onların kendi imkânlarının sonuna kadar yeni bir şey ortaya çıkartma çabası evrendeki, alemdeki çokluğu ve farklılığı doğuruyor. Yani birden çok çıkıyor.
Kaya, akıl, emir, cevher, nefs, tabiat, cisim, noktayla birlikte üç boyutluluğa doğru uzanan bir süreçle birlikte aklın bedenden bağımsızlığı ve ölüm sonrası durumuna ilişkin ayrıntılara da değindikten sonra katılımcılardan gelen soruları cevapladı.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO