Türk Dış Politikasında Balkanlar

Birgül Demirtaş

17 Ekim 2012
Değerlendirme:
Nedim Emin

Osmanlı’nın Balkanlardan geri çekilişinin 100. yıldönümünde Küresel Araştırmalar Merkezi, önde gelen Balkan uzmanlarından TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Birgül Demirtaş’ı misafir etti. Balkanlardaki Osmanlı mirasına, dolayısıyla Türkiye’nin bölge ile tarihten beslenen organik ilişkisine vurgu yaparak sunumuna başlayan Demirtaş, tarihte ve günümüzde Türk dış politikasının Balkanlar perspektifini ve bölgeye gösterdiği ilginin nedenlerini konu edindi. Balkanların iç sorunlarına da değinen Demirtaş, Türk dış politikasının bu sorunlara yaklaşımını ve çözüm önerilerini değerlendirdi.

Türkiye’de Balkanlar dendiğinde zihinlerde Osmanlı ve bölgedeki Osmanlı mirası canlanır. Zira Balkanlar, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişinde kilit bir role sahip hem de çöküşünü hızlandıran en kritik bölge olarak hafızalarımıza kazındı. Türkiye’deki Balkan algısı bölgedeki tarihî ve kültürel miras üzerinden pozitif anlamlar yüklenerek şekillendi. Gerek Balkanlarda halen Osmanlı’yı benimseyen ve “canlı miras” olarak nitelenebilecek Müslüman unsurların varlığı gerekse nüfusumuzun dikkate değer bir kısmını Balkan göçmenlerinin oluşturması, Türkiye’yi bölgeye daha fazla yaklaştıran bir etken oldu. Balkan halkları nezdinde ise Osmanlı, ya reddedilen ve ötekileştirilen bir miras ya da ortak geçmişe gönülsüz bir şekilde aidiyet hissedilen bir İmparatorluk olarak algılanageldi. Bu farklı algı biçimlerini anlatmak için Adela Peeva’nın Bu Şarkı Kiminisimli belgeselinden yola çıkan Demirtaş, Balkanlardaki ortak kültürün ne şekilde sahiplenildiğine/ötekileştirildiğine ilginç açılardan değindi.

Demirtaş’a göre, Cumhuriyet’in kuruluşunun akabinde Türkiye’nin Balkan politikası, bölgedeki sorunlara ve tehditlere karşı önlem almaya ağırlık verilerek şekillendi. Bulgaristan’ın yayılmacı politikalarına karşı 1934’te Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya ile imzalanan Balkan Paktı ve 1954’te Yugoslavya ve Yunanistan ile yapılan Bled Antlaşması, bölgesel ittifaklara yönelen Türkiye’nin güvenlik kaygılarına delalet ediyordu. Soğuk Savaş döneminde ise Türkiye’nin Balkan politikaları çok daha sınırlı kaldı, Doğu ile Batı bloklarının sıkıştırdığı alanda çok fazla hareket alanı bulamadı. Balkan politikalarında değişimi, küresel çapta Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve bölgesel anlamda Yugoslavya’nın parçalanma sürecine girmesi tetikledi ve Türkiye, tıpkı Ortadoğu ve Kafkasya’da olduğu gibi, Balkanlarda da daha geniş bir manevra alanı elde etti. Başta Balkanlarda çıkarlarının örtüştüğü ABD ile ortak politikalar izleyen Türkiye, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşanan Bosna ve Kosova Savaşları esnasında, barış ve güvenliği esas alarak uluslararası sistemi harekete geçirme eğilimi gösterdi.

2000’lerde özellikle AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra ise Türk dış politikasında ciddi bir hareketlenme gözlemlendiğini belirten Demirtaş’a göre, küresel aktörler özellikle son yıllarda ilgisini Ortadoğu’ya yoğunlaştırırken Balkanlar Türk dış politikasının etkisine daha fazla açıldı. Ankara bu fırsatı iyi değerlendirerek son on yıldır kademeli olarak bölgede etkinliğini arttırdı. Önceden güvenlik odaklı politikalar izleyen Türkiye, yeni dönemde ekonomik olarak daha görünür olmaya başladı. Dış politikanın yumuşak gücünü temsil eden kurumlara Yunus Emre Enstitüsü eklenirken, Diyanet İşleri Başkanlığı da kendini göstermeye başladı. Bazı negatif tepkilere ve tartışmalara yol açmasına rağmen bölgede yaygınlaşan Türk dizileri de birtakım önyargıların yıkılmasına katkı sağladı. Önceden sadece resmî temaslar ile yetinen Türk Dışişleri, Balkan halkları ile direkt ilişki kurmaya çalıştı.

Son yıllarda Türk dış politikasının Balkanlara sorunlardan ziyade vizyon odaklı yaklaşması Türkiye’nin bölgedeki etkinliğinin daha kapsayıcı olmasını sağladı. Demirtaş’a göre, ekonomik olarak da bölgedeki varlığının belirginleşmesi ile birlikte Türkiye, neo-Osmanlıcılık tartışmalarıyla bölge için bir tehditmiş gibi sunulmaya çalışıldı. Oysa Türk Dışişlerinin üzerinde durduğu bölgesel yeniden bütünleşme, bölgesel sahiplenme, AB ile NATO entegrasyonu ve bölgesel ve küresel örgütlerle uyum içinde olma gibi tarihsel olmaktan ziyade geleceğe yönelik perspektif sunan yaklaşımlar, Türk dış politikasının Balkanlarda daha ciddi adımlar atmasının yolunu açtı. Balkanların içinde barındırdığı bölgesel sorunlar, Türkiye’nin bu yaklaşımlarının pratikte bir karşılığının olmasını sağladı ve sorunlu üç ülke –Sırbistan, Hırvatistan ve Bosna-Hersek– arasında üçlü mekanizmanın kurulması, yine Türkiye’nin inisiyatifiyle gerçekleşen önemli bir gelişmeydi.

Demirtaş sunumun sonunda, Türkiye’nin Balkanlarda artık çok daha geniş bir hareket alanı elde ettiğini, ancak bölgenin negatif bir barışa sahip olduğunu, dolayısıyla bölgenin AB ve NATO’ya entegrasyonunun Türkiye tarafından önemsenerek yoğun bir şekilde desteklendiğini vurguladı. Türkiye’nin bölgede çok daha aktif bir rol almasını elzem görürken, yine de bölgedeki sorunların daha fazla büyüme ve yayılma ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çekti. Sırbistan’da yeni seçilen ve Kosova konusunda daha milliyetçi bir tavır takınan Sırp Hükümeti, Bosna-Hersek’te halen işlevselliği sorunlu haldeki Dayton ürünü yönetim biçimi, yükselen Büyük Arnavutluk sesleri ve Yunanistan’dan sonra Bulgaristan tarafından da AB üyeliği veto edilen Makedonya, bölgede halen büyük krizlere dönüşme potansiyeli taşıyan sorunlar barındırıyor. Bu açıdan Demirtaş’ın da altını çizdiği gibi, Türkiye’nin bölgede acil olarak daha fazla inisiyatif alması gerekebilir; aksi takdirde pasif bir barışın hâkim olduğu Balkanlar, bir anda Türkiye’nin de etkileneceği bir çatışma bölgesine dönüşebilir.

EDİTÖRDEN

2024 Güz Programı

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.