- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 72 Year: 2010
- Türkiye Mimarlığı: Türkiye’de Konut Kültürünün Değişimi
Türkiye Mimarlığı: Türkiye’de Konut Kültürünün Değişimi
İhsan Bilgin
20 Ocak 2010
Değerlendirme: Kübra Turangil
Türkiye’de “Modernleşme Sürecinde Konut ve Yerleşme Kültürü” denildiğinde akademik sahada akla ilk gelen isim İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Program Koordinatörü Prof. Dr. İhsan Bilgin’dir. Bu çerçevede “Türkiye’de Konut Kültürünün Değişimi” başlığıyla bir sunum gerçekleştiren Bilgin, gençliğinden itibaren özelikle “Modernleşme Sürecinde İmar Tarihi” alanında çalışmalar yaparken, kişinin yaşadığı coğrafya, şehir ve çevrenin son derece önemli olduğu bilinciyle ve sadece kendi bulunduğu noktaya istinat eden bir perspektiften bakmanın hatalı olduğunun ayırtına vararak, konuyu genel modernleşme tarihi içerisinde karşılaştırmalı bir perspektiften ele almaya özen gösterdiğini dile getirdi.
Bu doğrultuda, çalışmalarını, işin evrensel yönü ve kanonik mimarlık ile anonim mimarlık ilişkisi bağlamında iki önemli kola ayıran ve yaklaşık otuz yıldır özellikle bu iki kolda yoğunlaştığını ifade eden Bilgin, konut kültürünün bu çerçevede önemli bir yer tuttuğuna vurgu yaptı ve kritik bir nokta olan “apartman fenomeni” doğrultusunda sözlerini ayrıntılandırdı:
Kentlerde konut denilen yapı çeşidi tüm yapılar içerisinde yaklaşık olarak %85’lik bir orana sahiptir. Konutlar, bir anlamda, şehrin omurgasını oluşturan yapılar ve konut kültürü üzerinden bir değerlendirme yapmak, kentin DNA’sını anlamakla eşdeğerdir. Bu husustaki kritik nokta ise, modernleşme sürecinde hem gündelik yaşamımızın hem de yapı dokusunun nasıl değiştiği bağlamında işaret edilmesi gereken apartman fenomenidir. Apartman denilen fenomenin Batılı olduğu kabulü bir yanılsamadan ibarettir. Apartman olgusu içi boş bir olgu olmakla beraber Batılı, Doğulu, Kuzeyli veya Güneyli değil de herhangi bir yere ait olmayan, aynı zamanda da, her yere ait olan bir özelliğe sahiptir. Apartman olgusu ilk olarak, Antik Roma’da, dünyanın ilk büyük metropolü olan Büyük Roma’da ortaya çıkmıştır; zira Roma’daki insulae denilen yapı şekli bugünkü apartman modeline en yakın yapı stilidir. Birkaç yüzyıl sonra Büyük Roma’nın çöküşüyle beraber ortadan kaybolan modelin on yedinci yüzyıl sonları, on sekizinci yüzyıl başı Paris’inde apartman şeklinde zuhur ettiği görülmektedir.
19. yüzyıl sonrasında Avrupa’da modernleşen bütün şehirlerde ve geç modernleşme sürecinde bizim kültürümüzde de ortaya çıkan apartman fenomeninin bağlı olduğu iki önemli parametre vardır; bunlar [i] aşırı, ani gelişen nüfus yoğunlaşması ve [ii] spekülasyon, yani arsanın yeri dolayısıyla ekonomik değer kazanmasıdır. Bu iki parametre bir araya geldiğinde kültür, inanç ve yapılagelen alışkanlıklar ne olursa olsun apartmanlaşmanın doğal süreç içerisinde ortaya çıktığı görülmektedir. Apartmanın iki önemli özelliği de [i] sadece barınmaya ait bir yapı olması ve [ii] farklı barınma birimlerini birleştirmesidir. Türkiye’de 19. yüzyıl sonlarından itibaren öncelikle İstanbul’da Beyoğlu, Pera, Teşvikiye, Kadıköy semtlerinde inşa edilen apartmanların sayısı 1910 yılında 300 iken; Türk toplumu, geçirdiği siyasî gelişmeler bir yana, toplumsal açıdan çok önemli bir değişim süreci yaşamadığı hâlde elektrifikasyona geçişle 1920 yılında apartman sayısı 1.300’e ulaşmıştır. İlerleyen süreçte toprağın bir ekonomik değer olarak yer değiştirmeye başlaması ve kentlerde nüfusun yoğunlaşmasıyla beraber 1950’lerden sonra apartmanlaşma süreci, hızlı bir ivme kazanmıştır.
Modernleşme süreciyle beraber tüm dünyada yaygınlaşan çekirdek aile modeli ve bunun bir getirisi olarak kentlerdeki apartmanlaşma süreci, tek tipleşen yaşam alanlarını da beraberinde getirmiştir. Odalar ve koridordan oluşan plan tipi, yapı içerisinde banyo, tuvalet, mutfak gibi mekânların içte kalan karanlık alanlara yerleştirilmesi gibi alışkanlıkların herhangi bir kültürün, herhangi bir geçmişin uzantısı olmaksızın tüm dünya şehirlerinde aynı süreçte ortaya çıkması ve kabul görmesi, dikkate değer bir başka unsurdur. Ayrıca, bu sürece müdahil olan insanların kendilerinden önceki kuşakların hiç tecrübe etmediği bir yaşam biçimine bir kaç on yıl içerisinde hiç sorgulamaksızın uyum sağlamaları da oldukça ilgi çekicidir. Dünya konjonktüründe 1970’lerin sonları ve 1980’lerin başlarında yaygınlaşan postmodernizm hareketlerinin 1990’lara gelindiğinde mimarî sahada yeniden modernist hareketin sadeliğine öykündüğü; 1980 sonrası gelişen postfordizmle beraber tek tipleşen yaşam alanlarının doğurduğu sıkıntıların serbest planlı, kişiye özel tasarımlarla, zevksizleştirmeden, maliyetlerin artmamasına özen gösterilerek, üstelik aynı site içerisinde farklı yaşam alanlarının inşası ile aşılmaya çalışıldığı görülmektedir. Günümüze gelindiğindeyse Amsterdam ve Londra’daki örneklerden yola çıkılarak özgün ve işlevsel yeni yaşam alanlarının uygulanabilirliğine dair dikkate değer örnekler görmek mümkündür.
Yaşadığımız dönemde, özellikle yerleşme kültürü içerisinde modern ve geleneksel klişelerin dışına çıkarak, yeni bir duruş sergilemek gerektiğine inanan İhsan Bilgin, ortalama mimarlık kültürü bağlamında modern mimarlık tarihine hâkim olarak, kendi iç dinamiklerini iyi bilmenin gerekliliğine; işlevsel problemlere çözüm üretirken özgün de olabilen daha ekonomik, daha fazla göze hitap eden, daha yaşanılası yapılar inşa edebilmek için geleneği ve kültürel altyapıyı da yadsımadan bugüne odaklanmanın önemine dair düşüncelerini bizlerle paylaştı.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO