- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 75 YIL: 2011
- Sanatın Sınırları ve Anlam Yitimi
Sanatın Sınırları ve Anlam Yitimi
Uşun Tükel
24 Şubat 2011
Değerlendirme: Zeynep Gökgöz
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü profesörlerinden Uşun Tükel, önemli paradigma değişiklikleri olarak gördüğü sanat eserine “özgün” bir “müdahale”yle sanatın sınırlarının nerede başlayıp bittiği üzerine düşünülmesi gerekenler ve bağlamından koparılmış bir eserin anlamında oluşacak erozyon üzerinden iki bölüme ayırdığı konuşmasına kısa bir giriş yaparak başladı.
İlk olarak konuğumuz kuram ve yöntem temeline oturmadıkça sanat yapıtları üzerine söz söylemenin çok kolay olduğunu, elinizde sağlam bir yöntemin bulunmasıyla herşeyin birbirine geçtiği günümüzde doğru çözümlemelere ulaşmanın imkânına vurgu yaptı. Aslında sanat tarihinin geleneksel yöntemleri günümüz sanatını algılayıp çözümlemekte yetersiz kalıyor, bunun için çoklukla öznel yorumlara gidiliniyordu. Artık alana özgü yöntemler üretmeye çalışmalı, bu bağlamda farklı disiplinlerin yaklaşımlarına itibar edilmeliydi. Zaten gün geçmiyordu ki inter, multi, trans disipliner yaklaşımlar gündeme gelmesin.
Günümüz sanatları nasıl değerlendirilebilir sorusuna verilebilecek cevapları iki tartışmalı örnek üzerinden ele almayı uygun gören Tükel’in gösterdiği ilk örnek 1997’de Amsterdam Stedeljik Müzesi’nde Rus sanatçı Alexander Brener’in Kazimir Maleviç’e ait 12 Milyon dolar değer biçilen Beyaz Üstüne Beyaz Haç’ına yeşil sprey boyayla çizdiği dolar işaretiydi. Zamanında da insanları ikiye bölen bu eyleme müze yetkililerinin cevapları sert olmuştu: “Sanatın tahrip edilmesi hiçbir zaman sanat olamaz.”
Tarihte buna benzer başka müdahalelerin de olduğu ancak burada yapılmak istenenin vandalizm değil de sanata farklı ve düşündürtücü bir boyut katılmak istenen bir eylem olduğunu gösteren ipuçları vardı. Cevap “Neden Maleviç?” ve “Neden bu resim?” sorularında gizliydi. Elden ele dolaşan, ressamının herhangi bir talimatı olmadan ölümüyle bir kısmının emanet ettiği arkadaşı tarafından, bir kısmının da kanunsuzca yurtdışına kaçırılmasıyla müzeler arası rekabete sebep olan Maleviç resimlerinden birine, gene hayranı olan bir başka ressam tarafından yapılan bu müdahaleyle aslında müze ve sanat piyasasının kalbi hedef alınmaktaydı.
Brener kendini şöyle savunur: “Kültür ve sanat artık dünyayı ya da insanı yeniden yaratmak isteğine sahip değildir. Bu koşullarda sanatçının tek arzusu, verili toplumsal sistemi tahrip etmek ve kültürün yeniden dinamik bir güç konumuna erişeceği yeni bir sistemi yaratmak olabilir.”[1]Bütün kurumlara yüklenerek şunları da söyler: “Belki de bir fikir olarak sanatın sonu gelmemiştir, sonu gelen sanat sistemidir. Tam tersine sanat muhtemelen gelecek dönüşümlere açıktır. Bu sorun sanatçıların sorunudur, sanat kurumlarının, eleştirmenlerin, kuratörlerin, vs. değil. Sanatçılar yapmaya cesaret edemedikleri herşey kadar yaptıkları herşey için de sorumlu tutulmalıdır.”[2]
Brener’in eylemini ontolojik olarak temellendirmesi olayın meşruluğu hakkında insanı düşündürtüyor, bazı durumlarda meşruluğu yasallıktan önde tutmak gerekebilir, diye.
Sonunda ne oluyor, eser üzerindeki dolar işareti silinmeye çalışılarak ikinci bir tahribat daha oluşturuluyor, silme işlemi gerçekleştirilmeden eserin üzerine “Maleviç+Brener” yazmak mümkünken. Çünkü ikisinin de mesajı yerindedir ve bu olay gerçek bir paradigma değişikliğine yol açarak sanat ortamında tıkanmış damarlara keskin bir neşter atmaktadır.
İkinci olarak ele alınan eser ise Monica Bonvinici’nin 8. İstanbul Bienali (2003) için tasarladığı, sonradan yerinden kaldırılmayan ama mekânın İstanbul Modern’e dönüştürülmesiyle alt kata iniş için bir mimari öğe halini alarak tenzili rütbe reva görülen “Cehenneme Merdiven” adlı yapıtıydı. İsmiyle müsemma bir yapılandırmaya sahip iken ve de bütünsel söylemini aynı mekânı paylaştığı Suh Do-Ho’nun “Merdiven” işiyle birlikte cennet-cehennem, göksel-yersel, aydınlık-karanlık gibi karşıtlıklar üzerinden yüklenmişken, bu ilişkilerin yok oluşuyla, bir anlamda mekânıyla sıkı ilişki içindeki geçici işlerin kalıcı hale getirilmeleriyle gerçekleşen anlam yitiminin tipik örneklerinden biri oluvermiştir. Sergi mekânının müze mekânına, sergi izleyicisinin müze izleyicisine dönüşümü de üzerinde düşünülmesi gereken farklı izlekler olarak karşımızda durmaktadır.
Sanatın tüm bu hallerinde ortaya çıkan sorular, olası cevaplar, en basitinden sanatın tanımında dahi ortaya çıkan değişim ve dönüşüm karşısında sanat tarihçisi ve eleştirmeninin neler yapması gerektiği üzerinden devam eden konuşmada (ki dinleyicisini de bu konuşmada özne konumuna getirerek tam anlamıyla bir performans ortaya koyan ve keyifli bir tartışma ortamı yaratan) Uşun Tükel en vurucu cümlesini en son cümle olarak kurarak sanata ilişkin bu konuşmalardan varılacak nihai çözüme şu şekilde ulaştı: “Bundan sonra herşeyi tevekkülle karşılamak gerekecek!”
[1]D. Lindsay, “Vandallığın Sanatı
ya da Sanatın Vandallığı”, Art-ist,
sy. 1 (Haziran 1999).
[2] A. Brener ve B. Schurz, “Sanatı Sanatçılardan Kurtarın!:
Radikal Teori Karşısında
Sanatçılar”, Art-ist, yıl 2,
sy. 2 (Ocak 2005).
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ