- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 79 YIL: 2012
- Osmanlı Siyasetname Geleneği ve Dede Cöngi
Osmanlı Siyasetname Geleneği ve Dede Cöngi
Abdullah Sabit Tuna
9 Haziran 2012
Değerlendirme: Abdullah Said Arı
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Tezgâhtakiler toplantısının Haziran ayındaki ikinci konuğu Abdullah Sabit Tuna’ydı. Tuna, İstanbul Üniversitesi SBE Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamladığı “Osmanlı Siyaset Geleneği İçinde Dede Cöngi’nin Yeri ve Eserinin Tahlili” isimli yüksek lisans tez çalışması çerçevesinde bir sunum yaptı.
İlk olarak es-siyâsetü’ş-şer‘iyye kavramını inceleyen Tuna, bu kavramın, yöneticilerin insanların yararını gözeterek dinin hükümlerine aykırı olmayacak şekilde tasarrufta bulunması anlamına geldiğini belirtti. Kavram on dördüncü yüzyıldan itibaren yaygın bir şekilde kullanılmaya başlansa da o döneme kadar aynı anlamı ihtiva eden farklı kavramlar kullanılmıştır. Tedbîr, ta‘zîr, maslahat ve sedd-i zerâ’i gibi kavramların, zaman zaman es-siyâsetü’ş-şer‘iyye ile eşanlamlı olarak kullanıldığını ifade eden Tuna, bu durumun kavramın kapsamını genişletip farklı anlamları içerir şekilde kullanılması tehlikesini doğurduğuna işaret etti.
İstihsân, istıslâh, sedd-i zerâ’i, maslahat ve örf gibi temel kavramlar üzerinde şekillenen es-siyâsetü’ş-şer‘iyye, istidlâl yolu ile elde edilen hükümleri kapsamaktadır. Bu hükümlerin çoğu doğrudan fıkhın temel kaynaklarında yer almamakla beraber, mefsedetin ortadan kaldırılması gayesi ile fıkıh usulüne dikkat edilerek istidlâl yolu ile ortaya konulmuştur. Cüveynî’nin tarifine göre üzerinde ittifak edilmiş bir asıl bulunmaksızın aklî düşüncenin bir gereği olarak hükmü gösteren, hükme mânâsını veren fıkhî düşünme yolu olarak ifade edilen istidlâl, es-siyâsetü’ş-şer‘iyyenin temel hüküm elde etme yolu olmuştur. Bu noktada Osmanlı hukuku araştırmalarındaki sekülerleşme tartışmalarına değinen Tuna, siyasi hükümlerin belli oranda yöneticilerin inisiyatifi ile verilmesini sekülerleşme olarak görmenin doğru olmadığını, bu uygulamanın dinî hükümlerin uygulanmasını siyaset alanının yozlaşmaya meyyal yapısından uzak tutma arzusunun sonucu olabileceğini ifade etti. Böyle bir durum hem kadılara siyasetten korunaklı biçimde hüküm verme imkânı tanımış, hem de yöneticilere somut siyasi gereklere uygun kararlar vermek için alan açmıştır.
Daha sonra es-siyâsetü’ş-şer‘iyye literatüründe çokça yer verilen bazı kavramları irdeleyen Tuna, bu kavramların insanların maslahatı gayesi etrafında yoğunlaştığını belirtti. Maslahatın, dinin koyduğu ana ilkeleri ve gerçekleştirmek istediği gayeleri kuşatacak şekilde insanların dünya ve ahiret menfaatini sağlamak olduğunu ifade eden Tuna, sedd-i zerâ’inin de normalde mubah olan bir şeyin insanlara zarar verebileceği gerekçesiyle yasaklanması anlamına geldiğini dile getirdi. Bu noktada Tuna din, can, akıl, ırz ve malın korunması gereken şeyler olarak görüldüğünü ve cezaların had ve kısasın yanında yöneticilere inisiyatif alanı bırakan tazir kapsamında farklı şekillerde değerlendirildiğini zikretti. Tazir alanında belirginleşen şer‘i-örfi ayrımına da dikkat çeken Tuna bu durumun sekülerleşmenin bir sonucu değil, siyasetin dönüştürücü gücünün dinin temel kaynaklarına zarar vermesinin engellenmesi olduğunu ifade etmiştir.
On altıncı yüzyıl, Osmanlı Devleti’nde siyaset alanında önceki dönemlere göre hayli fazla sayıda eserin telif edildiği bir dönem olması hasebiyle ayrı bir öneme sahiptir. Dede Cöngi’nin eseri de bu dönemde telif edilmiş olmakla beraber, Dede Cöngi’nin ilim tahsiline yirmi yaşından sonra başlamış olması ve diğer görevlerinin yanında Hüsrev Paşa Medresesi’nin ilk müderrisi olması hasebiyle ayrı bir önemi haizdir. Eserin temel meselesi yeryüzündeki fesadın ve zulmün yok edilmesidir. Bu noktada yöneticiler ve kadılar bunu sağlamak için gereken yaptırımları dinin sınırları çerçevesinde uygulamakla yükümlüdür. Dede Cöngi, yöneticiler ile kadıların farklılıkları konusuna eserinde geniş bir yer ayırmıştır. Yöneticiler siyasi hükümleri yerine getirmekle yükümlü iken, kadılar dinî hükümlerle ilgilenmektedir. Bu ayrım bu iki grubun genel yaşayışı ile ilgili bazı tavsiye ve uyarıların da vaz edilmesine yol açmıştır. Son olarak Tuna, bu müellifin sadece Hanefi mezhebinden değil diğer mezhep âlimlerinden de sıkça yararlanması hasebiyle ayrı bir önem arzettiğini belirtti.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ