- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 78 YIL: 2012
- Küresel Siyaseti Nasıl Düşünebiliriz? (How to Think about Global Politics?)
Küresel Siyaseti Nasıl Düşünebiliriz? (How to Think about Global Politics?)
Michael Dillon
11 Şubat 2012
Değerlendirme: Kadir Temiz
“Küresele Kuramsal Bakışlar” toplantı dizisinin ikinci konuğu, İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Michael Dillon oldu. Dillon, konuşmasında kendisinin anlamlandırdığı “teori” kavramından yola çıkarak hem uluslararası ilişkiler teorilerinin geleceği hem de XXI. yüzyılın başında yüzleştiğimiz yeni sorunlara nasıl bir teorik bakış açısı ile yaklaşmamız gerektiği üzerine değerlendirmelerde bulundu.
Konuşmasına teorinin tanımı ile başlayan Dillon, genel olarak teori korkulan ve çekinilen bir alan olsa da ona “entelektüel kasları geliştiren bir faaliyet” olarak bakmayı önerdi. Dillon’a göre bu anlamıyla teori bir hakikat arayışıdır. İnsan hem doğayı hem yüzleştiği birtakım sorunları anlamak ve anlamlandırmak için bir arayış içerisindedir. İster deneysel ister deneysel olmayan bir çalışma olsun bu teorik temeli bütün analizlerde kullanabiliriz. Ancak bu tanım eksik kalırsa, yani teoriyi bir arayış olmaktan çıkarırsak, sadece tanıma dayalı bir çalışma kalır elimizde. Bu sebeple bir meseleye teorik bakmak; tam anlamıyla bir meseleye işaret etmek ve onu eleştirel bir zemine oturtmaktır.
Hakikatin ifadesi/anlatısı (theory as truth-telling) aslında Dillon’ın Michael Foucault’dan etkilenerek tanımladığı bir kavram. Bu sebeple yine Foucault’ya referansla yaptığı tanımlarda onun isim ve fiil olarak ayrıştırdığı teoriden bahseder. Yani bir bakıma isim olarak teori yoktur, fiil olarak teorileştirmek vardır. Böylece daha verimli bir alana çıkar teori. İsim halindeyken bir nesneye ihtiyacımız vardır; ama fiilleştirdiğimizde artık bir özneye ihtiyacımız olur. Onu fiilleştirdiğimizde artık bir şeyin başka biri tarafından yapılacağını anlarız. Böylece dünyaya ya da küresel olana baktığımızda, sadece bir tanımlama ya da düşünmede bulunmayıp bizi eyleme götürecek olan bir sürece de girmiş oluruz.
Uluslararası ilişkiler alanında da hakikatler ve hakikat anlatıcıları vardır (theorists as truth-tellers). Farklı jargonlar ve yöntemler kullansalar da bu anlatıcıların neredeyse her biri kadar hakikat sunulur. Burada asıl önemli nokta bir hakikat anlatıcısından farklı, ondan soyut ve bağımsız bir hakikatin olamayacağı gerçeğidir. Ayrıca onun tarihsel olarak yaşadığı çevre ve süreç, hakikatini de etkiler.
Eğer hakikatin varlığına inanıyorsak, böyle bir varsayımımız varsa, o halde o hakikatin anlatıcıları tarafından koyulan kurallara da inanıyoruz demektir. Meselenin ilginç taraflarından biri de bu kadar farklı hakikat ve hakikat anlatıcıları içinde farklı ve birbirinden tamamen bağımsız kuralların da olabileceğini kabul etmiş oluruz. Kim olursa olsun bu, hakikati kurallaştırır ve dolayısıyla her kural da kendi hakikatini ortaya çıkarmaya çalışır. İşte bu, hakikatin siyasetidir (theory as the politics of truth).
Fearless Speechadlı kitapta Foucault, sorunsallaştırma (problematization) ve sorunsallaştırmak (problematize) kelimelerini inceler. Bu konu kendi hakikatimizi ortaya koyarken geçeceğimiz önemli bir eşiktir. Bir konuyu nasıl sorunsallaştırdığımız önemlidir. Çünkü ancak bu şekilde genel bir hakikat sorunumuzun içinde bir sorunu parçalara ayırıp spesifik hale getirebiliriz. İşte tam burada sorun sorunsallaştırılıyor; yani isim yine fiil haline dönüyor. Bu sorunlar içinde bazılarını önceliyor, bazılarını ikincil plana atıyoruz. Terörizm, güvenlik, iklim değişikliği gibi sorunlar düşünüldüğünde bu ilişki kolaylıkla anlaşılabilir. Mesela iklim değişikliği daha önce de varolan bir sorundu. Ancak daha önce sorunsallaştırılmamıştı. Sorunsallaştırılmadığı için de konuşulmuyordu. Ama şimdi konuşuluyor (theorizing as problematizing).
Bu sorunsallaştırmayı küresel düzeyde yaptığımızda ortaya bir bakıma uluslararası ilişkiler teorisi çıkıyor. Ancak şu anda elimize aldığımız bir uluslararası ilişkiler teorisi bize ne anlatıyor diye baktığımızda çok farklı sorunsallaştırmaları görmüyoruz. Klasik realist-idealist teoriler tartışmasından post-yapısalcılığa kadar uluslararası ilişkiler teorilerinde bir sorunsallaştırma eksikliği var. Bunun en temel nedeni de hakikat anlatıcılarının yeni sorunsallaştırmaları ortaya koyamamaları. Michael Dillon tam da böyle bir eksiklik üzerinden teorinin bizatihi kendisini yeniden sorunsallaştırmamız gerektiğinin altını çiziyor. Bunu yaparken de Foucault’nun genealogykavramından faydalanıp uluslararası ilişkiler teorisinin de jeneolojik bir haritasını çıkararak yeni sorunsallaştırmalara gidiyor.
Dillon’a göre tarihsel olaylarla teorik gelişmeler arasında çok ilginç rastlantısallıklar vardır. Artık teorilerin kendini tekrar etmeye başladığı dönemlerde tarihî kırılmalar yaşanmış ve ortaya yeni aktörler çıkmıştır. 1989’da Avrupa’nın güvenliği konusunda klasik teorilere bağlı olarak NATO ve Varşova paktlarını anlattığı bir dersin ertesi günü Berlin Duvarı’nın yıkıldığını belirten Dillon, bunu bir teori hocası için utanç verici olarak görüyor. Şartların değişmesi bir bakıma sorunsallaştırmaları ve sorunları da değiştiriyor. İnsanlar artık Soğuk Savaş döneminde iki büyük gücün karşılıklı nükleer tehdit oluşturmasını ya da ideolojik kutuplaşmayı değil, küresel iklim değişikliği, terörizm ve bilgi teknolojileri gibi sorunları konuşuyor.
Dillon’a göre artık uluslararası olandan da bahsetmek mümkün değil; zira ortada küresel bir alan var. Bu küresel alanda ilişkiden ziyade karşılıklı bağlılık (interconnectedness) önemli. Tabii ulus-devlete ya da yaşadığımız toplumsal ilişkilere bağlı olarak değişmeyen bazı şeyler var. Örneğin hâlâ “ulusal çıkar”, “devletin bekası” ve “egemenlik” gibi kavramlardan bahsediyoruz. Zaten yeniden sorunsallaştırma denen şey geçmişin tümden reddi değil, aksine geçmişin yeniden yeni bir dil ile okunarak sorunsallaştırılmasıdır. O halde eski kavramları yenileriyle mezcederek yeni okumalar yapmak gerekiyor. İşte bu da yeni hakikat anlatıcılarını gerekli kılıyor. Biopolitik ve jeopolitik gibi yeni dönemin merkezî sorunlarını tartışmamız gerekiyor. Devlet hâlâ mevcut; ama artık bilgi toplumu içinde, teknik ve bilimsel gelişmelerin eşliğinde anlamamız gereken bir devlet var; yani yeni bir hakikat siyasetine doğru bir yöneliş sözkonusu.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ