Namık Kemâl’in Edebiyat Eleştirisinde Modernlik ve Öznellik

Fatih Altuğ

5 Mayıs 2010        
De­ğer­len­dir­me: Nesilhan Demirci
 
Na­mık Ke­mâl’i na­sıl bi­lir­si­niz? İs­ter ede­bî, is­ter si­ya­sî ki­şi­li­ğiy­le, Türk ede­bi­ya­tın­da Ba­tı­lı­laş­ma hi­kâ­ye­si­nin izi­ni sü­rer­ken uğ­ra­ma­dan ge­çe­me­ye­ce­ği­miz du­rak­lar­dan bi­ri­dir. Tan­zi­mat Dev­rin­de Ba­tı’ya açı­lan ede­bi­yat­çı­la­rın he­def­le­rin­den bi­ri, Di­van şi­i­ri­nin içi­ne düş­tü­ğü boş­lu­ğu fır­sat bi­le­rek es­ki­ye ka­pı­yı bir da­ha aç­ma­mak üze­re ka­pa­mak­tı. Es­ki şi­i­re ilk dar­be­yi vu­ran ise hür­ri­yet, va­tan, mil­let ro­man­tiz­mi­ni baş­la­tan Na­mık Ke­mâl’di (1840-1888).
Tan­zi­mat Dev­ri­nin –ge­nel­de içe­rik açı­sın­dan da ol­sa ye­ni­lik­çi­li­ğin– ön­cü­le­rin­den olan Na­mık Ke­mâl’in ede­bî ki­şi­li­ği üze­ri­ne ya­pı­lan aka­de­mik ça­lış­ma­lar tat­min edi­ci­lik­ten uzak ne ya­zık ki. Eser­le­ri­nin cid­di bir kıs­mı­nın hâ­lâ La­tin harf­le­riy­le ba­sıl­ma­dı­ğı­nı, ya­ni gü­nı­şı­ğı­na çık­ma­dı­ğı­nı dü­şü­nür­sek, Na­mık Ke­mâl’in eleş­ti­ri­le­ri­ne odak­la­nan bir ça­lış­ma il­gi­yi hak edi­yor. Sa­nat Araş­tır­ma­la­rı Mer­ke­zi’ne dok­to­ra te­ziy­le ko­nuk olan İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Fa­tih Al­tuğ bu tür­den sa­ik­ler­le yo­la çık­mış.
Bu­gün Tür­ki­ye’nin renk­le­ri­ni oluş­tu­ran fark­lı gö­rüş­te­ki in­san­la­rın sık­ça baş­vur­du­ğu ka­riz­ma­tik bir is­min üze­rin­de ça­lış­mak iki so­rum­lu­lu­ğu dev­ral­mak an­la­mı­na ge­li­yor Al­tuğ’a gö­re: İl­kin, Na­mık Ke­mâl ve ku­şa­ğı­na ne­le­ri borç­lu ol­du­ğu­muz; ikin­ci­si, bu san­cı­lı dö­ne­min fi­kir adam­la­rın­dan han­gi za­af­la­rı dev­ral­dı­ğı­mız so­ru­la­rı­nın ce­va­bı­nı ara­mak.
Al­tuğ’un, Na­mık Ke­mâl’in bu­gü­ne na­sıl ak­ta­rıl­dı­ğı­na da­ir tes­pi­ti şöy­le: Ya­şa­dı­ğı de­vir­de “ön­cü” ko­nu­mun­dan do­la­yı faz­la­ca gök­le­re çı­ka­rı­lı­yor­du, bu­gün ise ede­bî de­ğe­ri tar­tış­ma­lı eser­le­ri se­be­biy­le hak et­ti­ğin­den da­ha de­ğer­siz bir ko­nu­ma itil­mek­te. Bu­ra­da, ken­di­si­nin de tec­rü­be et­ti­ği gi­bi, araş­tır­ma­cı­la­rın içi­ne düş­tü­ğü, bu­gü­nü es­ki­den da­ha iyi, da­ha doğ­ru san­ma ya­nıl­gı­sıy­la he­sap­laş­ma fır­sa­tı da do­ğu­yor.
Na­mık Ke­mâl’in eleş­ti­ri di­li de ede­bî di­lin­den fark­lı de­ğil; öz­nel, duy­gu­sal, öf­ke ve he­ye­can do­lu. Genç­lik yıl­la­rın­dan iti­ba­ren yaz­dı­ğı, çok sa­yı­da­ki eleş­ti­ri me­tin­le­rin­de sa­vaş ter­mi­no­lo­ji­si­ni kul­la­nı­yor, eser­le­ri aciz­lik ve­ya ik­ti­dar kav­ram­la­rıy­la de­ğer­len­di­ri­yor. Bil­has­sa sad­me ya­şa­dı­ğı dev­rin ede­bi­yat de­ne­yi­mi­ni an­la­tır­ken Na­mık Ke­mâl’in baş­vur­du­ğu ka­rak­te­ris­tik kav­ram­lar­dan bi­ri; vur­ma, çarp­ma, dar­be gi­bi an­lam­la­ra ge­li­yor. Ba­tı­lı ma­ri­fet gü­ne­şi bu top­rak­la­ra ula­şır­ken bu­nun “sad­me”si­ne ma­ruz ka­lan en ba­riz alan ede­bi­yat­tı. Her şey yer­li ye­rin­dey­ken bir dar­bey­le, sar­sın­tıy­la yer­le bir ol­du; tam bir al­tüst ol­ma hâ­li ya­şan­dı. Bun­dan son­ra hiç­bir şey es­ki­si gi­bi ol­ma­ya­cak­tı. Es­ki tür­ler iş­le­vi­ni kay­bet­ti, ye­ni tür­ler it­hal edil­di; bu iki­si­nin bir ara­ya gel­me­sin­den me­lez tür­ler doğ­du. Tan­zi­mat’ın ilk nes­li­ne men­sup her ay­dı­nı­nın dar­be son­ra­sı ta­kip edi­le­cek yol ha­ri­ta­sı­na yö­ne­lik öner­di­ği çö­züm yol­la­rı dik­ka­te de­ğer­dir. Al­tuğ, Na­mık Ke­mâl’in öne­ri­si­ni Fran­sız fel­se­fe­ci Ala­in Ba­dio­u’nün öz­ne kav­ra­mıy­la or­ta­ya koy­du­ğu te­ze ben­ze­ti­yor. Bu­na gö­re “öz­ne ol­ma­nın im­kâ­nı, o top­lum­da­ki sar­sın­tı­la­rın far­kı­na var­mak ve o olay­la­rın aç­tı­ğı im­kân­lar­la öz­deş­leş­mek yo­luy­la ger­çek­le­şir.” Na­mık Ke­mâl de Ba­tı­lı ede­bi­yat an­la­yı­şı­nın yol aç­tı­ğı trav­ma son­ra­sın­da do­ğan im­kân­la­ra sa­hip­len­me ça­ba­sın­da bir öz­ne ola­rak ye­ni bir ede­bi­yat kur­ma­ya ça­lış­mak­ta­dır. Türk­çe­de­ki ede­bi­yat kav­ra­mı­nı da, bu­gün­kü bağ­la­mıy­la ilk kez kul­la­nan Na­mık Ke­mâl’e borç­lu­yuz. Kav­ram 17. yüz­yıl me­tin­le­rin­de fark­lı bir an­lam­da ge­çer; ama bü­tün tür­le­ri ay­nı şem­si­ye al­tın­da top­la­yan es­te­tik bir ka­te­go­ri ola­rak kul­la­nıl­ma­sı Ba­tı’dan iki yüz­yıl ka­dar son­ra­ya denk dü­şü­yor.
Ba­tı et­ki­sin­de­ki ede­bi­ya­tın ilk eleş­ti­ri met­ni ol­ma özel­li­ği­ni ta­şı­yan, 1866’da Tas­vir-i Ef­kâr’da “Li­san-ı Os­ma­ni­ye­nin Ede­bi­ya­tı Hak­kın­da Ba­zı Mü­lâ­hâ­za­tı Şâ­mil­dir” baş­lı­ğıy­la ya­yın­la­nan ma­ka­le­sin­de Na­mık Ke­mâl, ede­bi­ya­tın fonk­si­yon­la­rı­nı, ik­ti­dar­la iliş­ki­si­ni ele alır­ken kı­yı­cı bir dil­le “sad­me ön­ce­si” ede­bi­ya­tı­mı­zı hiç­leş­ti­ri­yor. Es­ki, ile­ri-ge­ri kav­ram­la­rı üze­rin­den eleş­ti­ri­li­yor, ço­cuk­su ol­mak­la suç­la­nı­yor. Al­tuğ, Na­mık Ke­mâl’in es­ki­ye da­ir bir boş­luk üre­te­rek ken­di pro­je­si­ne yer aç­tı­ğı­nı söy­lü­yor, şa­i­rin çö­züm öne­ri­si ise ede­bi­ya­tın ıs­la­hın­dan ya­na­dır. Kri­tik kav­ra­mı­nı kar­şı­la­mak için “ten­kit” ve “mu­âhe­ze” ke­li­me­le­ri­ni öne­ri­yor, ter­ci­hi­ni ikin­ci­sin­den ya­na ko­yu­yor. Bu­na gö­re ten­kit, nes­ne­ler ara­sın­da ha­ki­ki ve sah­te­yi ayır­ma­ya ya­rar; mu­âhe­ze ise bir şe­yin ken­di ha­ki­ka­tin­de bu­lu­nan ba­tıl yö­nü­nü te­miz­le­mek, onu ken­di ha­ki­ka­ti­ne dön­dür­mek an­la­mın­da­dır.
Na­mık Ke­mâl’in ba­kı­şı­na gö­re ede­bi­yat ev­ren­sel­di ve akıl-ha­ki­kat-ta­bi­at esa­sı­na gö­re ku­rul­muş­tu; Hint’ten Yu­nan’a, ora­dan da Arap­la­ra ge­çe­rek ev­ren­sel­li­ği­ni sür­dür­dü. Za­man­la bu me­de­ni­yet­ler ev­ren­sel­lik­le­ri­ni kay­bet­ti­ler, Ba­tı da bu de­ğe­ri al­dı ve ken­di­nin kıl­dı. Di­ğer bir de­yiş­le biz Ba­tı’dan bün­ye­mi­ze ya­ban­cı bir un­su­ru de­ğil, za­ten bi­zim ola­nı ge­ri alı­yo­ruz. İn­ti­bah’ın mu­kad­di­me­sin­de ha­ki­kat ile hi­kâ­ye­yi kar­şı­laş­tı­rır­ken, ha­ki­ka­ti çıp­lak bir genç kı­za, hi­kâ­ye­yi ise gü­zel gi­yin­miş ko­ca ka­rı­ya ben­ze­ti­yor. İl­ki do­ğal­lı­ğı se­be­biy­le çir­kin ge­lir­ken, di­ğe­ri al­la­nıp pul­lan­mış bir çir­kin­lik­tir. Ka­dın-el­bi­se-ör­tün­me me­ta­for­la­rı­na sık­ça baş­vu­ran Na­mık Ke­mâl’in gö­zün­den ba­kın­ca ede­bi­yat ey­le­mi­nin te­me­lin­de de yer alan bu­dur as­lın­da; çıp­lak ger­çek­ten hoş­la­nıl­maz, sah­te­nin göz bo­ya­yı­cı­lı­ğı­na al­da­nı­lır.
Fa­tih Al­tuğ, Na­mık Ke­mâl’in Fars ede­bi­ya­tı ve Di­van şi­i­rin­den, gü­zel giy­di­ril­miş bir ce­set me­ta­fo­ruy­la ve­ya pis­li­ğin kay­na­ğı ola­rak bah­set­me­si­nin Ju­li­a Kris­te­va’nın “zil­let” ke­li­me­siy­le kar­şı­la­ya­bi­le­ce­ği­miz ab­ject kav­ra­mıy­la ör­tüş­tü­ğü­nü di­le ge­ti­ri­yor. Kris­te­va’ya gö­re her in­san yü­ce ve süf­li de­ğer­ler­le ya­ra­tı­lır ama öz­ne­ye dö­nüş­me­si, süf­li ta­ra­fı­nı yok say­ma­sıy­la müm­kün olur. Tan­zi­mat ay­dı­nı­nın ye­ni bir ede­bi­yat üret­me san­cı­sı bu ça­bay­la ben­ze­şi­yor.
Dev­ri­nin ço­ğu ay­dı­nı gi­bi Na­mık Ke­mâl de bir iki­le­min için­dey­di. Sa­de yaz­mak is­ter­ken ba­ba­sı­na yaz­dı­ğı mek­tup­ta bi­le sa­nat yap­mak­tan kur­tu­la­ma­mak­tan ya­kı­nı­yor­du. Al­tuğ’un al­tı­nı çiz­di­ği gi­bi, ha­ra­ret­li tar­tış­ma­la­rın­da şid­det­le eleş­tir­dik­le­ri, ken­din­de ba­rın­dır­dı­ğı eği­lim­ler­di bir yan­dan da. Be­şir Fu­at gi­bi ken­di­sin­den da­ha ra­di­kal ka­lem­ler or­ta­ya çı­kın­ca, Na­mık Ke­mâl’i es­ki şi­ir ve Fars ede­bi­ya­tı­na kar­şı da­ha in­saf­lı, fi­kir­le­rin­de da­ha iti­dal­li bir ko­num­da gö­rü­yo­ruz.
 

EDITOR'S CHOICE

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


FOLLOW US

Add your e-mail address here to be informed about our programs (seminars, symposiums, panels, etc.).