- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 65 YIL: 2007
- Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk Felsefesi
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk Felsefesi
Remzi Demir
26 Kasım 2007
Değerlendirme: Reyhan Sarıkaya
İlim kesbiyle rütbe-i rif’at
Ârzû-yı muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
bir kîl ü kâl imiş ancak (Fuzûlî)
Beyitlerini Müslüman düşünürlerin vird-i zeban kabilinden ele almalarından olsa gerek, bu beyitler onların ilmî çalışmalarına ivme kazandıran bir söylem olagelmiştir. Ve devamında:
İlim bir lücce-i bî-sâhildür
Anda âlim geçinen câhildir (Nâbî)
Demekle sahip oldukları düşünsel birikimin önünü açarak ilim vadisinde kesb-i kemal etmede de daim olmuşlardır.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Remzi Demir’in bu devasa birikimi gözler önüne sermeye yönelik kaleme aldığı, Philosophia Ottomanica adlı, kendi deyimiyle mütevazı çalışmasının muhteva ve serüvenini Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Bir Kitap/Bir Yazar adlı programda yazarın kendisinden dinledik. Demir, sunumunun ilk bölümünde özellikle kaynaklarına değindi ve birçok bilgiye ulaşmayı umduğu Osmanlılara ait edebî, siyasî, coğrafî, tarihî, fıkhî ve sair kaynaklar üzerine yapılan çalışmalardan umduğu malumatları alamadığını belirtti. Bunun da kitabın kapsam ve derinliğini olumsuz etkilediğini ifade etti. Sonrasında ise dinleyicilere özetle şu bilgileri aktardı:
Üç cilt olarak ele alınan Philosophia Ottomanica/Osmanlı İmparatorluğu Dönemimde Türk Felsefesi adlı çalışmanın temelde iki maksadı vardır:
• Birincisi, Osmanlılar döneminde incelemeye değecek yoğunlukta ve olgunlukta bir “felsefe etkinliği”nin bulunduğunu ortaya koymak.
• İkincisi, söz konusu etkinlik sonucunda ortaya çıkan düşünsel birikimin özgün yönlerine dikkat çekmek.
Ulaşılabilen tarihî bulguların ışığı altında Osmanlı felsefe tarihi üç döneme ayrılmaktadır. XIV. yüzyıl ile XVI. yüzyıl arasını kapsayan birinci dönem, İslâm felsefe geleneği içinde şekillendiği için “Philosophia Antiqua (Eski Felsefe)”; XVII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadarki ikinci dönem, eski ile yeni arasında geçişkenlik arzettiğinden “Eski ile Yeni Felsefe Arasında”; Batı Felsefe Geleneği çerçevesinde biçimlenen üçüncü dönem ise “Philosophia Nova” yani yeni felsefebaşlığını taşımaktadır. Kitap, her dönemi ayrı bir ciltte incelemektedir.
Osmanlı düşünce tarihindeki mevcut felsefe birikimini, tebarüz etmiş isimler çerçevesinde ele alan birinci kitap, Osmanlı düşüncesinin aydınlatılması gereken yönlerini duyurmak ve bu yöndeki -çok gecikmiş- tartışmaları başlatmak amacıyla yazılmıştır ve bu sebeple büyük bir iddiayı içermemektedir. Bunun yanı sıra kitap, Philosophia Ottomanica’nın yani Hikmet-i Osmaniye’nin, takriben altı asrı kapsayan gelişim sürecinin bir bütün olarak nasıl sergilenmesi ve yazılması gerektiği konusunda ciddi bir öneri de getirmektedir. Bu kitabın asıl işlevi ise, tarihsel yaklaşımdan yardım alarak, Türk felsefî düşüncesinin kendi kendisinin bilincine varmasını sağlamak olacaktır; böylece Türk düşünce hayatında yeni bir aşamaya girilecek ve bir yerde Eski Felsefe birikimi ile Yeni Felsefe birikimi buluşarak geleceğin felsefî sistemlerine uygun bir zemin hazırlayacaktır.
İkinci kitabın konusunu teşkil eden ara dönemde, yani XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ise eski felsefe ile yeni felsefe karşı karşıya gelmişler ve birbirleriyle kıyasıya çatışmışlardır. Ancak bugün mahiyetini çok iyi bilmediğimiz bu çatışma, muhtemelen XVII. yüzyılda İbn Haldunculuk’un Türk düşüncesini çok daha realist bir çizgiye çekmesi; XVIII. yüzyılda ise giderek yükselen askerî bürokrasinin, Avrupa ordularının artan baskılarına direnebilmek için, öncelikle savaş teknolojisinin aktarılmasını icbar etmesinden dolayı eski felsefenin yavaş yavaş terk edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu iki asrın, felsefe tarihçileri tarafından oldukça ihmal edildiği görülmektedir. Bu nedenle söz konusu dönemlerin fikir hareketlerine ikinci ciltte genel olarak bakılıp, eski felsefenin hangi koşullar altında oluştuğu ve yerleştiği gösterilmeye çalışılmıştır. XVIII. yüzyılda püriten yaklaşım bir yere kadar etkili ve hatta medreselere kadar sızarak bazı âlimleri yanına çekmeyi başarmış olmakla beraber -mesela Maraş’ta dersler veren Saçaklızade’de bu etkilerin izlerini görmek mümkündür- Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Yanyalı Esad Efendi ve İbrahim Müteferrika gibi önde gelen diğer düşünürler, kendilerini bu etkilerden kurtarmayı başarmış ve yüzlerini, bir ölçüde de olsa Avrupa’ya çevirmişlerdir.
Üçüncü kitabın ele aldığı konulara baktığımızda; eski felsefe, yeni bilim ve yeni edebiyattan da aldığı destekle, XIX. yüzyılın ikinci yarısında, Türk düşüncesinin temel sorunlarını ve bu sorunlara yaklaşımı değiştirmiştir. Bu sebeple eski felsefenin son cengâverlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa ile oğlu Sedat Bey’in ve kızı Fatma Aliye Hanım’ın trajik mücadeleleri yeniden yorumlanmalıdır; meşhur Baba-Oğul-Kız, Aristoteles mantığını, bir Seyfü’l-Âdet kılarak “Yenilikçiler” üzerine saldırmışlar ama sonucu değiştirememişlerdir. Yeni eskiyi kovmuş ve memleketin düşünce dünyasında “Philosophia Nova”nın göz alıcı çiçekleri filiz vermeye başlamıştır.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ