- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 62 YIL: 2006
- Avrupa’da İslâm: Yeni Gelişmeler
Avrupa’da İslâm: Yeni Gelişmeler
Necdet Subaşı
18 Kasım 2006
Değerlendirme: Emrullah Bulut
MAM Dîvan Toplantılarının Kasım ayı konuğu Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç Dr. Necdet Subaşı’ydı. Subaşı, Avrupa İslâm’ı üzerine üç yıldır sürdürdüğü araştırmalarının sonuçlarını bizimle paylaştı. Altı Avrupa ülkesinde altı araştırmacı tarafından –kendisi Fransa örneği olmak üzere- “referans grupları” üzerine bir alan çalışması yaptıklarını, özellikle Türklerin sosyal ve dinî yapılarını ortaya koymayı amaçladıklarını ve yakın bir tarihte bu çalışmalarının yayınlanacağını belirtti. Sunumuna İslâm-Avrupa ilişkilerinin kısa tarihî seyrini vererek başlayan Subaşı’ya göre, günümüzde Müslüman nüfusun durumunu, sömürgecilik sonrası gelişmelerle ve özellikle Fransa, Almanya gibi ülkelere 1960-1980 yılları arasında yaşanan işçi göçünün izleriyle birlikte düşünmek gerekiyor. İran, Afganistan, Türkiye gibi ülkelerden Avrupa’ya siyasî sığınma talepleri, Batılı Müslüman mühtediler gibi etkenler de bu yapılanma içinde yer alıyor.
Subaşı’ya göre, Avrupa-İslâm ilişkilerinin araştırılmasında kavramsal kurgunun seyrini takip etmek bile çok farklı bakış açıları ve farklı araştırma yöntemlerine kapı aralar: Avrupa’da İslâm Avrupa düşüncesinin dışında kalmış periferik bir görüngüyü analiz çabasını ve “bunlar ne olacak?” sorusunu içinde barındırır. Avrupa ve İslâm tanınma talebi içeren müzakereci bir İslâm’ı, Avrupa İslâm’ı ise “Bu İslâm’ı ne yapmalı?” sorusunu da içeren ve onu yeniden tasarlamayı amaçlayan Avrupa merkezli bir bakışın manipülatif bir tavrını yansıtır. Avrupa’daki İslâm Avrupa’da yaşayan Müslümanların sosyolojik karşılığının, içinde yaşadıkları değerlerin Müslümanlıklarına ne kattığının cevabını arayan bir yaklaşıma sahiptir.
Subaşı bugün Avrupa’daki temel sorunu şöylece özetledi: “Bugün Avrupalı siyasî güçler için temel problem, Müslümanların buraları kendi toprağı olarak görmeye başlamalarıdır. Müslümanların ‘Avrupalı olma’ durumu birçok ülkeyi de rahatsız etmektedir. Özellikle Doğulu Müslümanlar (İran, Türkiye gibi) bir diaspora anlayışı içinde; ancak Kuzey Afrikalı Müslümanlar için bu söz konusu değil. İslâm Avrupa ülkelerinin birçoğunda farklı yönlerden de olsa (vatandaşlık, haklar, dinî temsil gibi) farklı tanınma süreçlerine girmiş durumdadır. Ancak 11 Eylül’den sonra İslâm ile ilgili çok olumsuz bir algı var ki bu medyada da çokça karşımız çıkıyor. İslâm, korkulması gereken bir din imajına büründürülmüş. Özellikle Fransa’da geçen yıl yaşanan olaylar, Müslümanların yıllardır oluşturmaya çalıştığı olumlu imajı yerle bir etti. Ancak bir taraftan da psikolojik olarak ezilmişlik duygusunu, onur kaybını yenme anlamında da bir güç verdiğini gözlemlemek mümkün.”
Subaşı, özellikle temsilcileriyle birebir görüşme ve gözlemlere dayanarak üzerinde çalıştıkları Türkler hakkında özetle şunları söyledi: “Buradaki Türklerin İslâm algısı daha çok ahlâk özellikle de namus vurgusu etrafında şekillenmiş durumda. Yerleşme olarak ilk dönemlerdeki gibi bir gettolaşma yok. Dağılmış durumdalar, genellikle camide buluşuyorlar. Ama şunu da görmek lazım ki Türkler 70’lerdeki zihinsel dünyalarını aşamamış durumda. Bunları aşmalarını sağlayacak yeni nesil de, çok kuşatıcı bir eğitimden sonra kendi toplumuna geri dönmek konusunda zorluk çekiyor. Dolayısıyla rehberlik yapamıyor, çözüm üretemiyorlar. Çünkü yoğun bir sosyal baskı var Türklerde. Bugünün Fransası’nda Fransızcadan başka kullanılabilecek bir dil yok. Yeni kuşak Türkler Türkçeden kopmuş durumda. Türkçe günlük hayatı yönlendiren bir dil olmaktan çıkmış. Ancak Fransızca derinliğine bir içerikle kullanılabiliyor. Türklerde, Türkiye’de taşrada yaşayan bir İslâm’ın izlerini bariz bir şekilde görüyorsunuz. Ancak bu durum Fransa gibi eğitimin kuşatıcılığının çok yoğun olduğu bir ülkede gençler için yeterli olmuyor. İnancı kişinin içinde saklanılan bir ukde olarak kalıyor. Hacca gitmek çok belirgin bir gösterge olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yanında hiçbir Fransızla muhatap olmamakla övünen insanlar var. Müslümanların temsili gibi konularda farklı Müslüman toplumlar arasında anlaşmazlıklar görülüyor. Ancak Avrupa devletleri nezdinde ‘Türkiye Müslümanlığı’nın daha cazip olduğunu söylemek mümkün.”
Sunumunun son bölümünü bu araştırmanın ortaya koyduğu problemlere ayıran Subaşı şunları söyledi: “Bu tartışmada Müslümanlar açısından ortaya çıkan sorun şudur: Acaba İslâm Avrupa’nın değerleriyle buluşarak, bir Avrupa olgusu olarak ortaya çıkacak mı? Yoksa ayakları ne geldikleri ülkeye ne de yaşadıkları ülkeye basan ve bir kök problemi yaşayan bir sorunla mı karşı karşıya kalacağız? Bunun cevabına Türkler üzerinden gidildiğinde şu sonuca varmak mümkün: I. ve II. kuşak için bulundukları ülkelere dair hiçbir tahayyül yok ve onlar için dinî algı anlamında Türkiye daha belirleyici olmaya devam ediyor. Ancak yeni kuşağın ne Türkiyesi ne de bir Avrupası var. İslâm daha çok sembolik tercihlerle, sembolik aygıtlarla yürüyen bir algı görünümünde. Müslümanlar esasen şu konulara kafa yormak zorundalar ki bunu pek yaptıkları söylenemez: İşkence ve kötü muamele, asimilasyon, ayrımcılık, kültürel çatışmalarda nasıl direnç üretileceği, aile birleşimi konusundaki kotaları aşma, İslâmofobi.”
Araştırmanın ortaya koyduğu temel soruyu ise Subaşı şöyle dile getirdi: “Avrupa Müslümanlarının asimilasyonla entegrasyon arasında bir tercih yapma zorunluluğu var. Müslümanlar ya Avrupa’nın öteden beri sakladığı ve pratize ettiği asimilasyona kurban olacaklar, dönüşecekler ve varlıklarından vazgeçecekler -ki bazı Müslüman entelektüeller bu yönde fikirler ortaya atıyor-, ya da entegrasyon için çalışacaklar. Ancak Türkler bunu da asimilasyon olarak kabul ediyor. Bu şekilde hiçbir yere ait olmayan, inançlarının “yerli” bir gündelik gerçeğini üretememiş, cami ile sokak arasında çelişki ve gerilim yaşayan, ancak görünüm anlamında dindar bir imaj çizmeye çalışan bu toplum ne olacak?”
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ