- HOME PAGE
- PUBLICATIONS
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 59 Year: 2005
- Göğe Bakan Adam: 420. Ölüm Yıldönümünde Takiyüddîn Rasıd
Göğe Bakan Adam: 420. Ölüm Yıldönümünde Takiyüddîn Rasıd
TAMPanel
19 Kasım 2005
Değerlendirme: Cahid Şenel
Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin, İhsan Fazlıoğlu’nun danışmanlığında düzenlediği “420. Ölüm Yıldönümünde Takiyüddin Rasıd” paneli, Prof. Dr. Ramazan Şeşen (MÜ), Prof. Dr. Atilla Bir (İTÜ), Prof. Dr. Remzi Demir (DTCF), Doç. Dr. H. Gazi Topdemir (DTCF), Doç. Dr. Mustafa Kaçar (İÜ) ve Doç. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun (İÜ Felsefe) katılımlarıyla Bilim ve Sanat Vakfı’nın Vefa Salonunda gerçekleştirildi.
Panelin açılış konuşmasını Dr. Mustafa Özel yaptı. Konuşmasında Özel, bilimin bir “ölüm aleti” olmaktan çıkarılıp “yaşam aleti” haline dönüşmesi gerektiğini vurguladıktan sonra, bilim tarihi alanında yapılan bu tür çalışmaların bu bilincin oluşmasına önemli katkılar sağlayacağını belirtti.
Panelin ilk tebliğini İhsan Fazlıoğlu sundu. XVI. yüzyılda Osmanlı felsefe-bilim hayatına dair genel bir bakış sunan Fazlıoğlu, genelde Anadolu coğrafyasının özelde ise İstanbul’un bu dönemde ilim merkezi haline gelmesini ve burada yaşanan entelektüel hareketliliği sağlayan etkenleri şöyle sıraladı:
1. İstanbul’un fethiyle birlikte Türkler yerleşmiş, devlet ve hukuk bilinci ile ortak bir dil bu dönemde oluşmuştur.
2. Altın Ordu Devleti’nin zayıflamasıyla Tatar-Kırım uleması İstanbul’a gelmiştir.
3. Endülüs’ün düşmesiyle bu bölgedeki Yahudî ve Müslüman âlimler İstanbul’a göç etmiş, bilhassa matematikçi ve astronomlar, Endülüs’te oluşturulan matematik ve astronomi geleneğini (cebirsel notasyon ve sembol) İstanbul’a taşımışlardır.
4. İran’da Şiî Safevî devletinin kurulmasıyla Semerkand matematik-astronomi okulunun bazı geç dönem mensupları Osmanlı coğrafyasına sığınmıştır. Abdulali Bircendî başta olmak üzere, Cemşid Kâşî ile Kadızâde’nin ikinci ve üçüncü nesil talebeleri Semerkand matematik-astronomi okulunun birikimini İstanbul’a taşımaya devam etmişlerdir.
5. Arap coğrafyasının fethedilmesiyle İbnu’n-Nakîb gibi bazı âlimler İstanbul’a gelerek ilim hayatını zenginleştirmişlerdir.
6. İstanbul’un fethi sonrasında İstanbul’da kalan bazı Bizanslı âlimlerin de ciddî katkıları sözkonusudur.
7. Avrupalı seyyahlar başta olmak üzere -mesela Postel ve Galileo’nun talebesi Delmedigo – pek çok Batı Avrupalı unsur, İstanbul’a gelerek ilim hayatını etkilemişlerdir.
Bu yüzyıldaki Osmanlı düşüncesinin en önemli özelliğinin, teo-ontoloji veya transendent-ontoloji denilen varlık metafiziğinin en yoğun şekilde tartışılması olduğunu belirten Fazlıoğlu, İbn Kemal’in çalışmaları yanında, Sadreddin Konevî - Davud Kayserî - Molla Fenârî çizgisini sürdüren ve konuyu enine boyuna el-Vucûdu’l-aynî fî vucûdi’z-zihnî adlı eserinde tartışan isminTaşköprülü-zâde olduğunu ekledi. Taşköprülü-zâde bu eserindeki varlık metafiziğini Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’s-siyâde adlı eserinde ilim anlayışına ve ilimler tasnifine taşımış; diğer yandan el-Me‘âlim fi ilmi’l-kelam isimli kitabında ise kelam ile irfan-i nazarî’yi tevfik etmeye çalışmıştır. İhsan Fazlıoğlu, bu yüzyılda klasik Yunan-Helenistik ve İslâm astronomi literatürünün Türkçeleştirilmeye başlandığını, İbn Katib Sinan Konevî’nin başlattığı bu hareketi talebesi ve Takiyüddîn Rasıd’dan önceki baş-astronom Mustafa Muvakkıt’ın, başta ilm-i mîkat olmak üzere pratik astronomi sahasında sürdürdüğünü, Seydî Ali Reis’in ise teorik astronomi sahasında da benzer bir faaliyette bulunduğunu söyledi.
Fazlıoğlu, Tehâfüt tartışmaları bağlamında, Osmanlı ulemasının İbn Rüşd’ün Tehafütü’t-Tehâfüt’ünü bilmediği şeklindeki günümüz genel kabulünün doğru olmadığını, çünkü bu eserin bütün nüshalarının (altı nüsha) İstanbul’da istinsah edildiğini belirtti. Osmanlı âlimlerinin bu eserden haberdar olmalarına rağmen onu dikkate almayışlarını, Osmanlı dönemi varlık metafiziğinin İbn Rüşd’ün varlık metafiziğini aşmasına bağladı. Son olarak, geçmişe bir tarih ve medeniyet perspektifi, bir felsefe-bilim teorisi olmaksızın bakılamayacağını; ayrıca araştırmacının, araştırma nesnesi ile kendisi arasına ara-varlıklar ve otoriteler koymadan nesnesiyle doğrudan yüzleşmesi gerektiğini söyleyen Fazlıoğlu, Heidegger’in, “Efsaneler varlığa soru sormakla aşılabilir, soru sormak aklın dindarlığıdır” cümlesiyle konuşmasını bitirdi.
Panelin ikinci tebliğini sunan Ramazan Şeşen, Takiyüddîn Rasıd’ın hayatını ve eserlerini anlattı: Osmanlı’nın en büyük astronomlarından Takiyüddîn Rasıd 932/1526’da Şam’da doğdu. Bizzat kendisinin verdiği künyesinden anlaşıldığı üzere dedesi Selahaddin Eyyubî’nin Türk kumandanlardandır. Yine künyesinde geçen Sahyûnî nisbesi dedelerinin Sahyûn kalesinin sahibi (kumandanı) olduğunu gösterir. Şam ve Mısır’da çeşitli âlimlerden ders alır. et-Turuku’s-seniyye adlı eserini ise 26 yaşında telif eder. 1550’lerde İstanbul’a gelir, daha sonra Nahcuvan seferine katılır, Mısır’da bir süre müderrislik yaptıktan sonra İstanbul’a tekrar gelerek Semiz Ali Paşa zamanında Edirnekapı medresesinde müderris olur. Tinnis kadısı iken 25 metrelik bir kuyu kazdırıp astronomi çalışması yapar; Mısır ve Filistin’de kadıyken bu alandaki çalışmalarını sürdürür. Takiyüddîn Rasıd, 1570 yılında, Sultan II. Selim zamanında Mustafa Muvakkıt’ın ölümü üzerine ondan boşalan müneccimbaşılığa (baş-astronom) tayin edilir. Galata Kulesi’nde rasat çalışmalarını sürdürür. Tüm bu çalışmaları Sultan III. Murad’ın hocası Hoca Sadeddin ile Sokullu Mehmet Paşa’nın dikkatlerini çeker ve onların teşvikiyle 1579 yılı başlarında Tophane sırtlarında bugünkü Fransız Sarayı’nın bulunduğu mevkide büyük bir rasathane inşasına başlanır. Dâru’l-rasadi’l-cedîd adı verilen bu rasathane, henüz nedenleri tam tespit edilemeyen bazı siyasî ve astrolojik sebeplerle, Şeyhülislâm Kadızade Şemseddin Ali Efendi’nin Sultan III. Murad’a sunduğu fetva sonucu padişahın emriyle Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yıkılır. Bunun üzerine Takiyüddîn Rasıd, Katip Çelebî’ye göre Dımeşk’e gitmiş ve 993/1585’te orada vefat etmiştir. Başka bir rivayete göre ise İstanbul’da vefat etmiş ve Yahya Efendi haziresine defnedilmiştir.
Ramazan Şeşen, Takiyüddîn’in Mısır-Şam matematik-astronomi okulu ile Semerkand matematik-astronomi okulunu birleştirdiğini; matematik, astronomi, mekanik, fizik ve tıp gibi çeşitli alanlarda otuza yakın eser verdiğini ve rasad sonuçlarını Sidretu’l-muntehâ adlı eserinde topladığını belirtti. Osmanlı döneminde matematik, astronomi, mekanik ve optik alanında birinci sınıf eser yazan isimlerin başında Takiyüddîn Rasıd’ın geldiğini vurgulayarak konuşmasını tamamladı.
Üçüncü tebliğ, Takiyüddîn Rasıd’ın matematik, astronomi ve trigonometri alanındaki çalışmalarını anlatan Remzi Demir tarafından sunuldu Demir, sunumunda, ondalık kesirleri trigonometri ve astronomiye uygulayan ve bu alanlarda yapılan işlemleri kolaylaştırmayı düşünen ilk matematikçinin, şimdiye değin bilindiği kadarıyla, Takiyüddîn Rasıd olduğunu belirtti. Remzi Demir, Osmanlı matematikçilerinin kullandığı iki farklı hesap türünü, “Hint hesabı” denilen ondalık hesap ile “müneccim hesabı” denilen altmışlık hesabı tanıttığı Buğyetu’t-tullâb min ilmi’l-hisâb adlı eserinde Takiyüddîn’in ondalık sayı sistemini ayrı bir başlık altında inceleyerek astronomide kullanılan altmışlık hesabı ondalık hesap sistemine dönüştürmeye çalıştığını vurguladı ve Takiyüddîn’in Sidret el-munteha adlı zîcinde rasathanede yaptığı gözlemleri ondalık kesirlere uygun olarak kaydettiğini ekledi. Bu eserin bir başka özelliğinin ise, zâtü’l-ceyb (sinüs-kosünüs aleti) adlı rasat aletinin bir yüzünün ondalık, diğer yüzeyinin ise altmışlık hesaba göre hazırlanması olduğunu belirten Demir, böylece Takiyüddin’in astronomik sistemlerde kullanılan hesap aletlerini de kendi sistemine göre tanzim ettiğini vurguladı. Ayrıca Demir, Takiyüddîn’in 3500 yıllık bir gelenek olan altmışlık sayı sistemini değiştirmeyi denediğini, ondalık kesir sistemini trigonometriye uygulamaya çalıştığını ve Hindistan’da bulunan ve yarım kalmış olan bir zîcini de sadece ondalık sisteme göre hazırlayarak bu hedefini gerçekleştirdiğini belirtti. Fakat Demir’e göre çeşitli nedenlerle hiç kimse bu sistemi kullanmamış, geleneksel eğitimle yetişen müneccim ve muvakkıtlar bu sisteme itibar etmemişlerdir. Cerîdetu’d-durer adlı eserinde Takiyüddîn’in amacının, astronomi bilimini matematiksel sistemlerden kaynaklanan bütün güçlüklerden arındırmak olduğunu söyleyen Demir, Takiyüddin’in hazırladığı cetvelin interpolasyon işlemine imkân tanıyacak biçimde olduğunu vurgulayarak konuşmasını tamamladı.
Mustafa Kaçar ve Atilla Bir’in birlikte hazırladığı dördüncü tebliği Mustafa Kaçar sundu. Boşluğun bulunmaması prensibine dayanan İlm-i hiyel geleneği ve Takiyüddîn Rasıd konulu bu tebliğde Kaçar, bunun ince bir teknoloji olduğu için nesiller arası aktarımının pek mümkün olmadığını vurguladı. Daha sonra Kaçar Takiyüddîn’in Mısır’da kaleme alarak Mısır valisi Semiz Ali Paşa’ya ithaf ettiği et-Turuku’s-seniyye fî âlâti’r-rûhaniyye adlı eserini ayrıntılı bir şekilde tanıttı. Kaçar, hiyel geleneğinin sadece hükümdarı ya da halkı eğlendiren düzeneklerden daha çok, uygulamaya yönelik “işe yarar” aletlere dönüştürülmesi amacıyla Takiyüddîn’in bu konunun üzerinde çalışmasının dikkat çekici olduğunu belirterek konuşmasına son verdi.
Son konuşmacı olan H. Gazi Topdemir, Takiyüddîn’in Navru hadikati’l-ebsar ve nûru hakikâti’l-enzâr adlı optik kitabını tanıttı. Eseri önemli kılan unsurları sıralayan Topdemir’e göre: 1- Optik alanında Osmanlı tarihi boyunca deneysel ve kuramsal olarak yazılmış şimdiye kadar bilenen önemli eserdir.
2- Klasik dönemde gerçekleştirilen çalışmaları da ihtiva etmektedir. 3- Aynı zamanda yeni deneysel ve kuramsal araştırma sonuçlarına da yer vermektedir. Eserin mukaddimesinden sonra “Doğrudan Görme”, “Yansıma” ve “Kırılma” başlıklarını taşıyan üç bölümü olduğunu belirten Topdemir, Newton’a kadar bu ayrımın kullanılageldiğini, Newton’da bunlara renk konusunun eklendiğini vurguladı. Takiyüddîn’in “Işık maddesel bir şeydir ancak optik bir incelemede geometrik olarak kabul edilebilir” ifadesinin daha sonra Batı’da ilk kez Kepler tarafından Dioptirik adlı eserinde dile getirildiğini söyleyen Topdemir, Takiyüddîn’in yansıma kanununu mekanik analojilerden hareketle izah etmiş olmasının üzerinde durulması gereken önemli bir nokta olduğunu belirtti.
2- Klasik dönemde gerçekleştirilen çalışmaları da ihtiva etmektedir. 3- Aynı zamanda yeni deneysel ve kuramsal araştırma sonuçlarına da yer vermektedir. Eserin mukaddimesinden sonra “Doğrudan Görme”, “Yansıma” ve “Kırılma” başlıklarını taşıyan üç bölümü olduğunu belirten Topdemir, Newton’a kadar bu ayrımın kullanılageldiğini, Newton’da bunlara renk konusunun eklendiğini vurguladı. Takiyüddîn’in “Işık maddesel bir şeydir ancak optik bir incelemede geometrik olarak kabul edilebilir” ifadesinin daha sonra Batı’da ilk kez Kepler tarafından Dioptirik adlı eserinde dile getirildiğini söyleyen Topdemir, Takiyüddîn’in yansıma kanununu mekanik analojilerden hareketle izah etmiş olmasının üzerinde durulması gereken önemli bir nokta olduğunu belirtti.
Tebliğlerden sonra sorulara geçilerek tüm tebliğcilere söz hakkı verildi. Atilla Bir, Takiyüddîn Rasıd’ın bilim tarihçileri tarafından ihmal edildiğini hatırlattıktan sonra Osmanlı ilim mirasını ve ilim adamlarımızı ortak çalışmalar yürüterek tanımamız ve tanıtmamız gerektiği mesajını verdi. Daha sonra Mustafa Kaçar, Takiyüddîn Rasıd’ın temel probleminin “en hassas ölçümlere ulaşmak” ve “Uluğ Bey zîc’indeki hataları minimuma indirmek” olduğunu belirtti. Yazma eserlerin Avrupa’daki kütüphanelere nasıl taşındığının sorulması üzerine Remzi Demir, rahipler, gezginler ve diplomatlar aracılığıyla yazma eserlerin Avrupa’ya taşındığını fakat Batılı seyyahlara kitap satma hoşgörüsünün Avrupa’da Müslüman seyyahlara gösterilmediğinin, hatta Müslüman seyyahların Avrupa’da rahatlıkla dolaşmasının dahi mümkün olmadığının tarihî bir vakıa olduğunu söyledi. H. Gazi Topdemir, Takiyüddîn’in yaşadığı dönemde Batı’da, mekanik felsefe ağırlıklı matematiksel doğa tasarımını esas alan bir bilim anlayışının egemen olmaya başladığını ve Galileo-Newton arasındaki dönemde bilime konu olacak malzemenin ölçülebilirliğinin esas alındığını söyleyerek, Takiyüddîn’in de nicelleştirmeyi öncelemesinin, çağının bilim anlayışından uzak olmadığının bir kanıtı olduğuna dikkat çekti. Ayrıca, XVI. yüzyılda yazılmış bütün önemli fizik eserlerinin ona ait olduğunu vurguladı. Panel, İhsan Fazlıoğlu’nun, geleneğimizi önce kendi bağlamı içinde okuyup anlama çabası göstermedikçe, Batı’yla yapılan mukayeselerin hep sathî kalacağını vurgulayan sözleriyle son buldu.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO