- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 96-97 Year: 2018
- Arap-İsrail Savaşları ve Bölgesel Etkileri
- Issue 96-97 Year: 2018
Arap-İsrail Savaşları ve Bölgesel Etkileri
Taha Kılınç
Değerlendirme: Betül Sezgin
Küresel Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği, 100. Filistin Yılında Meselesi başlıklı program dizisinin üçüncü konuğu gazeteci-yazar Taha Kılınç, İsrail’in kuruluşundan günümüze kadar yaşanan Arap-İsrail savaşlarının bölgesel etkisini tartıştı.
Kılınç bölgenin güncel sorunlarını 1909’dan günümüze kadar dört döneme ayırdığı bir süreç çerçevesinde ele aldı. Birinci dönem 1909’dan 1947’nin Kasım’ına kadardır. Bu dönem haritaların oluşumu ve devletlerin kuruluş sürecidir. İkinci dönem, 1947’den 1970’a kadar, önemli çatışma ve savaşların gerçekleştiği dönemdir. Üçüncü dönem, 1970’den 2001’e kadar geçen süredir. Bu dönemde bir takım iç çatışmalar filizlenmeye başlamıştır. Şu an devam eden dördüncü dönem, 11 Eylül saldırısından bu yana Amerika’nın Müslüman ülkelere müdahalelerinin de şekillendirdiği, bir yönüyle Arap Baharı denilen süreci de tetikleyen aktüel dönemdir.
Kılınç, 1909 yılında sorunların başlama nedeninin İsrail’in resmi başkenti olan Tel Aviv’in kurulması olduğunu söyledi. 11 Aralık 1917’de İngiliz komutan Edmund Allenby komutanlığında şehir devralınmış, 1920’de resmen manda yönetimi başlamıştır. 1920’den 1930’ların ortasına kadar geçen süreçte ve 1947’nin sonlarına kadar İngiliz mandasının bölgedeki halkalara davranışları yanında, güttüğü siyasetin de farklı olduğu görülmüştür. Bolşevik Devrimi’nden sonra yeni rejim gizli anlaşmaları ifşa edince Arap dünyası Sykes-Picot Anlaşması’ndan haberdar olmuştur. Bir tarafta Yahudilere, bir tarafta Şerif Hüseyin ve ailesine, öte tarafta da Fransızlara verilmiş sözler karşı karşıya gelmiştir.
1930’a kadar geçen süreçte İngiltere, Filistin’e Yahudi göçünü durdurmaya çalışmıştır. Ama Holokost’un ortaya çıkmasıyla İngiltere’nin direnci kırılmış ve Yahudi göçü Filistin topraklarına yönelmiştir. 1932’de Suudi Arabistan’ın krallık olarak ortaya çıkışı, 1920’de Mısır’ın hıdivlikten krallığa geçişi, Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşu gerçekleşmiş, 1925-1929 yılları arasında Ortadoğu’daki siyasal şekillenme belirmeye başlamıştır. Sancılı bir süreç olan dönemde Fransa’nın Suriye’yi beş parçaya bölmesi, İngiliz manda yönetiminin hem Yahudiler hem Araplarla denge siyaseti yürütmeye çalışması bölgede karışıklığa yol açmıştır. İngiltere’nin Mısır’a yapmış olduğu baskılar bölgede siyasal ve dini patlamaya neden olmuştur.
Kılınç, 1929 yılında Filistin’de Arap-Yahudi ilişkilerinde ilk ciddi çatışmaların ortaya çıktığını belirtti. Hem el-Halil şehrindeki Yahudi topluluğa, hem de Kudüs çevresine yerleşmeye başlayan ilk Siyonist Yahudi yerleşimcilere karşı olan Nebi Musa Ayaklanması, ilk kitlesel girişim olarak yorumlanabilir. İngiltere’nin bölgedeki kontörlünü kaybetmeye başlaması, 1935-1939 yılları arasında Filistin’de devam eden kitlesel protestolar düşünüldüğünde, bölgenin felç olma sürecine girdiği fark edilecektir. İngiltere 1939’un sonlarına kadar bölgeye olan Yahudi göçünü engellemeye çalışmaya devam etmesine rağmen, Yahudi yer altı örgütleri ve silahlı İsrail ordusu kurulmaya başlamıştır. 1946’da King David oteli patlatılmış, sorumluluğunu Menahem Begin öncülüğündeki İrgun örgütü üstlenmiş, bölgedeki İngiliz manda yönetimi sona ermiştir. 1947’de BM’nin onayladığı tasarıyla Filistin toprakları, Arap ve Yahudiler arasında paylaştırılmıştır.
1948’de Menahem Begin ve birkaç örgütün daha düzenlediği Deir Yasin Katliamı gerçekleşmiş, İngiltere’nin çekilip İsrail’in kuruluşuna kadar geçen süreçte tamamen gerilim ve çatışma yaşanmıştır. 1945 yılında Arap Birliği kurulduğu için Araplar karar alabilecek bir mekanizmaya sahip durumdadır ve katliama nasıl cevap vereceklerini tartışmışlardır. Katliam BBC üzerinden abartılarak ve olmayan ayrıntılarla kamuoyuna sunulmuştur. Olay Arap basınında da yer aldıktan sonra Kudüs çevresindeki yüzlerce Arap aynı katliama kendilerinin de uğrayacakları korkusuyla köylerini boşaltmışlardır. Siyonistler bunun sonucu olarak tek kurşun atmadan birçok Arap köyünü sahiplenmiştir.
15 Mayıs 1948’de Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Irak, Lübnan ve Suriye, İsrail’e saldırmıştır. Bu Arapların “Nakba” (Felaket) nitelendirdikleri gün olacaktır. İsrail açısından bu bağımsızlık savaşı Araplar açısından büyük bir dağılmadır. Mısır ve Arap ordularının farklı hesaplarla hareket ettiği ortaya çıkmıştır. Ürdün Kralı Abdullah’ın planının İsrail’i yok etmek değil, Doğu Kudüs, Mescid-i Aksa ve çevresini ele geçirerek, İsrail’le yan yana ve eşit şartlarda yaşayacak bir Arap Krallığı kurmaktır.
Kılınç, 1948-1967 arasındaki dönemin panoramasını görmenin, sonraki süreçte yaşananları anlamlandırmak adına önemli olduğunu belirtti. Bu zaman diliminde Altı Gün Savaşı yaşanmış, Kudüs Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmış, Mısır’da 1952 askeri cuntası gerçekleşmiş, CIA 1953’te İran’da Musaddık’ı devirmiş, yine İran’da 1958’de kanlı bir darbe, Türkiye’de ise 1960 askeri darbesi yaşanmıştır.
1960’ların başına gelindiğinde 1930’larda kurulan düzen sarsılmaya başlamıştır. 1960 itibariyle Arap dünyasında Cemal Abdul Nasır önemli bir figür olarak yükselmiştir. Süveyş Kanalı projesinde İsrail’e boyun eğdirmiş; ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail’in ortak güçlerini sarsmıştır. Nasır 1962’de Yemen’e asker çıkarmıştır. Bu Suriye ve İran arasında günümüzde de devam eden savaşın ilk perdesidir. Nasır’ın 1956’daki Kanal Harekâtı başarıya ulaşmış, Suriye’yle Mısırı birleştirmiş, Yemen’e müdahale etmiştir. Kamuoyuna göre Nasır’ın hedefi artık İsrail’dir.
1967’de Suriye ve İsrail arasında sürekli çatışmalar olmuş, Nasır buna müdahale etmiştir. Fakat İsrail altı günde Mısır uçaklarının hepsini vurarak Arap dünyasını hezimete uğratmıştır. İsrail, Suriye ve Irak’ın da hava güçlerini yok etmiştir. 5 Haziran’da başlayıp, 11 Haziran’da savaş sona erdiği zaman İsrail Doğu Kudüs’ü, Golan Tepeleri’ni, Şeba çiftliklerini, Ürdün’den aldığı ufak bir toprak parçasını, Sina’nın da tamamını alarak kendi yüzölçümünü yaklaşık dört katına çıkartmıştır. Bu kayıplar Araplarda güçlerimizin zirvesinde bile İsrail’i yenemedik bozgununu yaşatmıştır. 1970’de Nasır ölmüş, yerine Sedat geçmiştir. Sedat öncelikle ABD’ye ülke siyasetinin yönünü değiştirmek, İsrail’le barış anlaşması imzalamak, Sovyetler Birliği’ni ülkesinden çıkarmak istediğini iletmiştir. ABD’nin kendisini dikkate alması için de Arap Birliği’ni toplayıp İsrail’e büyük bir saldırı düzenlemiştir.
Faysal bin Abdülaziz’in de maddi desteğiyle 1973’de Yom Kippur Savaşı yaşanmıştır. Sedat’ın amacı Mısır ordusunun yok edilmediğini göstererek İsrail’i barışa zorlamak, ABD’ye niyetinin ciddiyetini ve Ortadoğu’da hâlâ gücünün olduğunu göstermektir. 1977’de Yahudilerin kutsal günü Şabat’ın bitiminden sonra Enver Sedat Kudüs’e gitmiştir. Nihayetinde savaş ateşkesle bitmiş, ABD duruma müdahale etmiştir. Yapılan anlaşmayla Mısır, İsrail’i devlet olarak tanıyan ilk Arap devleti, Sedat’ta ilk defa İsrail’e giden devlet başkanı olmuştur. Arapların İsrail’i tanıması pratik bir sonuç doğurmuştur: Mısır ordusu artık Arapların İsrail’le olacak çatışmalarında yer almayacaktır. Kılınç, bunun çok önemli olduğunu belirti çünkü bu sadece bir barış anlaşması değil, Mısır ordusunun Filistin’le ilgili savaşlarda sahadan çekilmesi anlamına gelmektedir.
Kılınç’a göre sonraki süreçte özellikle ABD’nin Müslüman toplumlara yaptığı baskı ve eziyetlerin yoğun olduğunu, İsrail ya da Arap devletlerin birbiriyle çatışmasının tüm şiddetiyle arttığını ve önemli suikastların yaşandığını belirtti. Bu suikastların odak noktası, öldürülen kişilerin Filistin siyasetindeki tutumlarıdır. Siyonistler ve Araplar, zıtlarında yer alan güç sahibi kişileri öldürmüştür. Filistin davasıyla ilgili Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve İsrail’in kendisi, yaşanan sorunun çözümüne dair adım atan herkesin öldürüldüğü bir hafızaya sahiptir.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO